EDEBİYAT 

ORGAN NAKLİ

Konya Yetiştirme Yurdu’nda büyüyen Kemal, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirip ‘Anadolu Kaplanları’ olarak tanımlanan Konya’daki bir holdingde işe girdiği gün tanıştığı laborant Sevdiye ile kısa bir süre sonra evlenmişti. Yetiştirme yurdundan arkadaşı, sırdaşı Kerim ve karısı Ünzile en yakınlarıydı. Kerim, meslek lisesi ağaç işleri bölümünü bitirmiş, iyi bir mobilyacı olmuştu. Ünzile, Kerim’le aynı lisenin makine ressamlığı bölümünü ondan iki yıl sonra bitirmişti. İş bulamadığı için de hiç çalışamamıştı. Ev kadınıydı ancak çizim konusunda Kerim’den çok daha iyiydi. Mobilya tasarımlarının çizimleri konusunda evden Kerim’e destek veriyordu. Kemal ile Kerim’in araya giren yıllar ve mesafelere, meslek ve yaşam biçimlerinden dolayı oluşan sosyal farklılıklara karşın dostlukları bozulmamıştı.

Kerim, Kemal’in evinin mobilyalarını Ünzile eliyle tasarlayıp yapmıştı. İki aile yaz tatillerini çakıştırıp önce Batı Akdeniz’e doğru inecek, oradan yukarıya çıkıp Pamukkale, Sardes, Efes’i gezip geleceklerdi. Kemal arabasının bakımını yaptırdı. Yıkatıp temizletti. Sevdiye ile izinleri alınmıştı. Kerim de işlerini ayarladı. İlk kez hep birlikte bir tatil yapacaklardı. Sabah erkenden yola çıkılacaktı. Kemal arabasıyla Kerimlerin evine geldi.

Beş saat önce iki eşten oluşan dört yolcu bir binek otomobilinin bagajını tıklım tıklım doldurup yola çıkmıştı. İki sürücü üçer saat dönüşümlü kullanmaya karar vermiş olsa da Kemal direksiyonu vermek istememiş, “Yorulmadım, yoruluncaya kadar gideyim, değişiriz” diyerek geçiştirmişti. Torosları aşıp Teke bölgesine girildiğinde araçtakiler sıcak havanın da etkisiyle sessizleşmeye ve hafiften uyuklamaya başladılar. Sürücü koltuğunda oturan Kemal, Acıpayam yoluna döndükten sonra bedenine söz geçirmekte zorlanmaya başladı. Sürücü değişim zamanıydı. Arkadaşı Kerim az önce dalmıştı ve öyle güzel uyuyordu ki kıyamadı. Uykuya yenik düşmemek için büyük bir mücadeleye girişti.

Acıpayam karayolunun bir noktası eşi benzeri olmayacak denli tuhaftı. Acıpayam’a doğru yol sola doğru öyle sert kıvrılıyordu ki araç tam tersi yöne dönüyor fakat 180 derecelik dönüş tamamlandığında bu kez sağa aynı şekilde 180 derece dönerek aracın önü tekrar Acıpayam’ı gösterecek şekilde yola devam ediliyordu.

Kemal bu yolda ilk kez sürücülük yapıyordu ve o noktaya çok yaklaşmışlardı. Güneş, aracın camından içeriye doğru ışınlarını sera etkisi yaratacak şekilde yoğunlaştırmıştı. Kabin ısısı öylesine yükselmişti ki düşük kapasiteli klimanın gücü serinletmeye yetmiyordu. Kemal direksiyon hâkimiyetinin azaldığını anlayınca hızını 80-85 kilometreye kadar düşürdü. Yolun o tuhaf bölümüne geldiklerinde Kemal’in direnci iyiden iyiye düşmüştü.

Yolun bu bölümünde bir aracın bu manevrayı yapabilmesi için yükseklik, uzunluk ve yük durumuna göre hızının taş çatlasın saatte 50 kilometre olması gerekiyordu. İşaretler yetersiz, yol uygunsuz, sürücü de uykusuz olunca Kemal virajın çok keskin olduğunu ve peş peşe ikinci bir ters viraja eklemlendiğini anladığında çok geç kalmıştı. Araç savrulmaya başlayınca uykusu açılıverdi, direksiyonu aniden sola doğru çevirmeye çalıştı. Aracın sol arkası yerden havalanır gibi oldu “İyi kurtardım” diye düşünürken bağlantılı ikinci virajın içinde buldu kendini. Bu kez sert bir şekilde sağa kırdı direksiyonu, araç hem yatay hem dikey 360 derece döndü.

Araçtakiler uyanmıştı. Onlar ne olup bittiğini anlayamadan, araç kendini zorlayan kuvvetlerin etkisiyle Acıpayam’a doğru takla atmaya başladı. Eğer Acıpayam yönünden onlara doğru gelen TIR olmasa çok takla atacaktı araçları. Karşıdan gelen TIR’ın sürücüsü durumu algılayıp refleks verene kadar takla atmaya başlayan binek otomobili ikinci taklasında altına alıp bir konserve kutusu gibi ezdi. Aracın içindekilerin sağ çıkmaları mucize olurdu.

TIR sürücüsü şoka girmişti. Durup aşağı inmiş, ileri-geri sağa-sola gidiyor, anlamsız sesler çıkararak dövünüyordu. Yolun iki yönünden gelen birkaç araç durup yardım etmek istediyse de onların yapıp edebilecekleri bir şey yoktu. Hemen yardım ekiplerine haberler verildi. Kısa süre sonra ekipler olay yerine geldi.

Kemal yaşamla ölüm arasındaki kıldan ince çizgiyi geçmişti. Buna karşın çevrede olup bitenleri eksiksiz olarak algılıyordu. Çevrede elliye yakın insan olmalıydı. Trafik polisleri, itfaiye ekipleri, cankurtaran araçları meraklı uzun yol yolcuları… Her kafadan bir ses çıkıyordu. Polis kimlik tespiti yapmaya çalışıyordu. İri yarı baş polis memuru zorla arka cebindeki cüzdana ulaştı. Kimliğini çıkarırken yere bir kart düşürdü. Yanındaki genç polis eğilip aldı.

Şahıs organlarını bağışlamış” dedi. Vahvahlandı: “Tüh be, çok da gençmiş.

– Kemal Gözü. 1980 Reyhanlı doğumlu. Trafik denetleme şube müdürlüğünü arayıp bildiriver.

Genç polis, telsizin mandalına basıp, “Merkez, 2114” dedi.

– 2114, merkez dinlemede.

– Korkuteli-Acıpayam karayolu 35. kilometre, can kayıplı trafik kazası, dört eks var, merkez, tamam.

– 2114, kimlik bilgilerini verin, tamam.

– Yalnız, sürücünün kimliğine ulaşıldı, tamam. 1980 Reyhanlı doğumlu, Kemal Gözü. İtfaiye ekipleri çalışıyor, takipte kal merkez, tamam.

– Anlaşıldı, tamam. (Cızzzırt.)

Genç polis memuru, itfaiye makasının açtığı kesikle birlikte görünen bir kadın çantasına ulaştı. İçinden Kerim Şener ve Ünzile Şener adına düzenlenmiş bir evlilik cüzdanı çıktı. Çalışmaların sürdüğü araçta birkaç dakika sonra bir kadın çantasına daha ulaşıldı. O çantadan da Sevdiye Gözü ve Kemal Gözü adına düzenlenmiş bir evlilik cüzdanı çıktı.

– Merkez, 2114.

– 2114, Merkez, dinlemede.

– Araçtaki kişilerin kimlik bilgilerini veriyorum, tamam.

– Anlaşıldı, tamam.

* * *

Bir kişi dışında cesetler ailelerine teslim edilmek üzere morga alındı. Zamana karşı bir mücadele veriliyordu. Kemal Gözü’nün cesedi, yaptığı organ ve kadavra bağışı doğrultusunda Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne ulaştırıldı. Hemen alınabilecek organları Organ Nakil Merkezi aracılığıyla organ bekleyenlere gönderilmek üzere organ nakil kutularına yerleştirildi. Beden bütünlüğü bozulan Kemal’in cesedi anatomi laboratuvarına alınarak tahnit uygulandı.

Kemal bütün bunların ayırdındaydı ancak acı ve ağrı yoktu. Nefes alıp vermiyordu. Kalbi atmıyordu. Sindirim sistemi çalışmıyordu. Boşaltım ve dolaşım sistemi çalışmıyordu. Ancak nöronlar bir yerlerden aldığı elektrikle olan biteni beyindeki hücrelere ulaştırıyordu. Gözleri, gözkapakları tarafından örtülmüştü. Böyle bir durumda çevrede ne olup bittiğini görsel olarak algılayamaması gerekirdi. Ne var ki beyin hücreleri çevresini farklı bir formatla algılıyordu. Beynindeki bellek bölümünde tüm yaşadıklarına ilişkin kayıtlar silinmişti. Belleğinde geçmişine ilişkin hiçbir şey kalmamıştı. Bu nedenle hiçbir zaman rüya göremeyecekti. Ancak çevreyi algılama biçimi rüya gibiydi.

İç organlarının tamamı alınmıştı. Belki de bu yüzden içinde büyük bir boşluk hissi vardı. Yatırıldığı buz gibi mermer masanın soğukluğunu algılayabiliyordu. Zaman kavramı ortadan kalkmıştı. Zamansızdı artık, sonsuzdu. Kimliği de dili de silinmişti. Belleğindeki dil bölümü boşaldığı için laboratuvara giren çıkanların konuşmalarını duyuyor, anlamıyordu. Bir telaş algıladı. Birkaç kişi bir şeyler söyleyerek içeri bir şeyler taşıdı. Yanındaki boşluğa koydular. Yan masaya bir kadın cesedi getirmişlerdi. Çıkıp gittiler.

Kemal –Kemal demek ne kadar doğru, ondan arta kalanlar– yanına yatırılan iç organları boşaltılmış tahnit uygulaması yapılacak kadın cesediyle baş başaydı. Mermerin soğukluğunu algılayan beyin hücreleri yanına yatırılan kadını da algıladı. Biraz sonra kimya, patolojik anatomi, histoloji ve embriyoloji bölümünden gelen asistanların gözü önünde tahnit ekibi tahnit işlemini yaptı. Mırıltılar eşliğinde laboratuvarı terk ettiler.

Anatomi laboratuvarının devasa mermer masasında yalnız, iki tahnit edilmiş ceset yan yanaydı. Bellekleri silinmiş, vücutlarındaki dolaşım, sindirim ve boşaltım sistemleri iptal olmuş, iç organları çıkarılmış iki cins kas-kemik düzeneği. Kadının beynindeki nöronlar da Kemal’in beynindekiler gibi nereden alındığı anlaşılmayan bir elektrik enerjisi sayesinde veri alıyor ve işleyerek boş bellekte mikro dosyalar oluşturuyordu. Bir görevli içeri girip mikrodalga ışınım kaynağını kapattı. Bir süre sonra enerjisinin azaldığını duyumsamaya başlayan Kemal, laboratuvar masasının soğuk zemininde yatan iki bedene ait beynin nöronlarına elektrik enerjisi aktarımını sağlayan şeyin mikrodalga kaynağı olduğuna kanaat getirdi. Gerçekten kondansatör görevi yapan hücrelerin üzerinde depolanan doğrusal elektrik akımı kesilince bataryası biten bilgisayar gibi kadavraların algılama süreci de sona erdi.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar