KORONA GÜNLERİNDE ‘FEMİNİZM VE DOĞAYA HÜKMETMEK’, ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’
-ADANA-
Geçen yıl tam da bugünlerde mayısta Ardahan’da yapılacak ‘Mitoloji Sempozyumu’ için yoğun bir okuma ve çalışma içindeydik. 4-7 Mayıs arasında yapıldı o sempozyum. Yoğun geçen zamanın karşılığı; ülkenin en kuzeyinde bin 583 metrede Kura Nehri’nin kıyısında yeni yeni bahara uyanan bir doğada ciğerlerimize dolan oksijendi, farklı disiplinlerin mitolojiyi yorumlayışına tanıklık etmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni ufuklar kazanmaktı.
Ben o sempozyumda Buket Uzuner’in ‘Tabiat’ dörtlemesinin ilk üç cildini –‘Su’, ‘Toprak’ ve ‘Hava’ romanlarını– Türk mitolojisi ve ekofeminizm açısından değerlendirmiştim.
Buket Uzuner, ‘Tabiat’ dörtlemesinin ilk üç cildinde okurunu, ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın peşine takarak onlara Türklerin eski inanışları Şamanizm’in, günümüzün en önemli iki düşünce akımı olan feminizm ve ekolojinin birleşimi olan ekofeminzmin örtüşen anlayışlarını, bu ilkelerin yaşama geçirilmesiyle yaşanabilir bir dünyaya kavuşmanın mümkün olduğunu anlatıyordu.
Bu çalışma sırasında okuduğum kitaplardan biri de Val Plumwood’un ‘Feminzm ve Doğaya Hükmetmek’ adlı kitabı oldu. Val Plumwood, bu eserde dünyanın geldiği şu noktada toplumsal cinsiyet çözümlemelerini doğayı da buna dâhil ederek ele almanın ve Batı felsefesinin dayandığı düalizm anlayışının da yeniden sorgulanmasının gerektiğini vurgular.
Batı felsefesinin temelindeki akıl-duygu, akıl-doğa, zihin-beden, özne-nesne, benlik-öteki, erkek-kadın gibi ikili karşıtlıklarda hep birinciler etkeni, ikinciler ise edilgeni temsil etmiştir. Val Plumwood, erkek öznenin karşısına konan ikincil olanları aşağı görülen sömürge halkları, kadınlar, hayvanlar ve bir bütün olarak doğa üzerindeki tahakküm biçiminde ifade etmektedir. Bu görüş, genel olarak alışılagelen feminizm tartışmalarında üzerinde durulan düalizme yeni bir boyut kazandırmaktadır.
Val Plumwood düalizmdeki erkeğin karşısına konulan ikincil kadın anlayışının içindeki hiyerarşiye de dikkat çekerek, “(…) Tüm kadınlar empatik, anaç ve işbirliğine yatkın değildir. Bu erdemlerin çoğu, gerçek bile olsa kadının yakın çevresine karşı tutumuyla sınırlı olmuştur. Kadınlar ne diğer kadınları ille de kız kardeşleri olarak ne de yeryüzünü bir ana olarak görürler; kadınlar çatışmaya, tahakküm etmeye ve hatta yeri geldiğinde şiddet kullanmaya muktedirler. (…)” der. (F.D.H, s. 20)
Val Plumwood’un bu söyledikleri, insanı ve doğayı varsayımları bir tarafa bırakarak daha geniş bir perspektiften yorumlamak gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü Val Plumwood bunu söylerken aslında düalizmin temelindeki ikincilin de bütün ön kabullerin ötesinde karmaşık bir yapısının olduğuna dikkat çekmektedir. Düşünür, söz ettiği bu karmaşık yapı ile “efendi” anlayışını kastetmektedir. Bu “efendi” anlayışı akla dayalı yaşam biçimlerini pekiştirirken bu eril düşünce, kadının tahakküm altına alındığı kadar kölenin, hayvanın ve doğaya ait her şeyin de tahakküm altına alınması sonucunu doğurmuştur.
Val Plumwood’a göre, Batı’daki insan-doğa karşıtlığını doğuran varsayımlar dişilliği doğaya bağlayıp edilgen kılınırken, çoğunlukla beyaz ve erkek seçkinlerin doğa alanını dışlayıp tahakküm altına aldıkları bir çevreden söz edilmektedir. (F.D.H, s. 38) Üstelik bu “efendi” modeli sorgusuz sualsiz “insan” modeli olarak kabul edilirken, dişil olan, bundan bir sapma olarak görülür, demektedir. Dolayısıyla çoğunlukla beyaz ve erkek seçkin bir öznedir Batı felsefesindeki birincil olan.
Val Plumwood’a göre de, ekolojik feministlere göre de kadınlar üzerindeki tahakküm, feminizmin tahakküm anlayışının merkezini oluştursa bile diğer birçok tahakküm biçimini aydınlatabilecek bir kuram olarak görülmektedir; çünkü ezilenler, hem kadınlaştırılan hem de doğallaştırılanlardır. (F.D.H, s. 32)
Ekofeministler, doğayı insanın hizmetine sunan endüstriyel ve modern toplumsal yapıların desteklediği kalkınma modellerinin doğa üzerindeki yıkıcı etkilerinin insanın aklıyla doğaya hükmettiğini düşünürken, telafisi mümkün olmayacak olumsuzlar doğurduğunu dile getirmektedirler.
‘Toprak’ romanında Amerikalı çevreci yazar Aldo Leopold’un ‘Bir Dağ Gibi Düşünmek’ denemesine de yer verir Buket Uzuner. (Toprak, s. 365-369) Bu yazı, kendini canlıların en akıllısı olarak en üste yerleştiren insanın doğanın döngüsüne, iyi niyetle de olsa müdahale ederek, nasıl bir felakete yol açtığını gösteren bir efsaneye gönderme yapmaktadır. Yaşadığı bölgedeki yabani kurtları azaltmak ve böylece geyikleri onlardan kurtarmak isteyen doğa âşığı insan, avcıları da ikna ederek kurtları yok eder. Ama kurtların olmadığı topraklardaki geyikler her zamankinden fazla ürerler; dağların uzanabildikleri yerlerindeki yeşillikleri tüketirler, fazlasını bulamadıkları için de açlıktan ölürler. Efsane, insana doğanın kendi ritminin hiçbir müdahaleye ihtiyacı olmadığını gösterir. Yalnızca dağlar ve toprak uzun yaşamıştır ve ancak onlar bilir doğanın kendi içindeki dengesini.
Romanda Buket Uzuner; günümüzde doğanın kaynaklarının tükenme noktasına gelmesi, doğadaki dengenin bozulması gibi çevre sorunlarının sebebinin kadim geleneğin dışına çıkmak olduğu üzerinde durur. Kadim kaman anlayışından uzaklaşan insan, doğaya verdiği zarar ve başka canlara işkence etmek kadar kanser gibi ölümcül hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalarak kendisine de zarar vermektedir, denmektedir.
İnsan… İnsan doğanın bir parçası… Onun efendisi değil… Onun efendisi olduğunu düşünerek yaptığı her şey bir felaket olarak geri dönüyor ve en çok da kendine zarar veriyor. Ekoeleştirmenlerin söylediği şey, Buket Uzuner’in yapmak istediği de budur, doğaya zarar veren insanın yine anlattığı hikâyelerle onu iyileştireceğidir.
‘Hava’ romanında Defne Kaman, genç avukat Kumru Çalıkuşu’na, “Hayat uzun, ince bir yolda sadece bir yolculuk ya da macera zaten” der. (Hava, s. 137)
Hayat bir yolculuk ya da macera… Bu yolculukta zaman zaman sıkıntılar olacak. Ama umut her zaman var. İnsan doğanın ritmine ayak uydurduğu ölçüde, onun bir parçası olmayı başardığında dünya yaşanır bir yer olacak. Yoksa insan bugünkü anlayışla yaşamaya devam ederse, sürekli başka başka felaketlerle uğraşmak zorunda kalacak. Belki de distopyalarından biri gerçek olacak…