EDEBİYAT 

KORONA GÜNLERİNDE JAPONYA’DAN BİR ROMAN: ‘KASİYER’

Her şey başka, bambaşka olacak” diyor herkes, koronadan sonra. Hiçbir şey aynı kalmayacak. Normale dönemeyeceğiz ya da yepyeni bir normalimiz olacak. İyi mi bu, kötü mü?

Normal neydi, sahi? Koronadan önceki hayatımız…

İlkel çağlardan beri bu değişmez. Köyün en genç ve hoş kızları, güçlü ve avda usta erkeklerin olur. Güçlü genler kalır, diğerleri içinse kendileri gibi geriye kalanlarla birbirlerini teselli etmekten başka yol kalmaz. Modern toplum lafı bir hayalden ibaret… Biz ilkel çağlardan farksız bir dünyada yaşıyoruz.” (s. 58)

Böyle diyor Şiraha.

Okumaya devam… Yapabildiğim ya da yapmaktan zevk aldığım…

Kasiyer’, Turkuaz Kitap’tan çıkmış Sayaka Murata’nın son romanı. 126 sayfalık kısa bir roman. 1979 doğumlu yazarın onuncu romanıymış bu. Ülkesinde 600 binden fazla satan roman İngilizceye de çevrilmiş. Yazar bu romanından önce yazdığı kitaplarla ödül almış, bu romanı da ödüllü. Türkçede ilk baskısı 2019’da yapılmış, Şubat’ta 4’üncü baskıya ulaşmış.

Romanda hikâye, Keiko Furukura’nın bakış açısından bugünde başlayıp yer yer geri dönüşlerle anlatılıyor. Keiko Furukura, on sekiz yıldır aynı markette kasiyer olarak çalışmaktadır. Üniversiteye başladığı yıl hiç arkadaşı olmadığından yalnız başına gittiği tiyatrodan dönerken yolunu şaşırmış ve kendini beyaz şık binalardan oluşan bir semtte bulmuş, metroyu ararken bir marketin yeni açılacak şubesinde çalıştırılacak elemanlar için verilen ilanını görmüştür. Keiko, evden aldığı harçlık yeterli olmasına rağmen yarı zamanlı bu işe başvurur ve kabul edilir. Kısa bir staj döneminden sonra yarı zamanlı market çalışanı olarak çalışmaya başladığında ilk kez kendini bir dünyanın parçası olmuş hisseder. Çünkü aklının erdiği, hatırlayabildiği çocukluk zamanlarından beri olaylar karşısında verdiği tepkileriyle, davranışlarıyla yadırganan, bu nedenle de yalnızlaştırılan biridir.

Markete girenleri “Hoş geldiniz, bugünkü indirimli ürünümüz şu” diye karşılamak, alışveriş sonrası ürünlerin fiyatlarını okutmak, ödenecek parayı söylemek, ödemeyi alıp para üstü vermek; ara ara raflardaki ürünleri kontrol etmek, bitenlerin ya da azalanların yerine yenilerini dizmek, o güne özel ya da yeni çıkmış, reklamı yapılan ürünleri görünür şekilde sıralamak… Hemen benimsediği işler olur Keiko’nun. Bütün bunları yaparken de staj döneminde öğretildiği gibi mekanik bir sesle, yüzünde oluşturduğu bir gülümsemeyle müşterileri karşılamayı, uğurlamayı, onların sorularını cevaplamayı unutmaz.

Keiko Furukura, bu işi o kadar benimser ki üniversiteyi bitirdikten sonra da aynı markette yarı zamanlı bir kasiyer olmaktan vazgeçmez. Ablasındaki “tuhaflık” çocukluktan beri aile içinde de bilindiğinden, kız kardeşi, Keiko’ya markettekilere anne babasına bakmak zorunda olduğundan yarı zamanlı çalışmak zorunda olduğunu, arkadaşlarına ise bünyesinin zayıflığından düzenli işe geçemediğini söylemesini öğütler. Böylece otuz altı yaşına gelmiş, kız kardeşi ve bütün arkadaşları evlenip çocuk sahibi olmuş Keiko’nun on iki metre karelik bir odada hayatını sürdürmesi toplum içinde daha az göze batar.

Sayaka Murata, kendisi de yarı zamanlı bir market çalışanıymış. Yarattığı dünyanın ve karakterlerin bu kadar inandırıcı olması belki de buradan kaynaklanıyor. Tek tip kıyafet, kendisi de bir çalışan olmasına rağmen müdür payesi kazandığı için diğer çalışanları disipline ederken aslında otoriter üslup benimseyen müdür, mekanik bir sesle hiç değişmeyen hitap… Yazar, romanın bir yerinde, “Market, zorla normalleştirilen bir yer. Sen de çok geçmeden kalıba girersin.” (s.58) dedirtiyor Keiko’ya. Toplumsal kurumları, aile ve arkadaşlık ilişkilerini, evliliği ve kadın erkek ilişkilerini sorgularken yazar, okurunu da modern yaşamın vazgeçilmez uğrak yerlerinden biri olan marketleri ve orada çalışanları temsilen yarattığı karakterle görünür kılıyor. Keiko Furukura unutulmaz bir karakter olarak yerini alıyor edebiyat dünyasında.

Markette kısa süre çalışanlardan biridir Şiraha. İşe geç kalan, mesai saatlerinde cep telefonunu kurcalayan Şiraha, üstelik markette çalışmayı da ailesinin kendisinden evlenmesini beklendiği için eş bulmak amacıyla seçmiştir. İş kurallarına uymayan Şiraha’nın davranışları, sürekli çalışanları ve müşterileri izleyen gizli kameralara yansıdığı için işine son verilir. Marketten hiç ayrılmayı düşünmüyormuş gibi kendisine ayrılan dolabındaki eşyalarını almaya bile uğramaz Şiraha.

Keiko, hepsi evlenmiş olan okul arkadaşlarıyla buluştuğu bir akşamın ardından hâlâ evlenmemiş olmasından, yarı zamanlı bir işte çalışmasından, özellikle arkadaşlarının eşlerinin gösterdiği tepkilerden dolayı ailesinin onu neden düzeltmeye çalıştığını anlar gibi olur. Evine dönerken tamamen tesadüfen karşılaştığı Şiraha ile oturup yasemin çayı içerler. Gecenin sonunda gidecek yeri olmayan Şiraha’yı evine götüren Keiko için o günden sonra yeni dönem başlar.

Şiraha işsizdir, üstelik de kendince internet sektörüyle ilgili bir iş kurma planı vardır; ama bunun için gerekli parası yoktur. Evlenmek, hem de zengin biriyle evlenmek, böylece ailesinin ve toplumun beklediği statüyü sağlayarak rahat bırakılmak istemektedir.

Yaşadığımız dünya ilkel çağlardan hiç farklı değil. Köyün işine yaramayan insanlar silinir gider. Ava çıkmayan erkekler, çocuk doğurmayan kadınlar… Günümüz dünyasına bak. Sürekli bireyselliğe vurgu yapılır; ama köye aidiyet göstermek istemeyen insanların yaşantılarına karışılır önce, sonra zorlamalar gelir, en sonundaysa köyden kovulurlar.” (s. 73)

Keiko ve Şiraha’nın hikâyesinin sonu… O size kalsın. Bu korona günlerinde okunacak bir roman.

Dört-beş yıl önce Japon edebiyatına merak sardığımız bir dönemde dilimize çevrilmiş yazarlarının eserlerini okumuştuk. Evrensel olanı yakaladığını, insanî özü anlattığını görüyorsunuz Japon yazarlarının, en azından okuduklarımız öyleydi.

Kısıtlamalar çok uzadı, artık belli ki birçok kişiyi de usandırdı. Sağlık Bakanlığı’nın gün gün açıklanan verilerdeki iyileşen sayısının, virüs tespit edilen hasta sayısını yakalaması, bugünkü verilerle geçmesi herkese umut oldu. Üstelik aşıyla ilgili çalışmalara dair herkesi heyecanlandıran açıklamalar da kısıtlamaların gevşetilebileceği algısını oluşturmaya başladı.

Cansever’den bir şiir diyor ki:

Soruyordun / İlkyaz işte / Uyanıp bahçeyi dinliyoruz / Tenhalık böyle / Dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde / Beklesem hemen gelecek olduğun / Tam öyle olduğun / Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda / Kırık dökük de olsa yanımda.

Dışarıda bahar var, portakal çiçeklerinin geçmiş kokuları, ılık rüzgâr, mavi gökyüzü, rengârenk uçurtmalar… Hayat? Hayat her yerde… Evde de hayat var. Bugün mavi-beyaz uçurtmayı seçtim kendime, kırmızı kuyruklu… Ruhum yine firarda…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar