EDEBİYAT 

‘DİKEN UCU’NDAN ‘YOLUN GÖLGESİ’NE BEHÇET ÇELİK’İN ÖYKÜLERİ ÜZERİNE – 2

… Masalı dinleyen uyur, anlatan uyumaz. Masal anlatan gecenin bekçisidir, nöbetçisidir.

Çukurova Sanat Girişimi bünyesindeki Çukurova Okulu’nun çevrimiçi etkinliği olarak Behçet Çelik söyleşisini gerçekleştirdik, 17 Aralık’ta. Uzaklara rağmen içten, izleyenlerin katkılarıyla zenginleşen sıcak bir söyleşi oldu.

Behçet Çelik öyküleri üzerine yazdığım ilk yazı, bu yazının ilk bölümü de diyebiliriz, 20 Ağustos’ta yayımlanmıştı Son Baskı’da. Şimdi o yazıya girmeyen son öykü kitapları üzerinde durmak istiyorum: ‘Diken Ucu’, ‘Kaldığımız Yer’ ve ‘Yolun Gölgesi’.

Son üç öykü kitabında, 2007’de basılan ‘Gün Ortasında Arzu’da bir an önce kurtulmak istediği kente, ana baba evine dönen genç erkek ‘Diken Ucu’ kitabında yer alan ‘Tutmayan Maya’ öyküsünde on beş yıl sonra yine ana baba evine geri dönen yılgın, yorgun erkeğe dönüşürken yazar da bize bambaşka hikâyeler anlatmaya başlıyor.

Büyük beklentilerle gittiği büyük kentte başarısızlığa uğrayan genç erkek kahraman, fikirlerini “Sen önce kendini kurtar” diye eleştiren babasının işini batırmasını ironik bulup “Herkes kendini batırsa dünya kurtulur” diyecek iç sesteki espriyi yitirmemiştir henüz 2007’de. 2010’daki öykülerde ise ironiden uzak iç ses, acılaşmış sözlerle kendini daha sert eleştirmektedir artık.

Başkalarını rahatsız etmekten duyulan tedirginlik, ilişerek yaşama anlayışı gibi duyarlılıklar aynı kalsa bile gençlik yılları geride kalmaya başlamış, yaşıtları evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, işini gücünü belirlediği yaşlara gelmiş bir anlatıcı kahraman vardır öykülerde. Bu nedenle olaylara bakış ve onları yorumlayış da değişmektedir öykü kahramanlarında. Ama kahramanlar da taşra ile büyük kent arasındaki bireylerle sınırlı değildir zaten, farklı coğrafyalar ve sorunlar içindeki insan halleridir anlatılan. Toplumun geçirdiği süreçler, yaşananlar kahramanlara yine suskunluk olarak yansır çoğu öyküde. Önceki öykülerde duyulan iç sesteki ironi, daha az kendini hissettirir ‘Diken Ucu’ndan itibaren.

Tutmayan Maya’ öyküsünde ana babasının yanına dönen anlatıcı kahraman, akşamın ilerleyen bir saatinde eve anahtarıyla girerken bile tedirgindir. Zili çalsa annesini kapıya getirecek, anahtarıyla açsa televizyonun karşısında tartışma programı izleyen ve ekrandakilerle tartışmaya giren annesini ve babasını irkiltecek, rahatsız edecektir. Son yıllarda çevrelerindeki her şeye öfkeli olan, televizyondaki konuşmacılarla bile tartışan annesine ve babasına şaşırarak bakar anlatıcı kahraman:

O kadar yorgunum ki öfkelenmeye. Bu yaşta nasıl taşıyorlar bunca öfkeyi yorulmadan?” der. (s.25) “… Mutsuzlar; mutsuzluklarında benim de katkım çok. Televizyonların, gazetelerin yalanlarına inanmaları da benim yüzümden aslında. (…) Mutlu insanlar tutup da her şeyin her an kötüye gittiğini büyük bir zevkle anlatan insanları böyle tutkuyla dinler mi hiç?” (s.26)

Bu öykü; giderek kronikleşen sorunların –öyküdeki anne baba özelinden yola çıkarak– toplumun ekrandakilere çatarak tepki göstermeyi eylem gibi algılayan ve buna sığınan öfkeli bir toplum haline dönüştüğünü örneklemesi açısından da önemlidir.

Behçet Çelik, söyleşide de belirttiği gibi, ‘Adana’ya Kar Yağmış’ üzerine çalışırken kente çok sık gidip gelmiş ve Adana üzerine, doğduğu kent üzerine, daha fazla düşünmüş. Bu da ‘Gün Ortasında Arzu’daki öykülerde görüldüğü gibi doğduğu, yeniyetmeliğinin geçtiği kente bile yabancılaşma olarak, orada da bir tür göçmen olma hali biçiminde yansımıştı.

Adana’ya Kar Yağmış’ın sunuş yazısında John Berger’dan bir alıntıyla yazarın göçmenlerin durumunu “modern evsizlik” diye tanımladığından söz ediyordu Behçet Çelik ve bütün kentlerin giderek tek tipleşmesinin modern insanların dönecek yeri kalmamasından dolayı onları göçmen yaptığına dikkat çekiyordu:

‘Modern evsizlik’ sadece göçmenlerin başında değil –kuşkusuz onların başındaki sorun çok daha yaşamsal ve bu nedenle öldürücü– ama yaşadığımız her yer kendine özgü renk ve dokusunu yitirip tek tipleştikçe, hepimiz birer göçmen haline gelmiyor muyuz? Modern dünyanın insanları dönebileceği hiçbir yer kalmamış göçmenler değil mi?” (s.11)

‘Diken Ucu’ndaki öykülerde Güneydoğu’ya doğru genişleyen bir coğrafya ile birlikte insanların yersiz yurtsuz kalışları, kentlerin tek tipleşmesinden başka; köylerin boşaltılması, insanların dönmemek üzere doğdukları yerlerden koparılması, başka yerlere yerleşmeye çalışması gibi somut göçlerden doğan göçmenlik biçiminde ortaya çıkmaya başlar.

Diken Ucu’nun en dikkat çeken öykülerinden biri olan ‘Kaldığımız Yer’de anlatıcı kahraman, kız kardeşinin düğününde Amcaoğlu’nun saz çalıp türkü söylemesini izlerken son yedi sekiz yılın nasıl hızlı geçtiğine şaşırır. Anlatıcı ve ailesi sekiz yıl önce köyleri boşaltılınca uzak bir kente göçmüşler, amcası ise ailesiyle ilçeye yerleşmeyi seçmiştir. Göç etmelerinden üç yıl sonra amcasının yanına konuk gelen anlatıcı, köylerini görmek için Amcaoğlu’yla birlikte köye gider. Terk edilmiş köylerine tepeden bakarken köyün dışında kıl çadırlarda yaşayanları fark ederler. Önce onları göçer sanan anlatıcı, Amcaoğlu’ndan onların komşu köy de boşaltılınca gelip yerleşen komşu köylüler olduğunu öğrenir. Kıl çadırdakileri ziyaret ettiklerinde kışı nasıl geçireceklerini bilmeyen bu insanların çaresizliklerine tanık olurlar. İstanbul’dan bir heyet geleceğini duyan anlatıcı kahraman, köylülerin sözcülüğünü yapmak ister; Amcaoğlu’nun ısrarlarına rağmen onun yerine kendisi heyetle konuşmaya gider. Ancak bu konuşmanın sonunda tutuklanır, işkence görür. Çıktıktan sonra da bu yaşananları Amcaoğlu’yla hiç konuşmaz. Göç ettiklerinden bir süre sonra babasını da kaybeden anlatıcı kahraman hiçbir yere yerleşememiştir. Son birkaç yılda Amcaoğlu’nun yerleştiği kente gelen anlatıcı, kız kardeşinin düğününde ev sahibi gibi her şeyle ilgilenen, kendi yanında çalışma önerisinde bulunan Amcaoğlu’na mesafelidir.

Sabah kalktığımızda saatlerce süren tartışmada bir karara varmışız gibi heyetle görüşmeye tek başıma gideceğimi söylediğimde, sesini çıkartmamıştı Amcaoğlu. Sadece dikkatli ol, demişti, heyetin yanından ayrılmamamı, gerekirse Diyarbakır’a kadar onlarla gitmemi öğütlemişti. O sabah pek takılmamıştım geceki gibi ısrarcı olmamasına. Yapacaklarımın heyecanı içindeydim. Daha sonra cezaevinde, yaralarım iyileşip kendime geldikten sonra Amcaoğlu’nun kararımı neden çabucak kabul ettiğini düşünecek çok zamanım oldu. Bir yanıt bulamadım. Belli ki bir yanıtı yok bu sorunun. Bugüne dek sormadığım ve hiçbir gün sormayacağım bu soru ne demeye aklıma gelip duruyor öyleyse? İnsan sadece yapıp ettiklerinden utanmıyor; bazen aklına gelenler de yerin dibine geçiriyor insanı. …” (‘Diken Ucu’, s.66)

Kaldığımız Yer’de yer alan on dört öykü arasında bu adı taşıyan bir öykü yok. Yazarın, bu kitapta 2012- 2014 yılları arasında çıkan tematik öykü kitaplarında yer alan öykülerine de yer verdiği dikkati çekiyor. ‘Lori… Lori…’, ‘Estağfurullah Asker!’, yine tematik bir çalışma için yazılmış ama proje hayata geçirilmeyince bu bilgi verilmeden kitaba alınmış ‘Alavüsata’ bu öykülerden…

Alavüsata sözünü “Vüs’at tarzı” anlamına gelecek bir kelime olarak uydurduğunu açıklamış yazar, Nuray Önoğlu’nun sorusunu yanıtlarken. Bu öykü Pınar Selek için farklı yazarların ağzından yazılan mektuplar olarak tasarlanan çalışmanın bir parçası olarak hazırlansa da proje hayata geçirilemeyince kitapta hiçbir açıklama yapılmadan yer almış. Böylece öykü benzer şekilde devlet gadrine uğrayanları da kapsayan bir genişlik kazanmış.

Bu öykü, bir taraftan da öykünün adından başlayarak üslup özellikleriyle ve birtakım göndermeleriyle Vüs’at Bener’in ‘Bay Muannit Sahtegi’sine, ‘Buzul Çağının Virüsü’ne, Oğuz Atay’a uzanan bir okumayı, Umberto Eco’nun tabiriyle böyle bir ansiklopediyi beklemektedir okurundan.

Oğuzcuğum, neden oyunlu şeyler yazmadığımı sorduğunda, ‘Benim her günüm büyük bir oyunun içinde geçiyor,’ demiş miydim, bunu bir büyüksenme sayıp boş mu vermiştim, hatırlamıyorum. O müsamerede sahne alıp eve ekmek götürdüm, birkaç kadeh rakının, kitapların, plakların parasını çıkardım; ama o öldürgen kekrelik hep ağzımın içindeydi.” (‘Kaldığımız Yer’, s.52)

Öykünün son bölümünde de Vüs’at Bener’in öyküsüne ve romanına gönderme daha açık olarak görülmektedir:

… Canım kızım, yaşamasızlığın tek çaresi yaşamak oysa, ötesi yok. Yaşamana bak. Seni yaşamasızlığa mahkûm etmeye çalışanlara inat; koru muannitliğini yaşamada.” (‘Kaldığımız Yer’, s.54)

Behçet Çelik kendisiyle yapılan röportajlarda, öykünün her şeyi anlatan bir yapısının olmasındansa bazı boşlukları okurunun tamamlamasına, hissettirilen ya da değinilip geçilen noktalarını okurların okumalarıyla çeşitlendirilmesine fırsat tanıyan metinler kurmayı istediğini belirtmektedir. Özellikle son iki öykü kitabı bu alt metinleri okuyan ve boşlukları tamamlayan okura göndermelerle işlenmiş öykülerden oluşmaktadır. Bu da yazarın bilinçli seçimidir, diye düşünmek mümkün.

Behçet Çelik zamanla kendi öyküsünü bu anlayışından dolayı daha üst bir düzeye taşımıştır. Onun öyküsünü okuyup anlayabilmek için her öyküsünde daha geniş bir ansiklopedi gerekmektedir. Başlangıçta Türk edebiyatının unutulmuş, daha geri planda kalmış yazarlarının ve eserlerinin, edebiyatımızda kilometre taşı oluşturan isimler üzerinde yoğunlaşan inceleme ve eleştiri yazıları kaleme alan Behçet Çelik’in bu çalışmaları süreç içinde dünya edebiyatının farklı örnekleriyle zenginleşmiştir. Öykü dünyasındaki kahramanlarının iç dünyalarındaki değişimi ve işlediği temaları toplumun yaşadıklarına bağlı bir gelişme olarak açıklasak bile giderek daha katmanlı metinler oluşturması, dünya edebiyatını yakından takip etmesiyle şekillenmiş olmalıdır.

Yolun Gölgesi’ kitabında da üzerinde durmayı gerektiren, hiç unutulmayacak öyküler var. Kitaba adını veren öyküde baba, sabahları keyifsizliği huy edinmiş eşini ve kızlarını keyiflendirmek için konuşkan davranmayı iş edinmiştir. Oysa o sabah o da konuşmak konusunda isteksizdir.

…Bir uyum uğraşıydı onca şamata. Nilgün’le kızlar hareketsizleşerek, o ise çırpınarak uyumlanmaya çalışıyordu güne. Yol küt diye bitmiyordu öyle hemen, varmış olmak varıldığı anlamına gelmiyordu.” (‘Yolun Gölgesi’, s.18)

Sahilde Un Çuvalları’ öyküsünde anlatıcı kahraman, Behçet Çelik’in az sayıdaki kadın kahramanlarından biridir. Anlatıcı, arkadaşı Hakan’dan aldığı anahtarla onun bir tanıdığının kullanmadığı yazlığına gelmiştir. Sahilde derme çatma bir yer, beş-altı plastik masa ile fazla kalabalık olmayan kumsaldakilere hizmet vermektedir. Orayı işleten karı kocanın –Mustafa Bey’le Hatice Hanım’ın– kızları üniversiteyi kazanmıştır. Halkla İlişkiler Bölümünü kazanan kız bu bölümün ne ile ilgili olduğundan ve mezun olursa ne iş yapacağından haberi yoktur, oraya gelen müşterilerden bilgi edinmeye çalışmaktadır. Adamın kardeşi genç adam ise marangozdur ama Suriyeli mültecilerin kente doluşmasından dolayı işsiz kalmıştır. Yazlıkların çoğunun Suriyeli mülteciler tarafından kiralanması, civarda Arapça tabelaların artması gibi nedenler site sakinlerinin de buralardan uzaklaşmasına, gelenlerin de Suriyelilere mesafeli davranmasına yol açmıştır. Kumsaldaki un çuvalları içleri kumla doldurulmuş iki yükselti oluşturmuştur. Çuvalların yanında kovalarıyla oynayan çocuklar vardır.

Sırtüstü bıraktı kendisini, belli belirsiz salınan suyun hissettirdiklerinin beşik rahatlığı ya da sevgili parmaklarının ılıklığıyla alakası yoktu. Sonsuz bir belirsizlik, tuhaf bir dengesizlikti. Öfkenin kırgınlıkla, açılmanın kapanmayla dansı. Asfalttaki arabalar dalgaları değil, deniz bitmek bilmez bir yolun sarsıntısını taklit ediyordu, çocuklar sahilde kumla oynarken bile savaşı, büyükler insanı, ses de sessizliği ya da tam tersi.” (‘Sahilde Un Çuvalları’, s.32)

Bu öyküyle birlikte ülkenin farklı kentlerinde ama özellikle belli kentlerde sayıları oldukça kalabalıklaşan Suriyeliler de Behçet Çelik’in öyküsünde yer almıştır.

Babamın Adı’ başka bir göçün hikâyesidir. Murat ve Tuncay iyi arkadaştır. Murat ve ailesi, Maraş olaylarından sonra “Kendi din kardeşlerine bunu yapan, bize ne yapmaz?” (s.97) tedirginliğiyle Fransa’ya göçerler. Murat otuz beş yıl sonra tekrar arkadaşıyla o ilçede buluşmak ister. Tuncay da üniversite için oradan ayrılmış, ailesi de zamanla oradan kopmuştur. Murat ve Tuncay otuz beş yıl sonra görünümüyle çok değişen ilçede eskiden gezdikleri yerlerde dolaşıp ırmak kıyısına giderler. Murat konuşurken ve geçmişten bir şeyler anlatırken Tuncay birden evlerine uğradığı bir gün rastlaştıkları yaşlı bir akrabalarının Murat’ın babasına, ilçenin en iyi terzisi Orhan Amca’ya, ismini bir harf eksilterek söylediğini, Ohan dediğini hatırlar.

‘Yolun Gölgesi’ndeki bütün öykülerde ise o gölgeyi başka başka biçimlerde görüyorsunuz. Behçet Çelik, dilin yasaklanmasıyla, legalleşmesiyle, doğduğu yeri bırakıp gitmek zorunda kalmasıyla, dönecek yeri kalmamasıyla, döndüğünde hiçbir şeyi aynı bulmamasıyla, yurdundan ayrılmasa da bildiği dünyanın yerine bambaşka bir dünyanın inşasıyla evsizliğin, göçmenliğin her biçimiyle okurunu yüzleştiriyor.

Behçet Çelik çağına tanık, yaşananlara duyarlı bir yazar. Toplumun yaşadıkları öykülerine yansıyor. Ama bu yansıma ona özgü titiz, ince bir dil işçiliğiyle. Asla sloganlaşmayan, yargılamayan, bağırmayan bir üslupla… Behçet Çelikçe kısaca…

Onun son öykü kitaplarında sayıca az olsa da kadının sesinden anlatılanlar da var ama daha çok erkek kahramanlar var öykülerde. Onun asıl başarısı alışılmış erkek imgesini sarsan, erkek söylemini değiştiren seste ortaya çıkıyor, bunu önceki yazıda da belirtmiştim.

Behçet Çelik öykülerini bir pazar öğleden sonrasında dinlenirken, uykunuz gelsin diye uzanarak değil; aksine dinlenmiş bir zihinle, masa başında elinizde kaleminiz, not kâğıtlarınızla okumalısınız. Onun kahramanları zamanın ruhuna ayak uydurup içlerini susturmamışlar, içlerine, kendilerine yabancılaşmamış, duyarsızlaşmamışlar. Çoğumuzun yaşadığı ya da tanık olduğu bir dünya üzerine düşünmeye davet ediyorlar okurlarını. Bu nedenle çoğu öykünün ben anlatıcılı adsız kahramanları öyküyü bitirdiğinizde zihninizde yaşamaya devam ediyor.

… Masalı dinleyen uyur, anlatan uyumaz. Masal anlatan gecenin bekçisidir, nöbetçisidir.” diyordu ya ‘Hebû Tune Bû’ öyküsündeki torununu oyalamaya çalışan yaşlı nine; bu öyküleri okuyan da artık gecenin bekçisi olacak.

KAYNAKÇA:

|

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar