YAŞAM 

SİESTA HAKKI İSTİYORUM

– Çalışma Saatlerinin Yaz Döneminde Düzenlenmesi İhtiyacı –

Klasik Adana yazının ötesine geçen sıcaklar yaşıyoruz. Kavurucu sıcaklar ve yüksek orandaki nem insanları bitkin düşürüyor. Öğle saatlerinde 50 derecelerin üzerinde hissedilen sıcaklıkları görmeye başladık. Artık Adana’da yaşamak, çalışmak, nefes almak, yazmak, okumak, hatta tembelce oturmak bile güçleşti. Adana yazının ne anlama geldiğini anlamak için hayal etmek yeterli gelmiyor, yaşamak gerekiyor. Kavurucu sıcaklar, insanı bitkin düşüren nemli havalar nedeniyle uzmanlar vatandaşların gerekmedikçe saat 11.0016.00 arasında dışarı çıkmamaları, kanala girip “çimmemeleri” ve “güneşe ateş etmemeleri” konusunda uyarıyor.

Doktorlarımızın “Bol su için”, “Güneşin etkili saatlerinde sokaklara çıkmayın”, “Midenizi yoracak yiyeceklerden kaçının” türünden önerilerine karşın kebap tüketiminde bir gerileme görülmüyor. Tıp insanları diyabet, dolaşım sistemi, anemi, tiroit, astım, tansiyon, beyin, kalp hastalıklarında sıcağın olumsuz etkilediğini, öğle uykusunun en az gece uykusu kadar faydalı olduğunu söylüyorlar. Öğle uykusu uyuyan kişilerde vücudun tazelendiği ve performansın arttığı ve düşünme ve problem çözme yeteneğinin hız kazandığı artık bilimsel bir gerçek. 32 derecenin üzerinde ve yüzde 60’ın üstünde nem de “sıcak sendromları” denilen olayların yaşanmasına neden oluyor. Adana’da 32 derece neredeyse “Havalar da iyi gidiyor” diye mutlu hissedilen sıcaklar. Doktorlarımıza dönelim, onlara göre gün içinde vücut ısısının düştüğü iki önemli saat dilimi var. Bunlardan birincisi sabaha karşı 03.00 ve ikincisi öğleden sonra 14.00-15.00 saatleri arasındadır. Bu saat aralıkları uykunun en kaliteli olduğu zaman dilimi olarak kabul ediliyor.

Eskiden bir Avrupa geleneği olan ve adil bir ölüm-kalım mücadelesi için tarafların birbirini düelloya davet etmesi ya da “challange” denilen “meydan okuma” geleneği vardı. Adanalıların sıcak ve nemle mücadelesi bir düello, bir meydan okuma şeklinde devam ediyor. Ancak bu, kazananı olmayan bir meydan okuma. Bu meydan okumada bugüne kadarki yaşam şekli, çalışma şekli gibi bazı alışılmış kalıp uygulamaları bir yana bırakıp dünyanın ne yaptığını takip etmeliyiz. Ara çözümlere ihtiyaç duyuyoruz.

Yazın öldürücü sıcaklarında Adana’da kalanlar kimlerdir? Mecburiyeti olanlardır. Çalışmak zorunda olan memur, işçi, esnaf, hizmet sektörü çalışanları, deniz evi, yaylası olmayanlar. Dükkânın önünü sulayan esnaf, başına mendil geçirmiş taksi şoförü, meyan kökü, bici bici satan tablacı, ensesine mendil yerleştirmiş dolmuşçu, sırılsıklam olmuş yazlık üniformasıyla trafik düzenini sağlamaya çalışan polis, ciğerci, kebapçı, eğitim alan öğrenci, enerji tasarrufunu aracın kullandığı benzini azaltmak olarak algılayan ve klima kapatan şoförler gibi görüntülerle sık sık karşılaşıyoruz. Herkes serzeniş içinde işlerine gitmeye çalışıyor. Sokakta yüzlerimiz asık geziyoruz, seslerimize karışan oflamalar, en ufak olayda gerginleşen tepkiler ve asabileşmiş insanlar doğal manzaramız halini almış durumda. Merhaba demeden of yanıyor, “Bu ne sıcak” diye başlıyoruz söze. Yıllarca bilim insanlarının inandıramadığı küresel ısınma kapımıza dayandı ve bu sefer hepimiz ikna olduk.

İşte, sıcak olan ülkelerde bu nedenle bilimsel açıdan doğruluğu kabul edilmiş “siesta” uygulaması vardır. Siesta denilince aklımıza ilk gelen ülkeler İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkeleriyle Güney Amerika ülkeleri olmaktadır. Genelde 13.00-16.00 gibi saat dilimlerinde uygulanmaktadır. Adana ve Güneydoğu’da pek çok kentimiz sıcak ülkelerde bu nedenle bilimsel açıdan doğruluğu kabul edilmiş gerçekleri neden görmezden gelir? Bunun mantığı nedir, çözebilmiş değilim. Olaya yanlış yorumlanan ve algılanan siesta olarak değil de çalışma saatlerinin aşırı sıcak yerlerde yeniden düzenlenmesi olarak baktığımızda da bunun bir gereklilik olduğunu görüyoruz

İklim değişikliği gezegeni kavurmaya devam ederken ve insanlar başa çıkmak için yeni yollar ararken uyku uzmanları binyıllık uygulamanın vücut ısısını düşürmek ve günün geri kalanına daha zinde dönmek için geçerli bir strateji olduğunu söylüyor. Siesta geleneği binlerce yıl öncesine, Antik Roma’ya kadar uzanır. Siesta kelimesinin kendisi, Romalıların öğle yemeği için durup tekrar işe dönmeden önce dinlendikleri günün altıncı saatini ifade eden Latince “sexta” kelimesinden geliyor. Siesta, tipik olarak İspanya’da 14.00’da başlar ve 17.00’a kadar sürer. Ancak bu, yazılı bir kural değildir. Yasal bir zorunluluktan ziyade alışkanlık temelli bir gelenektir. Bu geleneğin İspanya’da günün en sıcak saatlerinden kaçınmak isteyen tarım işçileri tarafından bir uygulama olarak başlatıldığına inanılıyor. Bu nedenle siesta saatleri farklı bölgelerde değişebilmektedir. Kuzey İtalya’da “riposo” ve Güney İtalya’da “pennichella” veya “pisolino” olarak adlandırılır ve çok yaygındır. Genellikle 12.30 – 14.30 saatleri arasında yapılır. Pek çok müze, kilise ve dükkân öğle vakti kapanır. Japon şirket kültüründe bu öğleden sonra uykusu kavramına “inemuri” veya “mevcutken uyumak” denir. Hindistan’da, öğleden sonra bu şekerleme kavramı, gündelik işçiler ve çalışan topluluk arasında çok yaygındır. Öğleden sonra dinlenme konsepti İspanya, Hindistan, Filipinler, İtalya, Yunanistan, Hırvatistan gibi ülkelerde bir kültürdür. Günün bölünmesini önlemek için örneğin Kosta Rika’da ve bu uygulamayı benimseyen pek çok ülkede sağlıklı bir kahvaltıdan sonra, sonraki dört saati geçireceğiniz okula, işe veya işe gidebilirsiniz. Tam olarak 11.00’da okullar, acil durum dışı kuruluşlar ve hatta devlet hizmetleri kapatılır. Gerekli kurumlar 13.30 ile 14.00 arasında yeniden açılır. Dünyanın serin bölgelerinden İsveç ise yaz aylarında temmuz ve ağustosta kamu ve özel kuruluşlarda 3-4 haftalık kesintisiz izin kullanılmasına olanak vererek insanların tatile ve sıcak bölgelere gitmesini teşvik ederken bu dönemde minimum düzeyde hizmet sunar. Bu model, sıcak ülkelerde kamu hizmetlerinin asgari düzeyde sunulması, acil hizmetler için personel bulundurulması ve çalışma saatlerinin iki aylık yaz döneminde azaltılması şekliyle de uygulanabilmektedir.

Siesta denilince ülkemizdeki algı “Oh, yan gelip yatıyorlar”; Kıbrıslılar, Yunanlılar, İtalyanlar ya da İspanyollar örnek verilerek “Oh, ne güzel, adamlar öğlen dükkânı kapatıp gidiyorlar” diye olaya bir tembellik vurgusu yönündedir. Bu yargı doğru değildir. Sıcak iklimlerde siesta uygulaması günlük mesaiyi iki ayrı zaman diliminde uygular. Güneşin en az etkili olduğu sabah ve aksam üstü çalışma saatleridir. Zamanı etkin kullanmak ve insan sağlığını korumak için geliştirilmiş bir uygulamadır. Bu ülkelerde çalışılan süre aynıdır. İnsanlar sıcaktan korunmuş, dinlenmiş oldukları için daha dinç ve verimlidir. Sosyal ve ekonomik yaşam geceleri daha hareketlidir. 

Sıcak kentlerin en önemli özelliği nefes alabildiği ve sosyal yaşamı sürdürebildiği saatlerin güneşin etkisini kaybettiği aksam saatlerinin olmasıdır. Günün en sıcak saatlerinde esnafın çaresizce öldürücü sıcakta müşteri beklemesi ya da devlette, bankada veya çarşıda pazarda işi olan insanların saat 4’te, 5’te kapanacak kaygısıyla öğlenin en sıcak saatlerinde işlerini sağlıkları pahasına çözme gayretleri içinde olması doğru bir yaklaşım değildir. Oysa daha düşük sıcaklığa sahip Akdeniz ülkelerinde bile o saatlerde bütün dükkânlar kapanır, sokaklar boşalır ve siestanın bitişiyle ve sıcağın etkisini kaybetmesiyle beraber aynı sokaklar, dükkânlar birdenbire kalabalıklaşır, hareketlilik başlar, pek çok Akdeniz ülkesinde akşam 9-10’dan sonra restoranlar hizmet vermeye başlarlar.

Hemen akla klimalar geliyor. “Klimalar var, çalışılan mekânlar soğuk, buna gerek yok” itirazı getirebilir. Artık günümüzde pek çok ülke küresel ısınmaya katkıda bulunmak adına iş yerlerindeki klima sayısını azaltmaya gayret ediyor. Yaz aylarında aşırı yüklenmeler nedeniyle elektrik kesintileri meydana geliyor. Enerji tüketimi aşırı derecede artıyor. Yıllar boyunca bir saatlik düzenleme yapılarak elde edilen enerji tasarrufunu haberlerde bize durmadan anlatan devlet, sıcakla mücadelede özellikle iş yerlerinin harcadığı enerjiden tasarruf etmeyi düşünmemesi oldukça ilginçtir.

Sıcaklık ve nem oranı aşırı yüksek kentlerde sıcaklarda çalışmak, üretmek, hizmet almak ya da sunmak, sağlıklı bir beden ve ruh haliyle tüm bunları yapmak gerçekten çok zor bir durumdur, insanların ve kurumların verimliliğini düşürmektedir. İstatistikler sanıldığı gibi sıcak ülkelerin insanların yaz aylarında tembellik yapmadıklarını, siesta ile zamanı daha verimli, sağlık koşullarına uygun kullandıklarını ve yaşam kalitelerini koruduklarını gösteriyor. Bu konuda alışılmış yargılarımızı kırmamız gerekiyor.

Düşük verimlilikle çalışılan sıcak saatlerde katlandığımız maliyetler “astarı yüzünden pahalıya gelmek” deyimini anımsatıyor. Bu konuda zaten biz yeterince çalışmıyoruz, “Yaz aylarında öğle tatilini uzatmak işini de nereden çıkarıyorsunuz, bu daha da az çalışmamız anlamına gelir” diyorsanız bir bilgiyi paylaşmak isterim. Haftalık çalışma saatleri sıralamasında Singapur 46,6 saatle birinci durumda ve onu, Güney Kore 46 saatle takip ediyor. Türkiye ise haftalık 45 saatle bu ülkeleri üçüncü sırada takip ediyor. ABD 33,8, Almanya 35,5, Çin 44, Kanada 36,5, Fransa ve İtalya 38 saat çalışıyor. Bu tabloya bakınca kaç saat çalıştığınız değil ne kadar verimli çalıştığınızın önemi ortaya çıkıyor.

Sanıldığı gibi sıcak ülkelerin insanları öğle uykusu yaparak tembellik yapmıyorlar. Zamanı daha verimli, sağlık koşullarına uygun kullanıyorlar. Yaşam kalitelerini koruyorlar. Eskiden bu yana “Böyle gelmiş böyle gider” düşüncesiyle ya da yaşamlarının çok az gününde güneş gören AB ülkelerinin standartlarına ve çalışma saatlerine uymak amacıyla ekonomik açıdan verimsiz ve sağlık açısından riskli bu sistemde ısrar etmenin anlamı yoktur. Mesai saatleri günü ikiye bölecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Ön yargılarımızı yıkarak bu sistemi Adana, Mersin başta olmak üzere Akdeniz ve Güneydoğu Bölgesi’nde yaz aylarında sıcağın esir aldığı şehirlerde denemek gerekir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar