ÖZGÜRLÜK
-ÇANAKKALE-
İnsanlar daha doğdukları günden itibaren gerçekliğini tartışamadığı, mutlak doğru zannettiği inançlarla büyüyor. Sonra başkasının inançlarını kendine yapılmış bir ihanet olarak görüp onlara düşmanlık ve kin besliyorlar. Yüzyıllar boyu bu algı ve inançlar sorgulanmadığı için sorgulanması gerektiği söylendiğinde insanlar karakterlerinin, davranışlarının bir ögesiymiş gibi davranıyor. Bu farkındalığın yaratılması için yapılan uyarıları ve verilen emekleri kendine yapılmış bir saldırı olarak algılıyor.
İşte, bu şartlanmışlık; beynin en büyük cezası ve mahkûmiyetidir, bir bebeğin elini kolunu bağlayıp bir odaya ya da bir hücreye kilitlemek ile eş değerdir. Her birey, çocukluktan başlayarak yaşadığı evreni yeniden ve özgürce yorumlayabilme hakkına sahip olabilmelidir. Şirin görünmek için büyüklerini kopyalayan, onların kuklası haline dönüşmüş bireyin toplumun gelişimine katkısı yoktur.
Sadece dinden bahsetmiyorum, bu koşullanmalar gelenekler, töreler, ön yargılar, toplumsal değerler dizisi olarak düşünülebilir. Cihan imparatorluğu olarak bahsedilen Osmanlı’ya duyulan hayranlık, ecdat söylemiyle yaratılan şovenizm, ırkçı söylemler de bunların bir parçasıdır. Osmanlı’nın ekonomik ve kültürel altyapısından bihaber olan insanların, savaşla kurduğu hâkimiyetten başka bildikleri hiçbir şey yoktur. Güç ve iktidar algısı sadece kaba kuvvete dayanan ilkel bir algı şeklidedir. Bu öylesine bir algıdır ki Osmanlıcılık sadece hükmetmek anlamına geliyor. Çünkü okuduğumuz tarih derslerinde bize hep bu öğretildi. “Savaştı ve yendi” şeklinde, o tarih derslerinde başka bilgi ve derinlik yoktu.
Anadolu coğrafyasında süregelmiş bir kültür çeşitliliğinin anlaşılması yerine Aleviliğin, Zerdüştlüğün ve hatta 15’inci ve 16’ncı yüzyılda İber Yarımadası’ndan ve Almanya’dan ülkemize göç etmiş olan Yahudilerin düşünce yapısının, Ermeni, Kürt ve Arap kökenli vatandaşların varlığı bu toplumsal kesim için kabul edilemez bir nefret unsuru olabilmektedir.
Özgür düşünemeyen insan esirdir.
Ancak zihni özgür olan bir insan gerçekten mutlu ve üretken olabilir.
Orta Çağ’da kiliseye başkaldıranlar engizisyonun baskılarından kurtulmak için isyan başlatan Hıristiyanlardı. Engizisyon sadece azınlıklara değil, kendi toplumları için de bir baskı aracıydı. Onun çok ötesinde ruhban sınıfı, aristokratlar ve burjuvalar halkı sömürmek amacıyla kilisenin gölgesine sığınmıştı. Bu da halkın yoksullaşmasına ve açlığa neden olan istismarlara yol açmıştı.
15’inci yüzyıldan sonra kilise egemenliğine son veren Avrupa kıtası; kültürde, sanatta, felsefede, teknoloji ve sanayide özgürleşen bireylerin artan yaratıcılıklarının bir sonucu olarak gelişti.
Toplum yaşamı din ve tarih içindeki bazı baskı veya inançların etkisiyle süregelen geleneklere bağlılıkla değil, evrensel hukukla güvence altına alınmalıdır. İnsan hakları ülke yönetimlerinden bağımsız işleyen uluslararası normlar ve dünya hukuk sistemine tabi olmalıdır. Aksi halde Trump gibi, Orban gibi siyasetçilere tapan cahil insanlardan gücünü alan yöneticiler, sistemin içine ot tıkayıp toplum düzenini içinden çıkılmaz hale getirebilir. Bunun, dünyada başka örnekleri de mevcuttur.
Neyse ki biz öyle değiliz.
Halkımız zeki, ne istediğini bilen, nasıl birini seçeceğini analiz etme yeteneği gelişmiş bir kitleden oluşuyor.
Gerçekten!