EDEBİYAT 

FANTASTİK EVRENİN KURUCUSU TOLKIEN VE YAZMA EYLEMİ

‘Yine de ağızdan çıkmış bir yemin titreyen yüreğe güç verebilir’ dedi, Gimli. ‘Ya da çökertebilir o yüreği!’ dedi, Elrond.” – J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği

Yazmak, üretmek, yepyeni bir dünya yaratabilmek büyük bir yetenek ve büyük de bir özveri gerektiriyor. Yaşadığı dönemde “edebiyat ve yazarlık üzerine tüm kalıpları yıkarak” bambaşka bir evren yaratan ve fantastik-epik tarzın ilk örneklerini veren J.R.R. Tolkien, kendisine yöneltilen hiçbir olumsuz eleştiriye kulak asmamış ve kalemini en doğru bildiği şekilde kullanmaya devam etmiştir.

O dönemde ürettiği her eser, bugünlerin fantastik edebiyat okurları tarafından, 2021’in ‘J.R.R. Tolkien Kültür ve Sanat Yılı’ olarak seçilmesine ve Tolkien’in resmen “fantastik-epik tarzın kurucusu” ilan edilmesine vesile olmuştur.

Tolkien, yazdığı eserlerle büyük bir başarı ivmesi yakalayacağını hiç hayal etmese de onun “yazarlık serüveni” uzun ve birikimlerle dolu yollardan geçiyordu.

ÜRETME VE YAZMA GÜCÜNÜN İLK TOHUMLARI

İngiliz yazar, filolog, Oxford profesörü ve şair Tolkien, Güney Afrika’nın Bloemfontein şehrinde 3 Ocak 1892 tarihinde doğmuştur. Babasının ani ölümünden sonra İngiltere’ye taşınan Tolkien ailesi, Birmingham’da yeni hayatlarına başlamışlardır. Tolkien’in olaylara ve dünyalara farklı yerlerden bakmaya başlaması bu noktadan sonra başlamıştır. Doğayı keşfetmeyi, bulduğu her kitabı okumayı çok seven Tolkien’in en sevdiği dersler, farklı ülke ve coğrafyalara ait dil dersleri olmuştur. Dört yaşındayken okuma ve yazmayı öğrenen Tolkien, altı yaşındayken Latince öğrenmeye başlamış, sekiz yaşındayken de kendi kendine oluşturduğu farklı manzara resimlerini okulunda sergileme fırsatı bulmuştur.

On iki yaşına geldiğinde neredeyse her dili bilen ve her ülkeyi özümsemiş olan Tolkien, annesinin hayata vedasının ardından bir süre kendi içine kapanmış ve bu kapanış sürecinde yeni ve ilginç diller üretmeye başlamıştır. İlk kısa öyküsünü kâğıda döken Tolkien’in “herkese anlatmak istediği dünya” artık kafasında şekillenmeye başlamıştır.

YENİ BİR DİLLE BİRLİKTE YENİ BİR EDEBİYAT İNŞA ETMEK

Latinceden sonra Galce ve Finceye merak saran Tolkien, bu dil birikimlerinin ardından Orta Dünya ve Elf Lisanı’nın en gelişmişleri olan Quenya ve Sindarin dillerini yarattı. Bu dillerle birlikte “başka bir gerçeklik durumu ve prehistorik dönemi” (Prehistorik dönem, yazının bulunmasından önceki çağları kapsar, tarihin en öncesini ifade eder.) anlatan fantastik edebiyat evreninin de inşasına başladı.

Akademik kariyerine Oxford Üniversitesi’nde ‘İngiliz Dili ve Edebiyatı’ profesörü olarak devam eden Tolkien, bitmek bilmeyen meraklarından ve araştırmacı ruhundan asla vazgeçmedi, Eski ve orta İngilizce metinleri üzerine derin araştırmalar yapmaya başladı. Bu araştırmalar farklı bir perspektif ile Orta Dünya’da bir şekilde kendisine yer bulmaya başlıyordu.

‘TOPRAKTA BİR KOVUKTA BİR HOBBIT YAŞARDI’

1937 yılında, kendi deyimiyle, “oldukça sıradan ve ruh sıkıcı” sınav kâğıtları ile meşgul olurken öğrencilerinden birinin sınav kâğıdını boş bıraktığını görür, aklından geçen ve birçok ilhamının da ürünü olan şu cümleyi kâğıda yazar:

Toprakta bir kovukta bir hobbit yaşardı…

Tolkien’in edebiyatında olaylar yoktur, karakterler vardır. Onun kafasındaki dünya, isimlerle başlar, isimler yerini bulur ve çeşitli olaylar bu isimlerden sonra meydana gelir.

Yazı yazarken, her zaman bir isimle başlarım, bana bir isim verin ve ondan bir hikâye çıkarayım, diğer türlüsü genelde olmaz.” (J.R.R. Tolkien, Yazarlık Üzerine Notlar)

Kafasındaki ilk karakterler olan Hobbitlerin ilk kitabından sonra başka Hobbitler ve hikâyeler de satırlara dökülmeye başlar. Hobbitlerin ortaya çıkışında ise, Tolkien’in hayatından izler vardır.

GEÇMİŞTEN GELEN İLHAMLAR, BİRÇOK KİTAPTA KENDİSİNE YER BULDU

Hobbitlerin yaşadıkları yer olan Çıkın Çıkmazı, Tolkien’in en sevdiği teyzesinin çiftliğinin adıydı. Çocukken ürettiği manzara resimleri ise Shire adını verdiği Hobbit köyünün tasvirini oluşturuyordu.

Küçük yaştan bu yana mitoloji kitaplarını elinden düşürmeyen Tolkien, mitoloji birikiminin artık kendi kitaplarında yer bulmasına karar vermişti.

Hobbit ruhumdu, biriktirdiklerimdi. Mitoloji ile zorunlu bir bağlantısı yoktu ama doğal olarak zihnimdeki bu baskın yapının çekimine kapıldı; bu da öykünün ilerledikçe daha büyük ve daha epik bir hal almasına yol açtı.” (J.R.R. Tolkien, Hobbit)

YAZMA VE YARATMA TUTKUSU GİDEREK BÜYÜYORDU

Hobbit ile başladığı “farklı dünyalar yaratma tutkusu”nda ısrarcı olan Tolkien, Orta Dünya’yı giderek genişletti ve çok farklı bir yere taşıdı. ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin ortaya çıkışındaki ilham noktası ise Platon’un ‘Devlet’ kitabında anlatılan ‘Gyges’in Yüzüğü’ ile paralellik gösterir.

Platon’un efsanesindeki yüzük, tamahkârsızlığı ve yıkıcı bir iktidar arzusunu simgeler. Tolkien’in yarattığı güç yüzüğü de Orta Dünya’nın kıyametini anlatır. Yani Tolkien, güç yüzükleri üzerinden yönetenlerin hırslarının, yönetilen halklar üzerindeki travmalarını gözler önüne serer.

Hepsine hükmedecek bir yüzük, hepsini o bulacak. Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak. Gölgeler içindeki Mordor Diyarı’nda!” (Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği)

TOLKIEN’İN FANTASTİK EDEBİYATTAKİ DÖNÜM NOKTASI: ORTA DÜNYA!

Orta Dünya; Tolkien’in Elfler, cüceler, Hobbitler, büyücüler, ejderhalar, krallar ve insanlar üzerinden oluşturduğu fantastik evrenin adıdır. Bu evrende büyük bir iyi-kötü dengesi vardır. Tolkien’e göre bakarsak karanlık ve aydınlık dengesi…

Tolkien, Orta Dünya’yı yaratırken gönülden bağlı olduğu Katolik inancından ve bu inancın buyruklarından büyük oranda etkilenmiş, Hıristiyanlık dininin kutsal kitabı olan İncil’deki kesitlere benzer dörtlükler ve kesitler sunarak eserlerini beslemiştir. Orta Dünya’da karanlık büyücü Sauron ve onun tüm dünyayı ele geçirecek yüzüğü bir tarafta, Sauron’a ve yüzüğe karşı duran halklar ise diğer taraftadır. Sauron güç yüzüğünü Hüküm Dağı’nın alevlerinde dövmüştür, bu alevler cehennemi temsil eder. Orta Dünya’nin Elf Diyarı olan Ayrıkvadi (Rivendell) ise cennettir. Sauron tanrıdan ve inançtan uzaktır, yolunu, ruhunu kaybetmiştir, tek amacı yönetme, yok etme ve ele geçirmedir. Yüzüğü yok etme görevini üstlenen Hobbitimiz Frodo ise en zor anlarında hep yardım bulmuş ve yüzüğü yok edip Orta Dünya’yı kıyametten kurtarmıştır. Burada da Hıristiyanlığın ve Katolisizmin “Tanrıdan yardım almadan kimse yolunu bulamaz” felsefesi karşımıza çıkar. Ayrıca ölüm ve yaşam dengesine kitaplarında sık sık değinen Tolkien’e göre bu dengeyi elinde tutan ve sağlayan en kuvvetli güç, tanrının kendisidir ve onun üzerinde bir güç ya da iktidar yoktur.

Yaşayanların birçoğu ölümü hak ediyor ve ölenlerin birçoğu da yaşamayı. Yaşamı onlara verebilir misin? Çünkü en bilge olanlar bile her şeyin sonunu göremez.” (Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği)

Tolkien bunca derin felsefe ve bilgi birikimine rağmen yaşadığı çağda kıymet görmemiş, öldükten sonra Times dergisi tarafından ‘1945’ten Bu Yana En Büyük Elli İngiliz Yazarı’ listesinde altıncı, Forbes’un ‘En Çok Kazanmış Ölü Ünlüler’ listesinde ise beşinci sırada yer almıştır. Tolkien, yarattığı lisanlarla, karakterlerine yüklediği büyük mücadelelerle ve Orta Dünya dediği aslında bizim gerçek dünyamızdan pek de farklı olmayan fantastik evrenle, biz okuyucularına hep şu mesajı vermek istemiştir: “Asla pes etmeyin ve inandığınız şeyi yapmaya devam edin!

Hiçbir isteksizliğin ve dünyevi korkunun, bizi ışığı sürekli takip etmekten alıkoymaması gerektiğine içtenlikle inanıyorum.” (J.R.R Tolkien, Edith’e Bir Mektup)

– Sam: Bunların hepsi yanlış. İşin doğrusu, burada olmamalıyız bile. Ama öyleyiz. Tıpkı büyük hikâyelerdeki gibi, Bay Frodo. Gerçekten önemli olanlardaki gibi. Karanlık ve tehlikeyle doluydular, öyle ki bazen sonunu bile bilmek istemezdiniz. Çünkü nasıl sonu mutlu olabilirdi ki… Öylesine kötü şeyler olduktan sonra, dünya nasıl eski haline dönebilirdi ki… Ama nihayetinde bu gölge geçici bir şey. Karanlık bile geçmek zorunda. Yeni bir gün doğacak ve güneş doğduğunda her zamankinden daha parlak olacak. Size dokunanlar, bu hikâyelerdi. Bir şey ifade edenler. Niçin olduğunu anlamak için çok küçük olsanız bile ama bence, Bay Frodo, ben gerçekten anlıyorum. Biliyorum artık. O hikâyelerdeki insanların geri dönmek için bir sürü fırsatı oldu ama yapmadılar çünkü bir şeye tutunuyorlardı.

– Frodo: Biz neye tutunuyoruz, Sam?

– Sam: Bu dünyada hâlâ iyilik olduğuna, Bay Frodo ve bu savaşmaya değer…” (Yüzüklerin Efendisi, İki Kule)

Tolkien’in kültür ve sanat mirası asla tek bir yıla sığmaz. O, eserlerine ustaca serpiştirdiği derin felsefelerle ve ince ironilerle yazarlığının yanı sıra büyük de bir fikir insanı olduğunu hepimize gösteriyor.

Her daim ışıklar içinde ol, ışığı kaleminde taşıyan adam!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar