YAŞAM 

BEN HER BAHAR ADANA’YA ÂŞIK OLURUM!

Ben her bahar âşık olurum. Doğup büyüdüğüm büyülü ve portakal çiçeği kokan bu şehre!

Başka şehirlerde yaşayan tanıdıklara dostlara, “Baharda gelin Adana’ya” derim her zaman!

Ve eklerim: “Aman, yazın gelmeyin!

Zira baharda âşık olduğunuz bu memleketi, yazın sevmeyebilirsiniz.

Yaz mevsiminde “güneşe kurşun sıkanlarımız” bile vardır.

Ama bu sıcaklık yalnız bu şehirde yaşayanları değil; bir kez yolu kesişmeye görsün, herkesi bağlar kendine. Adana’ya gelen, geri gidemez!

Ne hikmetse… Bunun sırrı özellikle baharda büyülü portakal çiçeği kokusunda mıdır, yoksa havaalanında indiğiniz anda başlayan kebap kokusunda mı, bilinmez.

Bir hafta ayrı kalsam özlerim memleketimi ben.

Portakal Çiçeği Karnavalı’nın gerçekleştirileceği ilk yıldı, projeyi bir TV kanalında Ali Haydar Bozkurt Bey’in anlattığını duyan kızımın beni arayıp, “Anne, televizyonu aç, bir adam konuşuyor, tıpkı senin gibi düşünüyor” demesini hiç unutmuyorum.

Evet, tıpkı benim gibi düşünüyordu karnavalın fikir önderi Ali Hayda Bozkurt Bey de, “Nisanda gelin Adana’ya” diyordu, büyülü kokuyu solumaya.

Çok da doğruydu söylediği.

Çünkü o da benim gibi doğma büyüme Adanalıydı, biliyordu Adana’nın ne zaman dayanılmaz güzellikte olduğunu!

Adanalı olmak bir başkadır… Tıpkı havası gibi sıcakkanlıdır Adanalı, misafirperverdir, ağa gönüllüdür, ağalık bu şehrin insanının kanında vardır.

Bereketli toprakları gibidir sofrası da. Misafirsiz olsun istenmez sofralar. O kadar samimidir.

Portakal Çiçeği Karnavalı’nı ben de ilk yılından beri birçok Adanalı gibi sahiplendim ve çorbada tuzum olsun diye her yıl etkinliklere elimden geldiğince emeğimi koydum.

Çünkü gerekliliğine inandım bu projenin; Adana’yı turizme kazandırmaktı amaç! Her türlü eleştiriye ve olumsuzluğa rağmen mayası tuttu bu işin. Mutluyum şehrim adına.

İnsanları bağlayan bir yanı vardır bu şehrin.

Amerikalı bir arkadaşım var; zamanında Tarsus Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yapmak için gelmiş. Geliş, o geliş. Bir daha dönmemiş ülkesine. Memleketinde çocukları, torunları var; ne gam, gitmek istemiyor.

Erte Atölye’ yıllarımda resimde çok öğrenci yetiştirdim. Yabancı öğrencilerim de oldu. Amerikalı, Alman, Rus… Bazıları hâlâ buradalar ama ayrılanlarımız da oldu. Adana’ya olan özlemlerini hâlâ dile getirir dururlar.

Öte yandan yanlış bir imajı da vardır Adana’nın ve Adanalının.

Bana çokça kurulmuştur şu cümle şehir dışında olduğum zamanlarda:

Siz, gerçekten Adanalı mısınız? İnanmıyorum!

Adanalı olmanın nasıl bir şey olduğunu bir kez olsun Adana’ya giderek öğrenmek gerekir.

Özgür bir şehirdir Adana her şeyden önemlisi, insanları bağnaz değildir.

Bundandır Adana’dan çokça sanatçının çıkmış olması. Çünkü sanat, özgürlük ister her şeyden önce. Örneğin, diğer birçok şehirdekinden daha özgürdür Adanalı kadınlar.

Bunun ayrımını iki şehirde büyümüş bir birey olarak gayet iyi yapabiliyorum.

Zira babam, doğma büyüme Adanalı, annemse Kayseriliydi. Biz çocukluğumuzda her yaz mevsiminde Kayseri’ye giderdik.

Biz üç kız kardeştik. Babamın bir gün bile, “Keşke bir oğlum olsaydı” dediğini duymadım.

Annem üçüncü kızını doğurduğunda, üç gül alıp gelmiş babam, “Üç gülümüz oldu” demiş anneme. Annemse uzun yıllar üzülmüştür bir oğlunun olmayışına!

Osmanlı kültürü hâkimdir çünkü Kayseri’de. Oğlan anası olmak önemlidir!

Biz her yaz, anneannemin yanına giderdik kırmızı trenle. Annem üzülürdü niye kocası götürmüyor da kadın başına yolluyor diye. Kayseri’de yetişmiş birisi olarak düşündüğü için…

Bunun, babamın ona olan saygısı, güveni, sevgisi olduğunu fark edemezdi!

Hâlâ annemin hemcinsleri kocalarının refakati olmadan çıkamazlar şehir dışına.

Coğrafi olarak birbirine bu kadar yakın iki şehir ve açık ara zihniyet farkı.

Bilmem, anlatabiliyor muyum?

İyi ki Adanalıyım” derim o yüzden, Adana’ya her dönüşümde!

İyi ki…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar