EDEBİYAT 

KIRK DÖRT YILLIK BİR DOSTLUK; LİVANELİ ANLATIMIYLA ‘YAŞAR KEMAL’

Bir halkın büyük yazarı olmak belki mümkün de, bir halkın onuru olmak kolay değil. Yaşar Kemal bu halkın onuruydu ve insanlığın da çok büyük ustalarından birisiydi.” – Zülfü Livaneli

28 Şubat 2021. Kış mevsiminin son günü artık. Zaman ne çabuk geçiyor. Her ne kadar akıp giden zamana ayak uydurmaya çalışsak da (ya da uydurduğumuzu zannetsek de) bir yerlerde takılıp kalıyoruz. Takvimlerde bir mevsim daha biterken Yaşar Kemal’in vefatının üzerinden altı sene geçmiş… Edebiyatımızdan bir kalem daha eksik artık altı senedir. Bu eksikliği dolduran kırktan fazla eser, hakkında yazılmış çok sayıda yazı ve onunla birlikte şekillenen bir edebiyat dünyası var. Bu yazıda Yaşar Kemal ile aralarında kırk yılı aşkın dostluk bağı bulunan bir ismin gözünden, kaleminden Yaşar Kemal dünyasını aktarmaya çalışacağım. O isim Zülfü Livaneli

Doğum tarihi bazı biyografilerde 1923, bazılarında 1926 olarak geçse de Osmaniye’nin Kadirli ilçesinin Hemite köyünde dünyaya gelen, folklor araştırmacısı, kırktan fazla esere imza atan yazar, düşünür, kültür adamı, dost ve insan olan Yaşar Kemal’i anlatıyor Livaneli bize…

Yaşar Kemal’in vefatının ardından bir boşluk içine düştüğünü dile getiren Livaneli, uzunca bir süre televizyonlara çıkmadığını, röportaj vermediğini fakat aradan geçen zamanın ardından kendi üzerinde Yaşar Kemal’i anlatma sorumluluğunu hissederek ‘Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal’ adlı kitabına başladığını belirtir:

Onun ölümünün ardından içine düştüğüm dipsiz kuyuyu anlatmak gereksiz ama bu trajik ölümün üzerinden bir yıl geçtikten sonra bile her sabah ona telefon etme isteğiyle uyanmam, kırk dört yıllık yakın dostluğun ve yaşadığımız unutulmaz günlerin yüreğime vurduğu bir mühür olmalı.” (Livaneli, 2016: 16)

Dile kolay, neticede kırk dört yıllık süregelen bir dostluk… Yurt içinde ve yurt dışında yaşanan unutulmaz günler ve o günlerde biriken anlar/anılar… Hangi kelimeler anlatabilir yitip giden bir dostun hikâyesini? Hangi kitap, kaç sayfayla kapak açar böyle bir hikâyeye?

Livaneli, “rahmetli diyemediğim tek insan” olarak adlandırdığı Yaşar Kemal’in vefatının ardından “Bugün ben kırk dört yıllık bir dostumu kaybettim. En yakın dostumu kaybettim ama aynı zamanda insanlık da çok büyük bir evladını kaybetti. Bir devir kapandı ama kitaplarıyla yaşamaya devam edecek.” açıklamasında bulunur.

Kırk dört yıla sığdırılan yaşanmışlıkları “Yaşar Abi’yle hayatımızın kırk dört yılı birlikte geçti, kötü günler gördük, iyi günler gördük; gurbet acısı, ölüm acısı, parasızlık, hapis, linç, zulüm gördük. (…) Bunca yıl ve bunca dert içinde, en çok ne yaptınız denirse buna cevabım; türkü söyledik, edebiyat konuştuk, güldük olur. Gerçekten bunları yaptık.” (Livaneli, 2016: 17) sözleriyle dile getiren Livaneli, aralarındaki ilişkiyi şu şekilde değerlendirir:

Bizim gibi iki ayrı aile tipinden, iki ayrı yaşam biçiminden ve yaş farkı, kuşak farkı olan iki insanın kırk dört yıl boyunca bu derece yakın olması, hiç ayrılmaması, hayat boyu çok yakın bir dostluk sürdürmesi üzerinde de durduk. Sanat âleminde benzeri pek yoktur bunun. Sadece kişisel özelliklerle, sadece sevgiyle, abi-kardeş ilişkisiyle açıklanamaz.” (Köse, 2019: 55)

Livaneli, Yaşar Kemal’in edebiyat tarihi açısından önemini “Bu dünyanın en büyük yaratıcılarından birisi, Yaşar Kemal adıyla Türkiye’ye nasip olmuştur.” (Livaneli, 2016: 68) sözüyle vurgularken, “Yaşar Kemal bu büyük edebi geleneğin çocuğu olarak, kültür çölünde bir nehir gibiydi ve romanlarını bir okyanus gibi yazıyordu.” (Livaneli, 2016: 26) sözleriyle de yazarın zengin edebi gelenek içinde yetişip Doğu edebiyatının anlatı geleneğini yansıtması açısından önemini dile getirir.

Yaşar Kemal’in kültür birikiminde ve köklü edebi geleneğinin oluşumunda halk kültürünün etkisi ne kadar fazla ise bireysel kaynakların etkisi de o kadar fazladır. Livaneli, bu kaynaklar arasında Homeros, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Cervantes, Stendhal, Çehov gibi isimleri sayarken onun halk kültürüne bağlı olmasını, geleneğin içinde yetişip sağlam temellerle kendini inşa etmesini şu şekilde değerlendirir:

Bu özelliği Yaşar Kemal’in yazı diline de rengini vermiştir. Onun diline ritmini, düşüncesini, metafor gücünü veren bu özelliğidir. Anadolu, biliyorsun, dil olarak müthiş bir zenginliğin memleketidir. Bu büyük birikime, Anadolu diline yaslandığın zaman, Toros Dağları’na arkanı dayamış olursun. Ancak öyle Yaşar Kemal olunabiliyor. Yaşar Kemal gelenekle yeni olanın mükemmel bir bileşimidir.” (Köse, 2019: 56)

Abidin Dino’nun yaptığı resimleri Adana sürgününde tanıdığı 17 yaşındaki “köylü delikanlı” Yaşar Kemal’in görüşlerini önemseyerek onun beğenisine sunması, iyi dediği resimleri tutup kötü dediği resimleri atması, Yaşar Kemal’in ifadesiyle “cığcık kilim”lerin, kökün ve motiflerin etkisindendi. (Köse, 2019: 57) Livaneli de Yaşar Kemal’in halk değerlerine, halk inanışlarına olan bağlılığını ve saygısını onun kişisel özelliklerinden yola çıkarak anlatır:

Kazara iki leblebi versen, tabağına iki zeytin koysan almaz, üç olmasını isterdi. Her şey üç olacaktı. Onun sayısı üçtü. Salı günleri de yeni bir işe kalkışmaz, çok gerekli değilse evden bile çıkmazdı. Boş inanç değildi bunlar. Halkın değerleriyle öylesine yoğrulmuştu ki, Anadolu’nun kadim geleneklerine saygı gösteriyordu.” (Livaneli, 2016: 84)

Livaneli, Yaşar Kemal’in “Çukurovalı olarak algılanmasına rağmen”, “renkli bir İstanbul karakteri” olarak onun kültür taşıyıcılığını şu şekilde değerlendirir:

Bu şehre Çukurova adındaki mikrokozmosun doğasını, kokusunu, insanını, kartallarını, ceylanlarını, turaç kuşlarını, ölmez otlarını, göçerlerini, masallarını, hayallerini taşımış, bunları modern romanla harman ettiği bir mitos atmosferinde tekrar yaratmıştı.” (Livaneli, 2016: 16)

Livaneli, geçen zaman içerisinde Yaşar Kemal’in kendisine olan katkısını ise şu sözleriyle ifade eder:

Yaşar Kemal bana edebiyatta, müzikte, resimde, hangi dalda olursa olsun oyun oynamamayı öğretti. Bu ne anlama geliyor? Sanatta oyun oynamamak ne demek?

Her çağın insanı, değişik etkilere, deyim yerindeyse modalara kapılıyor. Özellikle kitabın, sanatın meta haline dönüştüğü bir dönemde, dünyada akımlar modalar yaratılıyor. (…) Biri geliyor biri gidiyor. Yaşar Kemal ilk gençlik yıllarımdan beri bana, bu akımlara kapılmamayı, modalara aldırış etmemeyi, köke sadık kalmanın önemini anlattı.

(…) Yaşar Kemal bunları anlatarak, genç yaşımda beni sanat cinlerine karşı koruyacak bir zırh giydirdi. Bu zırh sayesinde müzikte de oyun oynamamayı, aynı şekilde köke gitmeyi, binlerce yıllık gelenekten ayrılmamayı, bu ulu nehre bir şey katabilirsem bunun ancak bir damla olabileceğini öğrendim.” (Livaneli, 2016: 51)

Adı-soyadı: Yaşar Kemal (Kemal Sadık Gökçeli). 1926’da açılan parantez onun için 28 Şubat 2015’te kapansa da okur dünyasında daima yaşayacağını düşündüğüm bir yazar… Behçet Necatigil’in ‘Kitaplarda Ölmek’ şiirinde “Parantezin içindeki çizgi / Ne varsa orda / Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci / Ne varsa orda” şeklindeki kısa bir çizgiye sığdırdığı şeylerle, belki de daha fazlasıyla yaşayacak Yaşar Kemal… “En büyük özlemi(nin), kardeşin kardeşi öldürmediği, herkesin barış ve mutluluk içinde birbirine saygı göstererek yaşadığı bir Türkiye’ye ulaşmak” (Livaneli, 2016: 39) olan Yaşar Kemal, “baharda kokan portakal çiçeklerinde” ve sarı sıcak Çukurova anlatılarında daima yaşayacak…

O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.

KAYNAKLAR:

  • Köse, Zafer (2019). ‘Livaneli’nin Penceresinden – Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında’, İstanbul: Doğan Kitap.
  • Livaneli, Zülfü (2016). ‘Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal’, İstanbul: Doğan Kitap.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar