YAŞAM 

‘SESSİZLİKLE’ YIKIYORUZ İÇİMİZİ; İLKYAZ SÜRGÜNÜ HEP İÇİMİZ…

Gün ışımak üzere. Doğa uyandı uyanacak. Cemreler düşeli çok oldu. Martta kar yağdı toprağımıza, nisanda yağmur fırtınası eksik olmadı. Çok üşüdük. Titredi yalnızlığımız. Hint şair Rabindranath Tagore gibi “sessizlikle” yıkayıp durduk içimizi. İçimiz dışımız bir olamadı bir türlü, hep gizli kaldık. Çığlığımız benliğimizin duvarlarında yankılandı.

Erdal Atabek’in dizeleri ne de güzel anlatıyordu duygularımızı:

Tohumdun/ toprağa sürdüler seni. // Akarsuydun/ yüzlerine sürdüler seni/ ışıdı yüzleri/ doğan güneşe karşı. // İnsana sürdüler seni/ ağaçlara sürdüler. // Yeşil dal uçlarında/ bahar sürgünü doğmaların/ bundandır.

Dışımız bahar, içimiz sürgündü. Sürüldük ömür boyu. Hangi takvim yaprağının rüzgârıyla savrulacağımızı bilemedik. Nihayetinde bahar sürgünü olduk. “Yeşil dal uçlarında” sürgün verdik. İlkyazı bekledik, ilkyazı bekliyoruz.

* * *

Gün ışıdı ışıyacak. Şiirin saadetiyle doğacak güneş. Dağların karı eriyor. Eriyişin gümbürtüsü akarsuyumuzu coşturuyor. Beyazdan yeşile dönüyor tabiatın rengi. Parçalı bulutlu halimiz güneşli umutlu hale dönüşüyor.

Ataol Behramoğlu’nun dizeleri sanki bize şiirli uyanışımızı müjdeliyor:

Her şey şiirdir, uğultusu rüzgârın/ bir ırmağa usulcacık yağan kar/ her gece okunan bir dua, çocuklukta/ gökyüzünde bölük bölük turnalar. // Her şey şiirdir, sevinç ve keder/ dünyada olmak duygusu/ kıyıda, ıssız kayalarda/ kendi başına ışıldayan su. // Her şey şiirdir, şimdi, şu anda/ ak kâğıt üstünde dolanan elim/ karşıki avluda salınan söğüt/ yandaki odada uyuyan bebeğim.

Uyanıyoruz, şiirle geriniyoruz.

Mevsimin uyanışı gibi, “yeşil dal uçlarında” yeniden doğuyoruz.

Sabaha şiirli merhabalar giydiriyoruz.

Yugoslav şair Vasko Popa gibi sevdiceğimizin elindeki güneşe dokunuyoruz:

Avuçlarında senin/ güneş suyu içer kuşlar. // (…) // Işır, ışır avuçlarında senin/ o iki karış toprağımız/ gün tepelerde gecikince.

* * *

Gün tepelerde gecikmiyor. Işıyor yüzümüz, toprağımız kara kışı aşıyor. Cemreler cemresi uyanışımız sanki tabiatın nakkaşı gibi yeryüzünün umudunu süslüyor bize. Umudumuz uyanıyor. Umudun uykusu hafif.

Sevdiceğimiz yan odada uyurken, bir kalem sabahın seher vaktinde sözcükleri ahenkle sıralarken bir şair de şiirlerini dizeliyor. Yunan şair Meleagros, sevdiceği Heliodora için çiçekler bırakıyor sabahın serinliğine:

Ak menekşeler getireceğim/ yumuşak nergisler/ gülen zambaklar/ el değmemiş çiğdem/ karanlık sümbül/ ve aşk yüklü güller. // Bir bir dizeceğim bunları senin için/ sonra saçlarına savuracağım/ aydınlık yapraklarını çiçeklerin.

Baharın çiçekleri mis gibi kokuyor. Tabiat uyanıyor, gün ışıyor, işçiler çalışmaya başladılar bile. Çekiç sesleri doğanın gümbürtüsüne karışıyor. Ben yeni bir güne karışıyorum.

Şairler ve onların dizeleri hep yol arkadaşım:

Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor/ sende seyrediyorum denizlerin en mavisini/ ormanların en kuytusunu sende görmekteyim/ senden kopardım çiçeklerin en solmazını/ toprakların en bereketlisini sende sürdüm/ sende tattım yemişlerin cümlesini.” (Cahit Sıtkı Tarancı)

* * *

Gün ışıdı. Çekiç sesleri gümbür gümbür. “Yeşil dal uçlarında” bahar sürgünü doğuyoruz biz de. Bahar uyanıyor. Baharın uyanışı, sevdiceğimizin uyanışına karışıyor.

Bir bahar sabahında Orhan Veli Kanık gibi hissediyorum:

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar;/ karşı damda bir güneş parçası,/ içimde kuş cıvıltıları, şarkılar;/ bağıra çağıra düşerim yollara;/ döner döner durur başım havalarda. // Sanırım ki günler hep güzel gidecek;/ her sabah böyle bahar;/ ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum./ Derim ki: ‘Sıkıntılar duradursun!’/ Şairliğimle yetinir,/ avunurum.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar