YAŞAM 

RÜZGÂRIN ŞEN FISILTISI

Avrupa’da öğrencilikle geçirdiğim yedi yılın ardından Nil Nehri’nin kıyısındaki o küçük köyde yaşayan ailemin yanına büyük bir özlemle dönmüştüm. Çok geçmeden “balıkların soğuktan öldüğü” o diyarlarda kaybettiğim ailenin samimi sıcaklığını, sanki içimde bir parça buz eriyormuş gibi, içimin donmuş bir kısmının üzerinde güneş ışıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.

Rüzgârı dinledim dikkat kesilip: Aslında bu ses de yabancı değildi bana, köyümüzde şen bir fısıltı olan bu ses… Palmiye ağaçlarının arasından geçen rüzgârla mısır tarlalarının arasından süzülen rüzgâr farklıdır.” Doğanın bütün seslerini anlattığı satırlarda, bu seslerin ve köyünün onun güvende hissetmesini sağladığını anlatır yazar Tayeb Salih.

Dedeme gidiyorum; bana kırk yıl önceki, elli yıl önceki, hatta seksen yıl önceki hayattan bahsediyor ve emniyet duygum kuvvetleniyor. Dedemi çok severim, o da beni sever. Ne zaman uzaklara gitsem, ne zaman aile hasreti beni mağlup etse rüyalarımda onu görür ona anlatırım, dedem de bana gülümser.

Yakıcı bir sömürge ülkesi olma halinden çıkamamış Sudanlı insanların zihninde kilitli kalmış yanlarını akıcı bir dille ve kabullenişin zihin içinde saklı utancını anlatan bir kitap. Anlatıcı; “Mustafa Sait” isimli “hiçbir yere ait olmayan” üstün zekâlı ama kalpsiz ve ruhsuz şahsiyetin etrafında entelektüel bir tartışma başlatır. Çölde geçen bir yolculuğun insan zihnine oynadığı oyunları ve karşılaştıkları insan durumlarını, karşılıklı konuşmaları anlattığı bölümde şöyle der anlatıcı: “Tanrım, orada gölge mi var?” Bu topraklarda peygamberlerden başka kimse yetişmez. Bu kuraklığı yalnızca gökyüzü iyileştirebilir.

Sudanlı kadınların kendi üzerlerinde hiç söz hakkına sahip olmadıklarını, erkekler gibi sünnet edildiğini anlatır kitap. Dul bir kadının seçme hakkı yoktur, evlenmek istemese de babasının, babası yoksa erkek kardeşlerinin sözü geçerlidir. Böyle bir evliliği anlatır kitabında Tayeb Salih. Zorla evlendirilen dul bir kadının, kocasını ve kendisini nasıl öldürdüğünü anlatan bölümler oldukça yakıcı.

Bölge delegesi olan İngiliz’in tüm İngiliz adaları üzerinde tam yetkisi vardı ve hizmetkârlarla dolu, askerler tarafından korunan kocaman bir sarayda yaşıyordu. Tanrıymış gibi davranıyordu. Ülkenin yerli halkını orta düzey devlet memuru yapıp vergi toplama işini bizlere yaptırırlardı. “Halkın kızgınlığı bize, sevgisi sömürgecilere olan nefret tohumları ektiler” diye anlatıyor yaşlı bir adam, bir grup sohbetinde… Ülke bağımsızlığına kavuştu, değil mi? Kendi ülkemizde özgürleşebildik mi? Emin ol, yine de bizi uzaktan yönetiyorlar. Yaşlı adamın şu sözleri ise çok çarpıcı: “Çünkü arkalarında onlar gibi insanlar bıraktılar…

Kaynak: Tayeb Salih, ‘Kuzeye Göç Mevsimi’

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar