YAŞAM 

‘SESSİZLİK YİYOR, SESSİZLİK İÇİYORUZ; SESSİZLİKTE ÖLÜYORUZ’

Ne Şilili şair Pablo Neruda’nın Nâzım Hikmet’e sunduğu “güz çelenkleri”, ne İspanyol şair Miguel Hernández’in çığlık çığlığa dökülen sözcükleri dindirebiliyor içimdeki hüznü.

Kasım bitiyor ve “aralık aralık” aralıyoruz kış mevsiminin yüreğimizi ısıtacak perdelerini; kış güneşini evimize alıyoruz, uzun tutmak istiyoruz bir müddet daha yüreğimizdeki “sıcak” iklimi.

Neruda, Nâzım için, “Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum/ ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan” diyor.

Hernández ise, şu dizeleri yazıyor, bakışlarında mevsimin gözyaşları:

Bugün yeni baştan yeşeriyor kupkuru diken/ bugün ağıt yakma günü benim krallığımda/ bugün çöker yüreğime umutsuzluk/ kurşun gibi tükenmiş.

YÜREKTE HÜZÜN SÖNECEK Mİ?

Koronavirüs günleri ömrümüzden tüm güzellikleri çalarken, bizler en yakınımızdakilerin zamansız gidişlerine içli içli üzülürken; bu ölüm mevsiminin ne zaman sonlanacağını bir türlü kestiremiyoruz.

Baharı karşıladık ilkin; ama martı, nisanı, mayısı yaşayamadık. Şimdi güzü uğurluyoruz hüzün takviminden; ruhumuz rüzgârda savrulan gazeller gibi. Yüreğimizdeki gazeller ise ağıda dönüştü, için için ağlatıyor bizi.

İçimiz yalnız, hislerimiz yalnız, biz yapayalnızız. Yalnızlaştık. Daha da yalnızlaşacağız. Kendimizle baş başayız. Yanımızda kimse yok. Bu mücadeleden tek başımıza çıkacağız. Ya öleceğiz… Ya da inadına yaşayacağız…

Rus şair Ivan Bunin gibi, bir umutla, yürekteki hüznü söndüreceğiz:

Gün gelir, yürekte hüzün de söner artık/ ne mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde/ düşler de, anımsayışlar da silinir gitgide/ kalır sadece, her şeyi bağışlatan bir uzaklık.

‘BEYAZDIR ÖLÜMÜN GÜNEŞLERİ’

Ne kadar üzüntülü geçiyor günler/ artık ne ateşler ısıtır beni/ ne güneşler yüzüme gülümser” diyen İsviçreli şair Hermann Hesse gibiyiz şimdi.

Beyazdır ölümün güneşleri/ çocuklarımızın saçları gibi” diyen Rumen şair Paul Celan’a benziyoruz ne zamandır.

Her insanın ölümü/ kim olursa olsun/ beni eksiltir/ çünkü ben insanlıkla iç içeyim/ bu yüzden asla sorma/ çanlar kimin için çalıyor diye/ çanlar senin için çalıyor” diyen İngiliz şair John Donne gibi söyleniyoruz kendi kendimize.

Ve Portekizli şair Egito Gonçalves gibi, sessizliğimizdeki yorgunluğumuzu anlatmaya çalışıyoruz insanlara:

Nasıl yorgunuz sessizlikte/ nasıl sessizlik yiyor, sessizlik içiyoruz/ nasıl yaralanıyoruz sessizlikte/ ve nasıl ölüyoruz. // Bu kentte direniş var/ bombaların yıktığı bu kentte/ su azalırken, yiyecek tükenirken/ öfke çoğalıyor, umut artıyor şimdi.

‘BEKLE, KİMSELER BEKLEMEZKEN’

Covid-19 öldürüyor. Hem de hemen öldürüyor! Hiç ummadığımız bir anda yakalayıveriyor. Yatırıyor, götürüyor, yakınlarımızla bile vedalaştırmıyor. Mezarlar kazılıyor şehirlerde, kaderimiz orada yazılıyor ve biz ölüyoruz. Üstelik yaşamayı çok istediğimiz bir anda koparılıyoruz hayattan.

Ama umutsuzluğa yer yok, tıpkı Rus şair Konstantin Simonov gibi, geçmesini bekliyoruz bugünlerin:

Bekle beni, döneceğim/ bütün gücünle bekle./ Bekle sarı yağmurlar/ hüzün getirdiğinde./ Bekle karda, tipide/ bekle bunaltırken sıcak/ bekle, kimseler beklemezken/ geçmişi unutarak./ Bekle, uzak yerlerden/ mektup gelmez olduğunda/ bekle, birlikte bekleyenler/ beklemekten usandığında.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar