YAŞAM 

ŞAİR TUTULUR; ‘SONBAHAR OLURUZ, SONRASI HİÇ’

Bir tutulma anıdır şimdi. Önce Güneş, sonra Ay tutulur. Takvimlerden kasımdır. Sonbahar güneşi altında yüreğimiz demlenirken, önce Güneş’in tutulma anına tanıklık etmişizdir; ardından bir gece vakti ay ile yıkanırken ruhumuz, Ay’ın tutulması gerçekleşiverir.

Gün tutulur, gece tutulur. Kasım gün gün ilerlerken takviminde, mevsimler yaş dökerken sağanak sağanak, dünle yarının orta yerinde bir başımızayızdır. Yalnızlık, ruhumuzda fırtınalar koparır; çığlık çığlığa şiirler, hüznümüzü doruğa çıkarır.

Biz bir kasım sarhoşluğunda bir şair tutulması yaşamaya başlarız, yüreğimiz hayalle gerçek arasında kalıverir:

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç/ ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını/ neden akşam oluyorum tren kalkınca/ kırlangıçlar birdenbire çekip gidince/ mendiller sallanınca neden tıkanıyorum/ öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki/ az önceki çiçekler nasıl da diken diken/ gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

* * *

Şair tutulur, sonbahar tutulur. Geçmişte “tutulma” ile ilgili kurulmuş cümleler yeniden ortaya dökülüverir.

Tutulursun” der biri:

Yoldan geçen birine tutulursun bazen. Oğlanın kirpikleri kıvırcıktır, fena olursun. Kızın eteği sallanır, senin dengen bozulur. Biri geçer yoldan bazen, bu hayat karşısında ‘tam tutulma’ denen hadise gerçekleşir, Güneş’in görünmez olur. Ah! O bir anlık karanlıkta neler, cancağızım, ah neler olur…

Daha neler neler dökülür geçmişin defterlerinden…

Gün tutulmayı sürdürür, gece tutulmayı sürdürür.

Tutulmayla ilgili sözcükler de dökülmeye devam eder, tutulma anını adeta hikâyeleştiriverir:

Kalleş bir gölge, ağır ağır sokuldu dolunayın nurdan yüzüne… Ve birkaç dakika içinde kara bir şal gibi tamamen örttü üzerini gece güneşinin… Bir süre kıvranıp durdu ay ışığı, sonra tutulup kaldı aniden… Ölü bedenlere can veren o ürpertici buğusu hoyratça gölgelendi. Karanlık, hükümranlığını ilan etti dağ yamaçlarında… Bozkır, siyaha teslim oldu. Ay tutuldu, dilimiz tutulmuşçasına şaşırtarak bizi…

* * *

Gün gün hüzün tutulur, gün gün umut tutulur. Sonbahar ağaçlarının sarı gazelleri rüzgârın sesiyle yankılanır gökyüzünde. Gökyüzü savrulur yeryüzüne, ruhumuzun yaprakları dört bir yana dökülür.

Güneş tutulur, Ay tutulur. Bazı sözcükler bazı cümlelerin arasında unutulur. Kaybolur günün anlam ve önemi. Akıl tutulması yaşanır. Kavramlar karışır birbirine, düşünceler karmakarışık bir hal alır. Tutulup kalırız öylece.

Gün tutulur, gece tutulur. Gecenin simsiyah koynunda güneşin rengi uyutulur. Sabah tutulur, öğle tutulur. Güneş, rengini bekler. Sonbaharın renk cümbüşü güneşi bekler. Nafile bir bekleyiştir…

Tutulma gün gün devam eder. Kopan takvim yaprakları gün gün yerleştirilir geçmişin albümüne. Fotoğraflardaki renklerimiz de tutulur, siyah beyaz olur rengimiz. Siyah beyaz hatıralarda tutuluruz.

Gün gün tutulmayı sürdürürüz, gün gün devam eder yapraklarımız dökülmeye.

* * *

Güneş tutuldu, Ay tutuldu. Günlerimiz, gecelerimiz tutulmayı sürdürdü. Şair tutulması devam ediyor. Şiirler, belki de tutulmuşluğumuzun tek kanıtı.

Her şey apaçık ortada…

Kasım güneşi içimizi ısıtıyor, dolunay gecemizde “puslu haleler saçan sihirli bir gümüş lira gibi”…

Ve işte, şiirin devamı:

Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz/ günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı/ oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı/ kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı/ nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu/ gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar