POLİTİKA TOPLUM 

TESETTÜR

Tesettür, Arapça “sitır” kelimesinden türetilmiş, koruma, kendini gizleme, gizlenme anlamına gelmektedir.

Ülkemizde gündem öylesine hızlı değişiyor ki hiçbir konuyu derinlemesine hatırlayıp düşünmüyoruz.

Bugün yaşadıklarımızın büyük kısmını aynısıyla 70 yıl önceki Demokrat Parti iktidarında da yaşadık. Ama her şehirde en önemli yerlere “Adnan Menderes” adı konmakta ve büyük bir kitle onu bir kahraman ve demokrasi şehidi zannetmektedir. 10 yıl sürmüş fakat henüz 6 yıl içinde tükenmiş bir iktidar, ardından 1960 darbesine maruz kalmış bir ülke yarattı, tarih daha da kötü bir şekilde tekerrür ediyor. Tıpkı bugünkü gibi; gazeteciler tutuklanmış, halk açlık ve yoksullukla boğuşmuş, borçlar ödenemeyecek duruma gelmiş, hukuk ayaklar altına alınmış, partizanlık, liyakatsizlik, dış politikada itibarsızlık her şey dün gibi ama dünün kahramanlık hikâyelerine kimse ses çıkarmıyor. Birkaç yazar, tarihçi gerçekleri yazıyor ama okuyan bir avuç insan. Büyük çoğunluğun iç dünyasında kültürsüz, popülist bir yönetici hâlâ idol. (Kaynak: ‘Demokrat Parti’, Turan Akıncı)

Okuma alışkanlığı düşük, şarlatanların söyledikleriyle kolayca kandırılan büyük kitleler ülkenin kaderini belirliyor.

Halkı gittikçe mutsuzlaşan, akıllı insan yetiştiremeyen, eğitim sistemini geliştirmeyen, kafası karışık, cinselliğini özgürce yaşayamayan, bir yandan tabuların cenderesinden kurtulamamış, diğer yandan dürtülerinin tutsağı olan, sağlıklı beslenemeyen bir toplumun ne sosyal ne ekonomik ne de teknolojik olarak yeterince gelişim sağlaması mümkündür. Çok boyutlu düşünmek yerine tekdüze ve saplantılı yargıların tutsağı olmuş, Orta Doğu’nun ahlaki değerlerini din olarak sunan ve normalliği sürekli erteleyen ve sıklıkla geri dönüşler yaşayan ülkemizin insanları, bir avuç pedofili sapık ve kadın düşmanı katillerin evde, arazide, sokakta ulu orta cinayetler işleyen bir kültürün iktidarda olduğunu ne kadar da geç anladı. Dini fetvalarla köleliği benimsetmeye çalışan sisteme hâlâ hoşgörüyle bakmaktan vazgeçemeyenler, özgürlük adına bu hasta insanların arsızlıkları karşısında bir de şaşırıp kalıyor.

Özgürlükler bağlamında ele alınan bazı konular, gerçek bağlamından çok farklı anlamlar taşımaktadır.

Onlardan biri de çeyrek asırdır ülkenin devamlılık arz eden konusu “başörtüsü”dür. Devleti yönetenleri çeyrek asırdır oyalayıp her seçimde seçim malzemesi olarak kullanılmaktadır. Koca koca adamların kötü niyetli beyinlerinin bir ürünüdür bu konu.

Toplumumuzun bugünkü halini en iyi tanımlayan görüntü, zaman zaman sosyal medyada paylaşılan türban altında mini şortlu ya da altta ne olursa olsun kafada türban olsun giyim tarzıdır. İşte, bağlamından kopmuş başörtülü Barbie tarzı, bu kafa karışıklığı insani ihtiyaçlarla din kültürünün sentezlenmiş ürünüdür. Eğer akıllı insan yaratan eğitim sistemi olsaydı böyle bir görüntüyü sadece marjinal aykırılık olarak görürdük ve hoşgörü ile karşılardık. İnsan gördüklerinde, duyduklarında mantık aramıyorsa böyle garipliklerin yaşanması sürpriz değil.

21’inci yüzyılda tanrının kadının tesettüre girmesini istediği mantığına onaylatmış bir aklın evrensel hukuk normlarını talep etmesi mümkün mü? Kafasında garip bir dünya, akla mantığa aykırı bir tanrı tasarlamış insanlar tarih boyunca toplumlara çok büyük acılar yaşatmıştır.

Kadın-erkek hiyerarşisini şirazesinden çıkarmış yapı, sözüm ona sanat sosyetesinin çığırından çıkmış, sorumsuzca cıvıklıkları bu şirazeyi muhafazakâr sosyeteye sahtekârca sunuyor, bu inanç tüccarlığının yetmediği durumlarda bu kitleye daha fazla nefer katmak için moda terimle alttan pompalanan açılımdır. Nasıl olsa amaca gidilen yolda her şey mubahtır.

İşte şu, “başörtüsü” denen şey aslında kadının üzerinden oynanan siyasal oyunun adıdır.

Esasen başörtüsünü de kapsayan tesettür giyim tarzı yanlış bir şekilde, sadece “türban” ya da genel söylemiyle “başörtüsü” olarak adlandırılarak basite indirgenmektedir. Asıl sorun, kadının vücudunu ayıp, günah sayan gerici anlayıştır. Baştan aşağıya çok rüküş bir şekilde kadını aptal yerine koyan kapanmaya mahkûm eden tesettür yeni tarz bir giyimdir.

Manken Gülay Pınarbaşı ile 1993’te başlayan bu dinsel ahlak şovu, topluma yeni tarz dindarlıkla yıllarca doğal bir talepmiş gibi çok büyük bir ustalıkla pompalandı. Ülkeyi 28 Şubat’a sürükleyen laiklik karşıtı söylemlere, darbe karşıtı söylemler de eklenince, 28 Şubat’taki MGK bildirisi gerici çevrede istenen mağduriyet kozunu vermiş oldu. Kadın üzerinden oynanan bu oyun ABD’nin ılımlı İslam modelinin bir vitrini olarak diğer Müslüman ülkelere ABD tarafından model olarak gösterildi. Ülkemizde böyle bir kapanma modeli yoktu. Olanlar ise ihmal edilebilir seviyede ve dikkate bile alınamayacak sayıdaydı.

Bir insanın başka insanlar üzerinde yarattığı ilk algıyı görüntüsü belirler. Toplumlar için de bu aynıdır. Geri kalmışlık algısında insanların görüntüsü belirleyici rol oynar. Bütün bunların salt özgürlük bağlamında değerlendirilmesini doğru bulmuyorum, bu kültürel bir yansımadır. Ülkemizin saygınlığı üzerindeki olumsuz etkisi, pasaport kontrollerinde karşılaşılan olumsuzluklar bu algının sonuçlarıdır. Biz toplum olarak Arap ve Doğu’daki Müslüman ülkelerle ilgili algımızı düşünelim. Aynı ekonomik gelişmişlik seviyesine rağmen modern yaşam tarzını benimsemiş insanları daha kabul edilebilir bulmuyor muyuz? Giyim tarzı bunun nedenlerinden biridir. Tabii ki bunlar kişisel tercihlerdir ve zorla dayatılamaz. Ancak modern ve entelektüel eğitim ile kişinin farkındalığı artırılabilir. Bugün başörtüsü sağcısı ve solcusu ile dokunulamaz bir konudur. Herkes kişinin tercihi olarak sayıp –ki bu doğru bir yaklaşımdır– bu hassas konuyu özgürlük bağlamında ele almak zorunda hissediyor, oysa tarihsel süreçler bunun bir siyasal faaliyet olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Bugün sık sık gündeme gelen, gerçeği “tesettür” olan başörtüsü meselesi önce yaratılan bir tarz, ardından da kişisel haklar söylemiyle normalleştirilmiş bir konudur. Din adına ailelerin baskısıyla kadınlar bu giyim tarzına farkında bile olmadan yönlendirildi. Bugün geçmişi unutarak özgürlüğü şiar edinmiş sol görüşlü insanlar bile bunu sanki özgür bir tercihmiş gibi kabul ediyor.

ABD’nin bize biçtiği rolü ilk olarak sunanlar ılımlı İslam modeline uygun giyim tarzını bir tercih, bir özgürlük olarak sunan neoliberal bir grupla 1992’de kurulan Yeni Demokrasi Hareketi’dir (YDH). Zaten uzun süredir mağduriyet söylemini tekrarlayan gerici çevrenin kadınları YDH’nin birdenbire ortaya çıkan daha fazla özgürlük söylemleri de aslında yeni dünya düzeni kurmak isteyen ve Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmek isteyen ABD’nin ılımlı İslam modelini sunuş biçimiydi. YDH bir ön çalışmaydı, bu çalışmadan elde edilen deneyim 2001’de kurulan AKP’de kullanıldı. Aynı söylemlerle kurulan bu parti YDH’nin kurucularından büyük destek aldı. Kendilerini neoliberal olarak adlandıran bu iş birlikçi aydın kitlesi bu partiye çok güçlü destek verdi.

Şimdi tuzağa düşürülmüş bir ülkenin insanları olarak çevremizde olup bitenleri anlamak için çok büyük çabalar harcamak zorunda kalıyoruz.

Toplumsal denge, aile yapısı, toplumsal hiyerarşi altüst oldu.

Bu değişim laik ve demokrat yaşam tarzını benimseyen çevrede de tepkisel değişimlere neden oldu.

Her şeye rağmen seküler çevrede bir savrulma, öfke ve nefret yaşanmadı, bu çok önemlidir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar