DEREYE RENGİNİ VERENLER – 2
-ANKARA-
Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya’nın (18 Kasım 1931) dönemin başbakanına sunduğu rapor, bizzat bir bakanın kaleminden çıktığı için önemlidir. Rapor 3 aylık bir araştırmanın sonucudur. Dersim’i gezen Şükrü Kaya, Dersimlileri dinlemek yerine Dersimlilerden zarar gördüğünü iddia edenleri – Türkler ve Sünni Kürt aşiretler – dinler. Özellikle Türklerin, silahlı tehdit altında olduğunu iddia eder. Şikâyet konusu olarak Seyit Rıza ile Haydaranlı reisleri Kamer ve Hıdır Ağa’ları gösterir. İddia sadece bununla da sınırlı kalmaz. Şükrü Kaya, Türklerin devlete vergi ve asker verdiği halde, ölümle burun buruna yaşadığını belirtir. Kaya, Dersim’de kati tedbirler alınmaz ise Seyit Rıza’nın istikbalin (geleceğin) Dersim için hazırlanmış şefi olacağını iddia eder. Şükrü Kaya’nın bu ifadeleri, Seyit Rıza’nın kaleminin, idamından (1937) seneler önce kırıldığının kanıtıdır. Şükrü Kaya, ayrıca Dersim’i silahtan arındırmanın yanında, Türkleri korumak için bölgeye jandarma birlikleri getirmek, Türk köylerini silahlandırmak (köy koruculuğu sisteminin Yavuz Sultan Selim’den, Kanuni’den 400 yıl sonra aynen uygulanmasını önerir), bunun yanında dağınık yerleşimden vazgeçilerek toplu yerleşimin sağlanmasının gerekliliğini, Türk dilini Dersim’de anadil yapmak için deneyimli öğretmenlerin bölgeye atamasının bir an önce yapılmasını talep eder. Şükrü Kaya, Dersim’de sürgün edilecek aileleri isim isim belirtir. Bu raporunun diğer raporlardan yegâne farkı, somut ve sistematik, bütçesi ayarlanmış bir zorunlu yer değiştirme (sürgün) öngörmesidir.
SÜNNİ DİLDEN ASKERİ RAPORLAR
Halis Paşa, Dersim ıslahatı hakkında Büyük Erkânı Harbiye’ye (Genelkurmay Başkanlığı’na) verdiği raporda Dersim’in nüfusunun 60-70 bin olduğunu yazar.
Jandarma Umum (Genel) Komutanlığı Raporu’nun “Dersimin Irkı Vaziyeti” başlıklı bölümünde “Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiye’mizde tek bir Sünni’ye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı” ve “Aleviliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklükle aralarında uçurumdur. Bu uçurum Kızılbaşlık itikadıdır” ifadeleri yer alır. Rapor, Dersim Alevilerinin Sünni düşmanı olduğunu kanıtlamaya yönelir. Bu kanıtlardan biri anonim olarak “Varma Yezid’in yanına, siner kokusu tenine” sözünü gösterir. Seyit Rıza, Dersim’i karıştıran en mühim şahsiyet olarak gösterilir. Eğitim konusunda cehaleti önlemek için acil olarak Nakşibendi tekkeleri (Sünnileştirme) açılması önerilir. Aslında bu öneri ile bölgeyi Türkleştirmeye ve Sünni-Müslümanlaştırmaya öncelik verildiği anlaşılmaktadır. Rapordaki çözüm önerileri, askeri bir kafanın bölge gerçeklerinde uzak bakışını yansıtır.
İSMET İNÖNÜ’NÜN RAPORU (ATATÜRK’E SUNULAN RAPOR)
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, 1935’te Karadeniz’i ve Doğu illerini kapsayan bir yurt gezisine çıkar. İnönü gezinin hemen ardından 21 Ağustos 1935’te raporunu hazırlayarak Atatürk’e sunar. İnönü, bu geziden çıkardığı en önemli sonucun “Kürt sorunu” olduğunu vurgular. Doğu illerinin her açıdan verimli hale getirilerek bütçenin ve devlet kudretinin artacağını belirtir. İsmet İnönü’nün Doğu hakkındaki raporu bir yanıyla devletin bilinçaltına gizlediği korkularını açıkça ortaya koyması açısından önemlidir. “Erzincan Kürt Merkezi olursa Kürdistan’ın kurulacağından korkarım” ve “Van, Muş, Erzincan ve Elazığ’da acele Türk kütleleri oluşturmalıyız” şeklindeki öngörüsü ve önerisini belirtir. Bölgede mekteplerin (okulların) açılmasıyla ilgili de “Henüz Türk köylerine bile mektep yapamamışken, Doğu illerinde bunun bahis konusu yapılması yersizdir” der ve “Doğu’da Türk olan veya kolayca Türkleşebilecek Kürtler üzerinde yoğunlaşmanın isabetli olacağını, çünkü kaynakların sınırlı olduğunu” söyler. İsmet İnönü Diyarbakır’a geldiğinde, pejmürde kıyafetli askerleri görünce çok üzülür ve raporuna şöyle bir not düşer: “Cumhuriyet’in prestijini temsil eden ordunun pejmürde kıyafeti Şark’ta bütün siyasi dertlerimizi çok ağır hale koyabilir.”
Oysa İsmet Paşa, Cumhuriyet’in prestijini ordudan önce halkın temsil ettiği gerçeğini bilebilecek kadar deneyimli bir devlet adamıdır.
İsmet Paşa’nın Raporu, Doğu’daki Kürt halkın gözden çıkarıldığının, bölgenin Türkleştirme, Sünnileştirme (Osmanlı’daki devlet anlayışının devamı) politikasının Cumhuriyet Hükümeti’nce devam edeceğinin en yetkili ağzından dillendirilişidir.
CELAL BAYAR’IN ŞARK RAPORU
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü gibi dönemin Ekonomi Bakanı Celal Bayar da benzer bir Doğu gezisi sonrası Başbakan İnönü’ye hitaben kapsamlı bir rapor hazırlar (1936). Celal Bayar, özellikle Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarından sonra Türklerin ve Kürtlerin karşılıklı silahlandığını, bu durumun da bölgede tansiyonu sürekli artırdığını ifade eder. Bayar, İsmet Paşa’dan farklı olarak Kürtleri sisteme dâhil etmek (bağlamak) için devlet görevlilerinin nasıl davranacağını bilmediklerini, bu konuda ivedilikle açık bir talimatın verilmesi gerektiğini, (talimatın ne olduğundan bahsetmemekle birlikte) böylece bölgede keyfi uygulamaların önüne geçilebileceğini belirtir.
Raporun “Toprak Dağıtımı” başlıklı bölümünde, “toprakların dağıtılarak gerekli kredilerin verilmesi ve elde edilecek mahsullerin devlet eliyle satışının sağlanmasının gerektiği, böylece hükümetin ağaların yerini alacağı, aynı zamanda da halkla hükümet birlikteliğini tesis edeceği” belirtilir.
Cemal Bayar’ın Şark Raporu’nun ayrıntıları bir Doğu tetkikini içerdiği anlaşılmaktadır. Bayar’ın önerileri bölgede devlet otoritesini tesis etmeye yöneliktir. Raporun “Hayvancılık” ile ilgili bölümündeki Rusya’yla 1924-1935 yılları arasında yapılan ithalat ve ihracat, “Kuru Meyvecilik” bölümündeki 1930-1936 yılları arasındaki fındık rekolte tablosu, “Sınai Ekim” bölümündeki 1933-1936 yılları arasında gerçekleşen çay ithalatı verilerinden anlaşıldığı kadarıyla, Celal Bayar bölgenin ekonomik nabzını tutmak konusunda olan bitenleri yakından takip etmektedir.
Celal Bayar’ın iktisat dışı önerileri, askeri raporlardaki önerilerle neredeyse aynıdır. Raporlardaki öncelikli kaygı, bölge insanını sorunlarını çözmek ya da yaşam standardını artırmak değil, Cumhuriyet Hükümeti’nin bekasını sürdürmektir.
Dersim; kalplerinden başka mülkleri olmayanların, öldürülmeden önce gezdirildiği yer…
Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde kanamaya başlayan Doğu’nun (Kürt Sorunu), yanlış uygulamalarla kangren haline dönüşmesinin Cumhuriyet Dönemi’ndeki karşılığı da Osmanlı İmparatorluğu’ndan farklı olmamıştır. Merkezi yönetimlerin ilgisizliği ve bölgenin yerel yöneticilerinin yanlış saptamaları ve uygulamaları, çoğu zaman “faşizme” varan uygulamaların altyapısını oluşturmuştur. Merkezi hükümet bölgeyi gözden çıkarmak istememekle birlikte ne yapacağını da bilmemektedir. Bu durumda en kestirme yol olarak Türkleştirme, Sünnileştirme, biat kültürünü özümsetme, öz kültürü silerek yerine yeni kültür verilerinin yüklenmesi seçenek olarak görülmüştür.
Dersim, Cumhuriyet’in çağdaşlık, uygarlık algısının dışında kalan coğrafyadır. Bölge halkı tarih boyunca yönetimlerin gözünde adeta bir Yezid olarak görülmüştür. “Dersim, sürgünden de öte bir şey”dir (Ahmet Telli). Kalplerinden başka mülkleri olmayanların (Akif Kuruluş), öldürülmeden önce gezdirildiği yerdir (C. Süreya). Dersim’in derelerine rengini verenler, ölümle öç alanlara, yaşamla karşılık verenlerdir ve yaşadıkları coğrafyada Kızılbaşlarını hep dik tutanlardır.