ORTADOĞU GERÇEKLERİ VE TÜRKİYE
-ANKARA-
Ortadoğu…
Bir güç ve mücadele alanı…
Bitmeyen kavgalar, savaşlar, kan ve gözyaşı merkezi.
Var olan petrol ile yok olan refahın inanılmaz çelişkisi.
Ve sanmayın ki bunun tek sebebi emperyalist Batı ve müttefiki İsrail’dir.
Evet, doğrudur, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), “Büyük ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” ile bölgede 22 devletin yıkılacağını, yani bu ülkelere “demokrasi”(!) getirileceğini yıllar önce açıklamıştır. Çünkü ABD ve Batı, sadece Ortadoğu değil, dünyanın neresinde olursa olsun “enerji kaynaklarını yağmalama” derdindedir.
Bakınız Venezüella’ya. ABD müdahaleleri ile ülke darmadağın oldu. Yoksulluktan nefes alamaz hale geldiler.
Ya Irak?
ABD ve müttefikleri tarafından 1992 ve 2003’te Irak’a askeri müdahalede bulunulmuş, Saddam devrilmiş ve Irak artık üç parçaya bölünüp devlet düzeni yok edilmiştir. Şimdi artık, Irak petrollerini hangi Batılı şirketlerin işlettiğine bakabilirsiniz!
Petrol zengini İran veya Suudi Arabistan’da da durum çok farklı değildir. İran ağır ekonomik ve siyasi ambargolar altında ezilmiştir. Suudi Arabistan’da ciddi ekonomik sıkıntıların yaşandığı artık saklanamaz haldedir.
Libya, Irak’tan beter haldedir.
Ama sanmayalım ki Ortadoğu’nun bu perişan halinin tek sebebi emperyalizmdir.
Daha geriye gidelim:
Yıl 1979. İran, Humeyni Devrimi.
Humeyni ile birlikte iktidara gelen mollalar rejimi, Şii mezhepçiliğini resmi/anayasal yönetim ve bölgeye yayılma yöntemi olarak belirledi.
Bölgeye yayılma dedik; çünkü Azerbaycan’ın yüzde 70’i, Irak’ın yüzde 60’ı, Suriye’nin yüzde 12’si, Lübnan’ın yüzde 30’u, Yemen’in yüzde 35’i ve Bahreyn’in yüzde 65’i Şii nüfustan oluşmaktadır.
İran, Ortadoğu’da yaşayan bu Şii nüfus için bir mezhepçilik merkezi ve cazibe/çekim alanı oluşturmayı başardı. Yani “Yumuşak Güç” kullanarak Şii nüfuz alanında bir siyasi blok, yani “Şii Hilali” oluşturuldu.
Ortadoğu coğrafyasında, belki de en sıkıntılı konu “mezhep eksenli siyasi yapılar” oluşturmaktır!
Şii Hilali’ni korumak ve geliştirmek için, Yumuşak Güç uygulamalarına ilave olarak yerel milis güçler kuruldu ve desteklendi.
İşte, kısa süre önce ABD tarafından suikast ile öldürülen General Kasım Süleyman, bu milis güçlerini koordine etmekteydi.
Şii Hilali, bölgede karşıt mezhepsel siyasi blokun oluşmasına neden oldu.
Suudi Arabistan öncülüğündeki “Selefi” yapılanma, Şii Hilali’ni karşılamaya gayret etti. Suudi-Mısır eksenine; Bahreyn, Yemen, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri de katıldılar ve “Sünni Dolunayı” oluşturuldu.
Ve yıllardır bölgede bu iki blokun “Yumuşak Güç” alanı veya “Konvansiyonel Gri Alan” mücadelesi (Örtülü Savaş, Hibrit Savaş) devam etmektedir.
Örneğin Yemen’de İran’ın desteklediği “Şii Husi” grupları ile Suudi destekli Yemen’in silahlı kuvvetleri alçak yoğunluklu çatışma içindedir.
İran Hizbullah’ının Lübnan’daki varlığı ve etkinlikleri ortadadır.
Irak ve Suriye’de, İran ve Mısır-Suudi blokları adeta savaşmaktadır.
Irak harekâtı sonrasında yapılan seçim ile Şiilerin iktidara gelmesi, bölgeyi mezhep eksenli çatışmaların eşiğine getirmiştir.
İktidara gelen Şii otoritenin, İran destekli yerel milis yapılanmasına karşı, diğer blok ve destekçileri tarafından selefi “DAEŞ” oluşturulmuş ve bölge uzun süre bu çatışmanın merkezinde kalmıştır.
DAEŞ’in başlangıçta Suriye ve Irak’ta büyük bölgelerde hâkimiyet oluşturması üzerine, bölgedeki Şii milisler, “Haşdi-Şabi” yapısı altında bir araya gelmiş ve DAEŞ’e karşı cephe oluşturulmuştur.
Haşdi-Şabi’nin DAEŞ’e karşı mücadelede, ABD desteği de alarak, başarılı olduğunu söylesek şaşırır mısınız?
Ortadoğu’da karşıt cepheler, zaman zaman iç içe geçebilir ve bölgeyi bilenler buna hiç şaşırmaz.
Zaten DAEŞ büyük oranda yenilgiye uğratıldıktan sonra ABD ve Haşdi-Şabi’nin yeniden birbirlerini hedef almaya başladıklarını görmek de sürpriz değil.
Nitekim General Kasım Süleyman, bu kapsamda, ABD tarafından hedef alındığında, yanında Haşdi-Şabi’nin liderleri vardı.
Sonuç itibariyle, Ortadoğu’da iki ana siyasi blok “mezhep savaşları” yaparken, ABD ve Batı ülkeleri, kendi çıkarları doğrultusunda tarafları desteklemek veya hedef almak yönünde ince ayarlar yapmaktadır.
Yani dün beraberce savaşanların, yarın birbirini hedef alması, yaşanan bir gerçektir bölgede.
Değişmeyen diğer bir gerçek ise, din kardeşi bölge halklarının uzun yıllardır birbirlerinin içişlerine karışmaları ve kendi ideolojilerini yaymaya çalışmalarıdır. İşin tuhaf tarafı ise, bu devletlerin, dışa yayılmaya çalışırken içişlerinde ciddi sorunlar yaşıyor olmalarıdır.
İran, Şii Hilali ile bölge politikaları izlerken, ülke içinde ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşmaktadır. Akaryakıt fiyat artışını protesto ile başlayan gösterilerde halk, aylardır sokakları doldurmaya devam ediyor.
Sünni merkeze liderlik eden Mısır ve Suudi Arabistan blokunda da durum farklı değil.
Bir zamanlar “Arap milliyetçiliği”nin önderliğini yapmayı hedefleyen Mısır, şimdi mezhep savaşları ile “ulus-devlet” yapısını unutmuş halde.
Aslında mezhep savaşları sarmalına giren, hemen tüm ülkelerde benzer sapma var. Ve muhtemeldir ki bitmek tükenmek bilmeyen mezhep çatışmalarının, aslında örtülü olarak “ulus-devlet” yapılarını ve ulusal güvenliklerini hedef aldığını da göremiyorlar.
Sünni çoğunluğun başında, iktidarı kontrol eden Nusayri-Esad rejimi, bir zamanlar, Mısır ile birleşip bir “Arap Cumhuriyeti” kurmayı denemişti. Suriye de, Arap milliyetçiliğinden mezhep ayrışmalarına sürükleneli epey oldu. Ülke bugün El-Nusra ve diğer mezhep kökenli grupların çatışma alanına dönmüş halde.
Irak’ta da, Saddam döneminde, Arap milliyetçiliğini esas alan Baas rejimi iktidardaydı. Mezhep çatışmaları başlamadan önce halkın ülkeye yönelen tehdide karşı topluca karşı durduğunu hatırlamak gerekir. Oysa bugün, etnik bölünmeye ilave olarak mezhep bölünmesi kutuplaşma ve çatışmaya dönüştü. Ülke güneyde Şiiler, orta bölgede Sünniler ve kuzeyde etnik kutuplaşmayla fiilen üçe bölünmüş durumda. Hatta sadece Şii gruplar bile Sadr grubu, Maliki grubu gibi farklı ana bölümlere ayrılmış haldeler.
Medyadaki Ortadoğu fotoğraflarına baktığınızda, harabe hale gelmiş yıkık kentler görürsünüz artık.
Yani mezhep savaşlarının, bölgeyi topluca yıkıma götürdüğünü görmek hiç de zor değil.
Bir başka ifadeyle; bölgenin yalın gerçeği, mezhep savaşlarının taraflarından kazanan olamayacağı, tarafların hep birlikte kaybetmekte olduklarıdır.
Tek kazanan ise, mezhep savaşlarında taraflara ince ayar veren Batılılardır herhalde.
Durum böyle olunca; Türkiye’nin Ortadoğu’daki mezhep savaşlarında taraf olmaması, ulusal güvenliği için hayati önemdedir.
Cumhuriyetin kuruluş aşamasında ve ilk yıllarında inanç istismarına dayalı ayaklanmalar –Şeyh Sait ayaklanması gibi– yaşamış, daha kısa süre önce FETÖ kalkışmasını savuşturmuş; ama devlet içindeki köklerini temizlemeye çalışan Türkiye’nin mezhep eksenli cepheleşmelere karşı çok dikkatli olması gerekmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, iç veya dış siyasette, mezhep taraftarlığı, doğrudan ulus-devlet yapımızı hedef yapmaktadır.
Cumhuriyetimizi muharebe meydanlarında, bu memleketin yiğit evlatlarının temiz kanı pahasına kuran atalarımızın mezhepçilik çatışmalarına karşı panzehir olarak “ulus-devlet” yapılanması ve “laik” bir sistemi niçin tercih ettiklerini artık anlamamız gerekiyor.
Laik yapının doğru şekilde uygulanması, din ve vicdan özgürlüğünün samimi teminatı ve ulusal güvenliğin sigortasıdır.
Aksi durum, yani mezhepçi cepheleşme, Ortadoğu’nun karanlık dehlizlerinde eriyip yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmak demektir.