BU YALNIZLIKTA HERKES OLAĞAN ŞÜPHELİ
-MERSİN-
Mersin’in caddelerinde, sokaklarında hayat gürül gürül akarken şehrin en kalabalık caddesinde amaçsız gezinen en yalnız insan, gökyüzü bulutlarla kapandığında, tam o dakikada, ne düşünüyordu acaba ya da hangi şarkıyı mırıldanıyordu?
Eve gitmeyi mi, evde kaynayan tencereyi mi, küçücük pencereden odaya dolan zayıf ışığın altında, eski bir halının üzerinde kırık dökük oyuncaklarla oynayan çocuğu mu, tam o anda ellerini bulaşık leğeninden çıkarıp önlüğüyle kurutan kadını mı düşünüyordu?
Yoksa “Akşam oldu, hüzünlendim ben yine” diye başlayan o besteyi mi mırıldanıyordu, elleri ceplerinde?
Hiçbir zaman bilemeyeceğiz…
* * *
Zaten biz, birbirimizi hiç bilmeyiz…
Koca koca şehirlerin daracık caddelerinde, gürül gürül akan hayat ırmağına atlarız da her sabah, omuzlarımız, kollarımız birbirine değe değe yürürüz de dönüp bakmayız birbirimizin yüzüne.
Bilmeyiz, omzumuza çarpan şu adam gülüyor muydu, yüzü asık mıydı, öfkeli miydi, dalgın mıydı, aç mıydı, susuz muydu?
Bilmeyiz, çarpar geçer o adam…
* * *
Ya şu kadın?
Elinde naylon torba, ayağında şalvar, nereye gider telaşlı telaşlı? Naylon torbada ne taşır? Nar mı, zeytin mi, elbise mi, ekmek mi?
Nereye götürür naylon torbayı?
Naylon torba o kadını nereye götürür?
Bilmeyiz, geçer gider o kadın…
* * *
Mendil, adi çikolata, adi sakız doldurmuş bir kutuya, oturur kaldırımın kenarında, eli yüzü kir pas içinde, saçları dolaşmış küçük kız.
Sabah evden çıkarken kahvaltı etti mi, öğlen ne yedi, akşam ne yiyecek?
Bilmeyiz, oturur kaldırımın kenarında o kız…
* * *
Kör bir adam, elinde bir org, dertli melodiler çalar trafik ışıklarının az ötesinde, tatlıcının yanında.
Tatlı yiyip tatlı konuşur insanlar, biraz tatlı yese tatlı melodiler çalar mı o kör adam?
Kim öğretmiştir ona dertli melodiler çalmayı?
Kim alır götürür onu akşamları?
Bilmeyiz, dertli melodiler çalmayı sürdürür kör adam…
* * *
Kimi körlerin elinde org yok.
Ama dertli melodiler gibi duruyor şu kör kadın ile kör adam.
Caminin yanında, merdivenlerin başında… Birinin elinde bir kutu, içinde yara bandı, kalem, kumanda pili…
Kendi yaralarını sararlar mı yara bandıyla?
Akşam olduğunu, karanlık çöktüğünü nereden bilirler hep karanlık içindeyken?
Bilemeyiz, merdiven başında oturmayı sürdürür kör adam ile kör kadın…
* * *
Dolmuşların yolcu alıp yolcu indirdiği durakta peşi peşine sigara yakan şu adam işsiz midir, müflis bir esnaf mıdır?
Birkaç ay ömrü kalmış kanser hastası mıdır?
Neden “Az iç, yakma peşi peşine” demez kimse ona?
O anda ölse, oracıkta yığılsa kalsa üzülmez mi kimse ona?
Bilemeyiz, peşi peşine sigara yakmayı sürdürür adam…
* * *
Ya şu kadın? Dolmuştan indi, durdu, telefonuna baktı, ağlamaklı. Ne yana gideceğini bilmez gibi, ayakta zor durur gibi. Kötü bir haber mi aldı, biri mi öldü, birini mi sevdi, biri mi düştü aklına, yoksa beş parasız mı kaldı şehrin orta yerinde?
Neden ağlamak için dolmuştan inmeyi bekledi, neden bir binanın çatısının altına yağmurdan kaçar gibi sindi de ağlamaya başladı şimdi?
Utandı mı kalabalık ortasında ağlamaktan?
Bilemeyiz, duvar dibinde ağlamayı sürdürür kadın…
* * *
Koca koca şehirlerin daracık caddelerinde, gürül gürül akan hayat ırmağına atlarız da her sabah, omuzlarımız, kollarımız birbirine değe değe yürürüz de dönüp bakmayız birbirimizin yüzüne.
Ve Mersin’in caddelerinde, sokaklarında hayat gürül gürül akarken şehrin en kalabalık caddesinde amaçsız gezinen en yalnız insan, gökyüzü bulutlarla kapandığında, tam o dakikada ne düşünür, hangi şarkıyı mırıldanır, bilmeyiz.
Peki, kimdir en yalnız insan?
Bu büyük yalnızlıkta herkes olağan şüpheli…
Bilemeyiz…
Şehir gürül gürül akmayı sürdürür…