EDEBİYAT 

ORUÇ ARUOBA’NIN DİZELERİYLE KISA BİR KİŞİSEL TARİH

Her ölüm dünyada bir çatlak açar – bir boşluk bırakıp öyle gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş hissederler kendilerini. (…) Oysa, önemli olan, çatlağı açıkça görebilmek, boşluğu olduğu gibi yüklenebilmekti. Çünkü, ölüm, onmaz; yaşam, onarılmazdır.” (Uzak, s. 33)

Uzak’ta ikinci kitap diye belirtilmiş Özlem Çekene Kılavuz bölümü… O bölümün başında Oruç Aruoba, “Babamın anısına” başlığı ile böyle diyor; ölüm onmaz, yaşam onarılmaz… 19 Kasım 1993 tarihi var altında…

Daha önce basıldığı halde 1996’da okumuşum buradaki şiirleri, metinleri… Daha önceden başka eserleri de olduğu halde, yayımlanış sırasıyla değil, kendimce bir sırayla… Altını çizmiş, renkli ayraçlar yapıştırmışım birçok sayfasına Uzak’ın… O yıl, o günlerde hangi yollarda yürüyor, hangi yolu arıyor, nelerin özlemini, acısını çekiyorsam artık…

Hayatımda çok önemsediğim kadınlardan birini, anneannemi kaybetmiştim üç yıl önce, kızıma kavuşmuştum bu ölümden bir buçuk yıl sonra… Kızımı hep anneanneme benzetirim bazı yönleriyle… Bütün bunların etkisi belki de…

Özlem, örneğin,” diyor Oruç Aruoba, “işitmeyeceğini bildiğin birisine – yalnızca ona; ama kendi kendine – ‘Neredesin?’ diye seslenmendir.” (Uzak, s. 42)

Seslendiğimiz yok mudur, duymayacağını bildiğimiz halde yanımızda ya da uzakta, özlem duyduğumuz biri? Şairin dediğince yine, insan bile olmak zorunda değildir üstelik seslendiğimiz… (Benimki insandı.) Bir başka candır… Siz dâhil ettiniz onu hayatınıza, sonra siz çıkardınız, kim bilir… Yine de özlersiniz…

Tavşan Besleyene Kılavuz” ile başlar çünkü Uzak.

Tavşan besleyen,/ kendisini sürekli anlamağa çalışan;/ ama, hiçbirzaman anlayamayacak/-sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman/ yakınlaşamayacak- bir varlığı anlamağa; ona/ yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir-/ bile bile…” (Uzak, s. 20)

Tavşan… Ya da hayatımıza sevimli bulduğumuz için dâhil ettiğimiz başka bir canlı… Ne fark eder ki… Onunla baş edemeyeceğinizi anladığınızda çıkarırsınız hayatınızdan. Biter mi ilişkiniz? Yaşanmış bir şey hiç yaşanmamış gibi olabilir mi?

Yaşamımın yeni bir dönemiydi… Öğreniyordum… Yeni durumlarla yaşamayı… Anneliği… Kucağıma verdikleri anda fark ettiğimde bir birey olduğunu kızımın… Ve kalbini kazanmanın emek ve zaman istediğini… İşim değişmişti, temelde öğretmenlik olsa da… Kendimce, kendi yolumda…

Yaşamıma yol gösteriyordu bu dizeler:

Yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin/ şeylerin altında ezilme süreci olacak. // Yaşamı ‘hafifçe’ yaşayabilseydin, yaşamın olayları da/ uçup giderler, sana yük olmazlardı – ama o zaman da, uçucu, boş olurdu yaşamın. Bu yüzden, yaşadığın her olayı ‘ağır’laştıracaksın; ki uçup gitmesin, omzuna çöksün; sen de onun yükünü taşıyasın.” (De ki işte, s. 45)

Herkes seçtikleriyle yaşıyordu. Seçimlerimizden kendimizdik sorumlu olan. Şikâyete de gerek yoktu o zaman. Hayatımdaki bilge kadın, bizi bırakıp giden anneannem, kendi dilince derdi: Hiçbir şey sonsuz değil, geçici… Hayat da böyleydi. İnişleri vardı bitmek tükenmek bilmeyen. Dip, en derin dediğimiz yerin de derinini gördüğümüz… Çıkışları sonra, tüy gibi hafif bulutlarda yüzdüğümüz…

Yaşamın inişleri çıkışları olacak gerçi/ (bir gün öyle, bir gün böyle…);/ ama, göreceksin ki, yaşayacağın temel oluşum,/ düşüş olacak: yeteneklerinin daralması;/ yapabileceklerinin azalması; yaşama yürüyüşünün/ tık-nefes kalması – yaşam yolunun kısalması…” (De ki işte, s. 52)

O yükseklikler ne denli yüksek,/ o derinlikler ne denli derin olmuşsa, olacaksa,/ yaşamın da o denli yüksek, o denli derin olmuş/ -olacak- demektir.” (De ki işte, s. 53)

Yıllar geçiyordu… Kızımla büyümeyi öğreniyordum. Annemden anneliği… Her şeyin geçiciliğini… Var olduğunu sandığım şeylerin olmadığını… Gençlik yıllarımdaki romantik yorumların hayatın gerçekleriyle örtüşmediğini…

O heyecanın yitirilişini… Ömrün başka bir dönemine geçişi…

Yaşamın, birşeyleri yitirmenin süreci olacak/ -sonradan da, bu yitirdiklerinin aslında/ Yitirmemiş olduğunu öğrenmenin süreci… // Yaşadıkların yitmeyecekler – yaşayacaklar. // Birşeyleri yaşamışsan, gerçekten yaşamışsan, / onları yitiremezsin artık – istesen bile:/ istemesen bile; yaşar artık onlar… // Yaşadıklarınsın.” (De ki işte, s. 69)

Ben felsefeci değilim. Çok iyi bir felsefe okuru olduğumu da söyleyemem; öğrenmeye çalışıyorum. Edebiyatın da öğrencisiyim; ama felsefeye göre eski bir öğrencisi…

Oruç Aruoba’nın metinleri 1996’dan beri yoluma ışık tutuyor… Dönüp okuyorum.

Bu dünyadan Oruç Aruoba geçti… Benim zihin süreçlerimden de… Biri gerçekten yaşamışsa… O yitmez, yaşar!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar