EDEBİYAT 

MELİSA KESMEZ VE ‘KÜÇÜK YUVARLAK TAŞLAR’DA ANNELİK DURUMU

Uzun, sıcak yazdan sonra bir yuvadan diğer yuvaya dönüş ayı olan eylül de geçip gitti… Masam, bilgisayarım, benimle Ankara’ya gelen, raflardaki yerlerine benimle dönen kitaplarım, onlara eklenen yenileri… Yazın uzun, sıcak günlerinde planlı plansız okumalar, okumalar, okumalar, filmler… Bir sürü karmaşık şey… Şimdi rutinlere dönme zamanı…

Uzun sıcak yaz “eğilip kumların arasından küçük, yuvarlak bir taş bulduğum, üzerindeki kumu kıyıya vuran suda yıkayıp avcumda sakladığım” anılarla dolu şimdi. O kıyı çok uzakta. Yaşananlar daha uzak.

Şimdi nemli Adana şehrinin insanın üstüne yapışan rutinlerine alışma zamanı… Hatta artık eylülü yolculadık, ekime merhaba deme zamanı…

Küçük Yuvarlak Taşlar’…

Yazın kıyıda değil, Ankara’da masamda okuduğum… Beni bugünkü aklımla bambaşka iç hesaplaşmalara sürükleyen hikâyesi kadınlığın… Annelik, farklı annelikler, anne-kız ilişkileri.

Melisa Kesmez’in ilk kitabının epigrafı, ithafı “Anneanneme… / Benim anneannem bir melekti yavrum”dan “İpi, koptuğu yerden bağlamağa çalışmalı. Denemeli, hiç değilse (Bilge Karasu – Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı)”ye varan yolculuğunu da anlamaya çalışıyorum bir taraftan.

– Melisa Kesmez –

Melisa Kesmez 1980’de İstanbul’da doğmuş, Mimar Sinan Üniversitesi’nde sosyoloji okumuş. Yazarlık, fotoğrafçılık ve gazetecilik üzerine eğitimler almış. Yazarın yazılı basında kültür sanat yazıları yayımlanmış. Tiyatro çevirileri var, tiyatroda dramaturg olarak görev aldığı projeler var. 2014’te ‘Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’; 2015’te ‘Bazen Bahar’ yayımlandı. Bu iki kitabı arka arkaya, birbirine eklemleyerek okumuştum. Yazar ‘Bazen Bahar’la Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nde mansiyon almıştı. Muhtemelen kitap fuarında edinmiştim kitapları da. ‘Nohut Oda’ (2018) çıktığında artık yazarın yeni kitabını bekliyordum. Melisa Kesmez, ‘Nohut Oda’yla da 65’inci Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldı.

– 65’inci Sait Faik Hikâye Armağanı –

Küçük Yuvarlak Taşlar’ ağustosta çıktığında tatildeydim. Ama Ankara’ya dönüşte ilk işim masama bir sihirli elin (kızımın) bıraktığı kitabı okumak oldu. Bu kitapta önceki üç kitaptan farklı olarak tür belirtilmemiş. Bu nedenle bir söyleşide değinildiği gibi ‘Küçük Yuvarlak Taşlar’ için novella diyebiliriz; yayınevinin tanıtımlarında söylediği üzere iç içe geçmiş birbirinden farklı hayatları anlatan ama sona ulaştığınızda resmin tamamını gördüğünüz.

Novella bir tür adı olarak zaman zaman kullanılsa da bu konuda çok kesin çizgilerle onu öykü türü içinde ele alınan uzun öyküden ayrılan yanları, gördüğüm kadarıyla, bizim edebiyatımızda çok net olarak ortaya konmamış.

Bu kitabı yazarının bir söyleşisinde söylediği gibi “cüce roman” olarak da okumak mümkün, okur öyle istiyorsa (Melisa Kesmez söyleşide ‘Ben okura karışamam’ diyor) birbirinden bağımsız öyküler olarak da. “Bir çekirdek ailenin üç üyesinin belli olaylara kendi gözünden bakan hikâyesini anlattığı” bu kitapta yazar; onları, o üç ayrı hikâye gibi görünenleri, birbirine “epey teyellediğini” söylüyorsa birbirinden bağımsız öyküler olarak okunmamalı bence. Bu konuda yazarının söylediği üzere her ne kadar okur kendi okuma deneyiminde serbestse de sonsuz bir serbestlik olmamalı bu. Bu, “tür” tartışmasını başka bir yazının konusu olarak bir yana bırakıp içeriğe yöneldiğimizde neler var, ben biraz bunlara yoğunlaşacağım.

Bu eserde, yazarının bizden istediği gibi “cüce roman” olarak okuduğumuzda, belli olaylara ailenin üç üyesinin bakış açılarından yaklaşılmış. Esere nasıl yansımış bu bakış açıları, sözü edilen olayların ne kadarını göstermeye yetmiş, ben onu anlamaya çalıştım. Anlatma esasına dayanan metinlerde bakış açısı meselesi hiç yeni değil ve dünya edebiyatında da Türk edebiyatında da pek çok iyi örneğini okudum, edebiyata sevdalı pek çok okur gibi ve üzerine de epey düşündüm bu konunun.

Küçük Yuvarlak Taşlar’; “Nergis’in Hikâyesi”, “Elif’in Hikâyesi” ve “Mehmet’in Hikâyesi” adlarını taşıyan üç bölümde bu çekirdek ailenin kuruluşunu, kızları Elif’in aileye dâhil oluşunu, ailenin dağılışını, üç hayatın kendince devam edişini anlatıyor, üç karakterin gözünden.

“Nergis’in Hikâyesi”, Nergis’in âşık olmadığı halde kendisine âşık Mehmet’le evlenmesini, üstelik anne olmayı seçmesine rağmen doğum sonrasının travmatik sürecini atlatamamasını anlatmakta. Nergis doğum sonrasının onu zorlayan anlarını “Elif iki buçuk kilo varlığıyla bütün hayatımı kaplamış; kan, süt, gözyaşı, her şey birbirine bulanmış, annelik savunmaya geçmeye mecalimin olmadığı bir karşılaşmada beni ilk günden yere sermişti.” (KYT, s.23) diye anımsar. Ömür boyu sürecek bir emeği bekleyen anneliğe hiç hazır olmadığını da anlar Nergis, Elif’in küçücük bedenine bakarken:

Bazen uyurken onu seyrediyor, inanılmaz derecede küçük ve yardıma muhtaç oluşu karşısında panikliyordum. Çok güzeldi, yumuşacıktı. Bu kadar kırılgan bir varlığı nasıl koruyacaktım dünyadan? Bana emanet olduğunu düşününce hafakanlar basıyordu. Onu büyütecek, insanların arasına karıştıracaktım. Bütün o yıllar yıllar boyunca annesi olacaktım. Hiç bitmeyecek bir görevdi bu. Geçecek dedikleri hiçbir şey geçmeyecekti. Bir sürü eşikten atlayacaktık birlikte.” (KYT, s.23-24)

– Melisa Kesmez –

Nergis, doğum sonrası sürecinin sancılarını çeker ve kızıyla arasında sıcak bir ilişki kuramaz ama Mehmet’ten ayrılmaya karar verdiğinde kızını alıp çıkar evden. Hem evden ayrılırlarken hem de sonradan kendisine hiçbir şey sormayan, söylemeyen Elif’le arasında anne-kız ilişkisini bir türlü inşa edemez Nergis. Üstelik kızının zamanla çeşitli bahaneler uydurarak sık sık babasına gitmesine, lise giriş sınavlarına hazırlanırken de tamamen babasının evine taşınmasına hiç sesini çıkarmaz. Nergis, Elif’in varlığından bağımsız olarak “annelik”i sevmediğini yıllar sonra bir terapide dile getirebilecektir ancak.

Feminist kuramın kadınlık meselesini sorgulayışı sayesinde bugün; kadını doğayla eşleştiren, bütün kadınları içdürtüsel olarak anneliğe hazır olduğuna ve doğuştan bu duyguyu taşıdığına inandırmaya çalışan geleneksel anlayış sorgulanmaktadır. Tabii, feminist düşüncenin içinde de yaklaşım ve yorumlayış farklılıkları var. “Biyolojik determinizm” olarak da tanımlanan “özcülük” anlayışına bağlı olanlar için “Doğa Ana” kavramı sorun taşımayabilir. Özcülüğün dışında kalan feministlere göre ise (Janet Biehl, Carol Mercant, Val Plumwood, Yayo Herrara gibi düşünürler) “Doğa Ana” kavramının kendisi kadını erk olarak kabul etmemektedir. Tersine, doğaya ne kadar zarar verilirse verilsin, doğanın affedici olduğunu düşünen özcülerin bu yaklaşımı, doğa ile kadın arasında kurulan bağla kadını edilgen bir konuma indirgemenin de yolunu açmaktadır diye düşünülmektedir. Ayrıca birçok konuda olduğu gibi genellemelerle ifade edilenlerin gerçeği yansıtmadığı zaten biliniyor; bütün kadınların içinde anaç bir ruh taşıdığı, her kadının bir bebeğe annelik yapmaya hazır ve istekli olduğu, ön kabullerinin de bir dayatma olduğu pek çok değişik durumda karşımıza çıkıyor.

Kadınlığı doğurganlığa indirgeyerek açıklamaya çalışan anlayışlarda genel olarak içinde bir canlı büyütmenin onu kutsadığına odaklanılıyor. Annelik, kadını ayrıcalıklı kılan bir üstünlük ve kutsallık olarak sunulduğu için sessizce kabullenilmesi gereken bir rol olarak benimsetilmeye çalışılıyor toplum tarafından.

Elbette duygusal boyutuyla insanı heyecanlandıran bir süreçtir annelik ama bir taraftan da onu ev içine hapseden, pasifleştiren, kendini hayatın dışına itilmiş gibi hissetmesine sebep olan ve hiç geçmeyecekmiş gibi düşündürten yorucu bir süreçtir.

Eserden anladığımız üzere Nergis lohusalık sürecinde büyük ölçüde yalnızdır ve hayatta kalmak için kendisine muhtaç bir bebeğe yetmeye, bu sebeple uykusuz kalmaya, bedenen ve ruhen yorgun düştüğünde bile ağlayan bebeği için uykusuz kalmaya hazır değildir. Nergis, beynini kemiren “Ben ne yaptım?” diyen sese, içini saran gölgelere teslim olmaya eğilimliyken onu içine düştüğü bu çaresizlikten kurtaracak, içindeki gölgeleri dağıtacak bir destekten, anneden yoksundur. Çünkü annesi o hamile kalmadan çok önce ölüp gitmiştir: “Elif mememde, odadan odaya deli deli gezindiğim o sabahı uzak gecelerde çok aradım onu. Bir şey yapmasa da olurdu, oracıkta dursaydı öyle, çok isterdim. Bir sandalye çekip otursaydı yanımda. Nefesini duysaydım.” (KYT, s.25) der bebeğine yetemediğini anladığı durumlarda.

Küçük Yuvarlak Taşlar’da bu satırları okurken yazarın ilk öykü kitabı ‘Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki ‘Kıpırtısız’ hikâyesindeki yataktan çıkmayan depresyondaki annesini “yatakta bir tümsek” olarak algılayan kızı hatırladım:

Ben çocukken iyi değildi annem. Depresyon dedikleri bir illetti savaştığı. Çocuk aklımla anlamıyordum bir şey konuşulanlardan, çocuk lügatimde yoktu böyle bir şey. ‘Annen hasta’ diyorlardı da, basmıyordu kafam kanlı canlı bir insanın hasta oluşunu. Mendile kan öksürmüyordu filmlerdeki gibi, koluna serum takmıyorlardı hastane odasında, sargılar içinde yatmıyordu. Yine de iyi değildi işte. Gecesi gündüzü birbirinden çok farklı olmayan bir hayatta, yatağın ortasında yükselen, yorganın altında nefes alıp verdikçe inip çıkan, arada hıçkırıklarını hissettiğim bir tümsekti sadece.” (ABGBG, s.37)

Öykünün anlatıcısından öğrendiğimize göre, on yedisinde anne olmuş “yatakta bir tümsek olan” annesi; kendisini annesinin kucağına bebeğin diye verdiklerinde. “Sevmiş sevmesine de gölgeleri izin vermemiş anne olmasına”… Kızıyla sıcak anne-kız ilişkisini kuramamış bu anne, yıllar sonra arayı kapatmak istese bile artık kızına gelen o yolları artık bulması mümkün değildir.

Küçük Yuvarlak Taşlar’da “Elif’in Hikâyesi”, Elif’in hayatında önemli kararlar aldığı bir sürecin içindeyken hamile olduğunu öğrendiği zamana odaklanmış. Elif, hamileliği ve hayatı ile ilgili bir karara varmak için çocukluğunda babasıyla geldikleri Hayıtdibi’ne gelir. Kıyıda dolaşır, anne ve babasıyla gittikleri daha eski tatilleri hatırlar. Anılarında canlanan üç kişi oldukları zamanlar, Avşa’da geçirdikleri tatil zamanlarına ait anılardır:

…Babam menemen yapıyor kaldığımız pansiyonun mutfağında. Biberler tavada cızırdıyor. Birazdan domatesleri atacak. Kavunu önceden kesmiş, dolaba koymuş. Kavunların kabukları hâlâ lavabonun içinde duruyor. Birasını da açmış, bir yandan ıslıkla bir melodi çalıyor. Güneş batmış çoktan. Balkonlardan, teraslardan akşam yemeği hazırlıkları taşıyor sokağa. Kızaran patlıcanlar, porselen tabaklarda çatal sesleri, bardak şıngırtısı. Anne baba şakalaşmaları… Çocuk gülüşmeleri. Dünyanın en güzel yaz akşamı. Annem duştan çıkmış, üzerinde mavi batik bir elbise, ayakları çıplak. Sarı saçlarının ucundan sular damlıyor. Çilleri çıkmış iyice, yanakları, burnu pembe. Yanımızdan geçip tuzlu havluları, ıslak mayoları balkona asıyor. Üzerimizde bütün gün yüzmüş insan yorgunluğu var. Yorgun ama yaprak gibi hafifiz. Babam dönüp anneme bakıyor. Annemin sırtı dönük bize, görmüyor. Babam gülümsüyor. Bana bakıyor sonra. Göz kırpıyor. Acıktın mı? Çok! Hazır ol, dünyanın en müthiş menemeni geliyor.” (KYT, s.49-50)

Nergis, Elif’in anılarında en keyifli oldukları zamanlarda bile onlara sırtı dönük olan, onların mutluluğuna katılamayan, babasının gülümsemesini göremeyen bir figür olarak yer almakta. Elif’in bakış açısıyla verilen “Elif’in Hikâyesi”nde aslında bambaşka bir zaman dilimine odaklanılmış. Elif hamile olduğu bu süreçte annesini hiç hatırlamıyor, ona ulaşmayı da düşünmüyor, onun hayatında annesine yer yok.

“Mehmet’in Hikâyesi” ise bu eserin en kısa bölümünü oluşturuyor. Onun hikâyesinde Nergis’in Elif’i alarak evden ayrıldığı zaman dilimi, Elif’in antrede unutulmuş sarı yağmur botlarını gördüğü anki duyguları ile yer alıyor sadece. Mehmet çocukluğunda annesiyle de gittiği Hayıtdibi’nde bir çadırın içinde yatarken “evlilik denen çok parçalı makineleri işler halde tutan yüzlerce vidadan ilkinin ne zaman gevşediğini” (KYT, s.75) merak eder sadece. Nergis evi yeni terk etmiştir, çok sevdiği kızını da alarak yuvayı bozmuştur. Evlilik denen pek çok vidası olan makinenin vidaları ne zaman gevşeyip dağılmıştır, hiç farkında değildir Mehmet.

– Melisa Kesmez –

Melisa Kesmez’in öykülerinde de pek çok annelik durumu var. Anne olmayı istemeyen pek çok karakter; onlara karşılık baba olmak için hazır ve bunu isteyen erkek karakterler var. Melisa Kesmez’in anne karakterlerinin çoğunun kızları ile ilişkileri inişli çıkışlı. Kısaca baba-oğul ilişkileri gibi anne-kız ilişkileri de sancılı… Eril zihniyetin dayattığı normlara uymayan karakterler… Anneliği seçmiş, doğuramasa da bir çocuğa anne olmuş Yasemin var örneğin ‘Küçük Yuvarlak Taşlar’da, anne olmasa bile anne sıcaklığıyla sarıp sarmalayan Gülsüm var. Melisa Kesmez bütün farklılıkları abartmadan, klişe açıklamalara dayandırmadan çizmiş karakterlerini.

Annelik” de cinsiyetçi ön kabullerle oluşturulan kadınlık kimliğinin bir parçası olarak inşa edilmeye çalışılıyor. Bunun gerçek hayatta bir karşılığının olmadığını görüyoruz. Melisa Kesmez’in karakterleri bu kalıba uymadıklarını yüksek sesle söyleme cesareti gösteriyor, o kadar.

Melisa Kesmez’in öykülerini bu kadar sahici kılan nedir, peki? Anlattıkları kadınlık halleri olunca otobiyografik unsurlar arıyor okurlar da, sahiciliğinin de yaşanmışlıktan geldiğini düşünüyor. Oysa bir söyleşide bunu öyle şüpheye yer bırakmaz şekilde açıklıyor ki Melisa Kesmez, bu cevap belki pek çok başka yazar için de geçerlidir: “Olaylar, o olayları yaşayan ben değilim, öyküdeki karakterler; ama anlattığım duygular gerçek ve yaşanmış.

Melisa Kesmez, karakterlerini idealize etmeden anlatmayı seçmiş. Kadınlar anlatılıyor öykülerde, ‘ben’ anlatıcıdan yararlanılarak çoğunlukla. Kendi bireysel hayatlarından vazgeçmeden kadın olmayı seçenler karakterler. Toplumun kentli, okumuş, meslek sahibi kadınlara da dayattığı normatif kimliklere itiraz edenlerin seslerini duyuyoruz.Evlenilecek kızlar” diyor normatif kadınlara ‘Şiirsiz’ öyküsündeki anlatıcı kadın. Onları kendilerine ideal eş gören erkekler de var tabii, öyküde, o erkeklere de “evlenilecek erkekler” diyor anlatıcı. “Ülkenin en iyi okullarından topladıkları diplomaları ile annelerinin umutlarını boşa çıkarmamaya ant içmiş şiirsiz adamlar” (ABGBG, s.49). O şiirsiz adamlarla evlenen ya da evlenecek olan, yüzük parmaklarında tektaşları parlayan kadınlar anlatıcının çok uzağındalar, aynı mekânda ve aynı masada oturuyor olsalar bile.

Melisa Kesmez’in eserlerini sahici kılan yanlarından biri de bu işte: yalın dille yazması kadar mekân yaratmadaki başarısı. Mekânla ilgili ayrıntıları çok başarılı biçimde öykülerinin ve “cüce roman”ın dokusuna işlemiş yazar. Okurken gözünüzde bir film canlanıyor sanki. Öykülerin çoğunda mekânın içine dâhil olduğunuzu fark ediyorsunuz. ‘Küçük Yuvarlak Taşlar’da karakterle beraber Hayıtdibi’nin kumlarına bastım, Elif’in denizin içinde ayaklarının altında hissettiği küçük yuvarlak taşları ben de hissettim.

Öyle sanıyorum ki Melisa Kesmez’den önümüzdeki yıllarda daha çok söz edeceğiz ve yazacaklarını merakla bekliyor olacağız.

Yazının başında değindiğim eserin beni sürüklediği kendi anneliğimle ilgili iç hesaplaşmalara gelirsem… Zorlu bir süreçti anneliği kabullenmek ve başarmak (neyse artık başarmak). Kızım da ben de anneannenin ve babaannenin yardımlarıyla geçtik o zor sınavdan. Ama bitiyor mu aşılması gereken eşikler? Hiç biter mi?

Bu yazı yazılırken kızım yurt dışında bir kongrede sunumunu yapıyor. Ve benim yüreğim hâlâ boğazımda atıyor onun için… Onun içinde bambaşka fırtınalar…

Ağustosta başlayan annelik meselesi bağlamında ele almaya çalıştığım bu yazı; araya giren pek çok okumayla beslenerek, içimde büyüyerek, çeşitlenerek şimdilik bitti.

Merhaba ekim, merhaba sonbahar, sombahar…

KAYNAKÇA:

– Melisa Kesmez, ‘Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’, 10. Baskı, Sel, İstanbul, 2017.

– Melisa Kesmez, ‘Küçük Yuvarlak Taşlar’, İletişim, İstanbul, 2022.

– Emet Değirmenci, “Ekofeminizm Nedir ve Ne Gerek Vardı?”, Doğu-Batı, Son Dönemeç: Ekolojik Kriz, Yıl: 24, Sayı: 95, Kasım-Aralık-Ocak 2020-21, s.267-280.

– https://www.literaedebiyat.com/post/novella-nedir

– https://egoistokur.com/melisa-kesmezden-ehlilesmeyi-reddeden-kadinlarin-oykuleri

– https://m.bianet.org/biamag/sanat/202880-bazi-duygularla-uydurdugum-karakter-yoluyla-yuzlesiyorum

– https://www.gazeteduvar.com.tr/amp/melisa-kesmez-dunyada-iyi-insanlar-oldugunu-hayal-ediyorum-haber-1581211

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar