EDEBİYAT 

‘995 KM’LİK BİR YOLCULUK

995 kilometrelik bir yolculuğa çıkıyoruz, hazır mısınız?

Yolculuk nereye? Yolculuğu başlatan, sizi yola davet eden kim?

Daha önemlisi, 995 kilometre gibi görünen bu yol, ondan daha uzun. Otuz yıl önceye gidiyoruz. Belleğin girdaplarında dönüp duran, üzerine çok konuşulup yazılan ama aslında belki de görünenin aksine hiç yazılmayan bir döneme…

Murathan Mungan’ın son romanı ‘995 km’ ekimde çıkar çıkmaz kitapla ilgili söyleşiler de gündeme gelmeye başladı. Bu söyleşilerin birinden öğrendim aslında bu romanın ilk bölümünün ‘Murathan 95’te yayınlandığını. (‘Murathan 95’i okumadım, bilmiyordum.) Ama zihnimi zorladığımda başka bir şeyi hatırladım: ‘Stüdyo Kayıtları’nda (Mungan, 2011) bu romandan söz ediyordu yazar. Kitabın “Benden Başka Kimsenin Görmediği” başlıklı bölümünde “Bir evde yaşıyorum, ama bilseniz kaç kişiyle?” diye başlıyordu anlatmaya Murathan Mungan. Yazının bir yerinde sözü ‘995 km’ romanının kahramanına getirip: “‘995 km’ romanımın İslamcı tetikçisi 90’lı yıllar Diyarbakır’ında işlediği cinayetten sonra kaçtığı Alanya yolunda hâlâ; en son onu Antep’te bir hamamda günahlarından arınırken bırakmıştım.” diyordu romanın adsız karakteri için (Mungan 2011, s.99-100).

Biraz ilgi gösterip araştırınca kitabın tanıtımıyla ilgili ilk söyleşinin T24’teki Cansu Çamlıbel’le romanın raflarda yerini almasından üç gün sonra yapıldığına; ilk imza ve söyleşinin romandaki ilk mekân olan Diyarbakır’da olduğuna ulaşıyordunuz.

Romanın konusu, pek çok yerde özetlendiği gibi, adı olmayan bir İslamcı tetikçinin Diyarbakır’da Kürt halkının mücadelesine ömrünü adamış bir aydın olarak öne çıkan Saim Baran’ı öldürdükten sonra belirlenen aktarma noktalarına uğrayarak Alanya’da biten 995 kilometrelik yol hikâyesi. Bu hikâye nasıl derinlikli bir romana dönüşüyor onu ancak Murathan Mungan edebiyatına aşina okurları keşfediyor.

Öncelikle bu sadece sıradan bir yol hikâyesi değil, bir tetikçinin ruhsal portresi de değil. Bunlar romanla ilgili tespitler arasında yer alabilir; bunların yanında Türkiye’nin 90’lı yıllarından günümüze uzanan genel bir panoraması da var. Ama romanda bunlardan fazlası da var.

Murathan Mungan 1955 doğumlu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Mardin’de geçmiş. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünü kazanıyor ve 1972’de Ankara’ya geliyor üniversite okumak için. Bitirme tezini sinema üzerine yapıyor. Doktoraya başladığı yıl “bu ülkenin başına gelen en büyük felaketlerden biri” diye tanımladığı 12 Eylül oluyor. Üniversiteye başladıktan sonra yine kendi ifadesiyle “adı konmuş bir solcu ve Halkın Kurtuluşu sempatizanı” olarak tanımlanan Murathan Mungan 12 Eylül’den sonra doktorayı sürdüremiyor, bırakıyor.

(Hayatın kesişimi ne ilginç. Benim küçük bir kentten Ankara’ya geldiğim, Dil ve Tarih Coğrafya’da Türk Dili Edebiyatı öğrencisi olduğum yıllarda kendi oradan geçmiş, arkasında daha çok şair olarak aurasını bırakmış bir Murathan Mungan var benim zihnimde.)

Devlet Tiyatrosu’na dramaturg olarak giriyor doktorayı bıraktıktan sonra Murathan Mungan. Altı yıl bu görevde çalıştıktan sonra ayrılarak 1985’te İstanbul’a yerleşiyor. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, o dönem Genel Sanat Yönetmeni olan Gencay Gürün’le çalışmış; dramaturgluk, reji asistanlığı gibi farklı pozisyonlarda pek çok önemli işe katkı sunmuş ya da işlerin sorumluluğunu üstlenmiş. 1988’den sonra ise bütün görevlerini bırakarak serbest yazar olarak çalışmaya başlıyor Murathan Mungan. Yazı yazmayı odağına alan, bütün mesaisini yazmak ve “bagaj”ının dolmasını sağlayacak okumak üzerine kurmuş biri için hayat başka türlü olmuyor demek ki. Bunu da bir yol ayrımı, bir seçim olarak değerlendiriyor bir söyleşide Murathan Mungan:

1989 yılında Nokta dergisinin Doruktakiler edebiyat ödülünü verdiler. Bazen evetlerimiz kadar retlerimizle de biz oluruz. Parayı reddettim, sistem için bir şey yapmayı reddettim. Bunu kahraman olmak için değil, kendim için yaptım. Ödül törenine giderken taksi paramı Bakkal Kemal’den borç aldım; çünkü param yoktu ama o evde oturdum. Hayatınızda karşınıza çıkan yol ayrımlarını iyi görmelisiniz. Vazgeçtikleriniz bir pişmanlık olarak da dönebilir ileride. Ama kendinden ne yapmak istediğini bilmek önemli… Kendimi gerçekleştirmeyi önemsiyorum.

– Murathan Mungan –

995 km’, yazarın önceki romanlarından farklı. Kendini tekrarlamak istemediğini, bunu yapmanın bir kolaycılık olduğunu, bunun da aslında yazarın tükenişi anlamına geleceğini söyleyen Murathan Mungan’ın bu romanı; ‘Yüksek Topuklar’dan da ‘Şairin Romanı’ndan da farklı; siyasi polisiye diye tanımlayabileceğimiz bir anlatı bu. Yine kimi söyleşilerde yazarın belirttiği gibi ‘Çador’la bir bağ kurulabilir bu roman arasında.

Çador’daki her şeyin hem görünür olduğu hem de muğlaklık taşıdığı, kentlerin bilinen görünümünü yitirdiği bir ortamda ailesinden kalanları bulmak için yola çıkan Akhbar’ın yolculuğu ile ‘995 km’nin adsız tetikçisinin Diyarbakır’dan başlayarak Alanya’da biten yolculuğu arasında benzerlikler kurulabilir. Amaç, sebep gibi yönleriyle değil; her iki yolculuğun taşıdığı belirsizlikler açısından; her iki romanda da bütün bir ortama hâkim olan güvensizliğin romanların kahramanlarının ıssızlığını çoğaltması yönüyle ve bütün bir ortama hâkim olan karanlık (coğrafya ve iklim ne olursa olsun) dolayısıyla…

Adsız tetikçinin Diyarbakır’da işlediği cinayetten sonra kendisine çizilen rotadaki kentlerin (Gaziantep, Adana) görünmeyen yüzlerindeki labirentlerinde süren hayatların okurda uyandırdığı etki bu kadar iyi başka türlü nasıl anlatılabilirdi? Romanın bu atmosferi; Murathan Mungan’ın söyleşilerde dile getirdiği gibi tam da belirli bir noktaya yoğunlaşılırken o dönemle ilgili çağrıştırdığı bütün olayların ve isimlerin birbirinin içine geçmesiyle sağlanan, romanın zamanı ve coğrafyayı aşan yanını da ortaya koyuyor. Bu bir taraftan romanı belgesel bir anlatı olmaktan kurtarıyor, diğer taraftan zamansız ve coğrafyasız olarak okunmasını da sağlıyor; işlediği tema yönüyle bütün sorunlu coğrafyalara atıfta bulunmasını da sağlıyor.

995 km’, bu bağlamda okurunu başka okumalara gönderiyor; yakın ya da uzak zamanlarda yazılmış farklı coğrafyalara ait olsa da benzerlikler taşıyan romanlarla, o romanların kahramanlarıyla bağlar kurmamıza olanak sağlıyor. Örneğin Süreyya Evren’in ‘995 km’yi ‘Güneşteki Adamlar’ ve ‘Küçük Bir Ayrıntı’ romanlarıyla ilişkilendirmesi gibi. Süreyya Evren’in romandaki Saim Baran cinayeti için kullandığı “opera ölüm” ifadesi, gelişi önceden tahmin edilen ama önlenemeyen pek çok siyasi cinayeti de düşündürtüyor; beni de ‘Kırmızı Pazartesi’ye doğru götürüyor.

Murathan Mungan da romanında o dönemi yaşayanların, yakından takip edenlerin romanda adı geçen karakterle gerçek kişiler arasında çeşitli tahminlerde bulunabileceklerini ama kendisinin bunu yapmadığını, aslında dönemin belirli figürlerinin çıkış noktası olsa bile roman karakterlerinin pek çok yönüyle birebir örtüşmediğini, kendisinin o olguyu anlatmak istediğini belirtiyor. Çünkü Murathan Mungan’a göre roman, Cansu Çamlıbel’le yapılan söyleşide belirttiği gibi: “…sözgelimi Paraguay’da okunduğunda ‘hem yabancı hem ama çok tanıdık’ hissi olsun istedim” dediği bir hissi verebildiği ölçüde “iyi edebiyat” olacak (Çamlıbel, 2023).

995 km’de yazar, çıkış noktasının 1992’deki Musa Anter cinayeti olduğunu söylüyor: “Ben Musa Anter cinayetini anlatıyorum, siz Tahir Elçi diye okuyabilirsiniz.” (Tahir Elçi cinayetinin tarihi 2015)

İki cinayet arasında çok uzun zaman var; yaşananlara bakıldığında adlar değişmiş, siyasi figürler değişmiş ama sorunlar, sorular, belirsizlik ve karanlık hiç değişmemiş, aynı iklim sürüp gidiyor. Yazar bunu isimsizleştirdiği karakteriyle (o adın şu ya da bu olmasının zaten bir anlamı da olmayacaktı) o belirsizlik ve karışıklık iklimini anlatmayı seçiyor. Adsız karakter, bir anti-kahraman; hepimizin yanı başındaki biri, herkesin her gün gördüğü, bir yerlerde karşılaştığı herhangi biri… Hem görünen ve bilinen ama o kadar da meçhul olan biri. Hep olduğu gibi “içimizden biri” bir başka deyişle…

Adsız tetikçiyi anlatırken yazar da şöyle çiziyor onun yüzünü:

…kimseye bir şey söylemeyen yüzlerdendi onunki, belki de bu yüzden seçilmişti bu görev için, belki de Allah bile bu okunaksız yüzü, bu ketum gözleri bunun için vermişti ona, dünyaya hiçbir şey söylemesin diye.” (995 km, s.13)

Hatırlatmak için yazdığını söylüyor bu romanı Murathan Mungan. “Ülkenin doğusu ile batısı aynı şeyleri hatırlamıyor” çünkü yazara göre. Sahi, 90’lı yıllardan belleğinizde canlananlar neler? Belki de Murathan Mungan’ın söylediği gibi farklı şeyler herkesin hatırladıkları.

Kulağımda gürültüler, uyurken televizyon açık kalmış/ Bir ülkenin bodrum katında kirli bir savaş varmış(*) modunda şarkılarda değinilen “mış” bir anı. O yıllarda sınıflarımızdan eksilen, nerede olduğunu bilmediğimiz öğrenciler; kentin sokaklarından gürültülü konvoylarla geçen asker yolculama törenleri (…gidecek ama geri gelecek); sonra evlerin balkonlarından sarkan büyük bayraklar… Televizyon haberleri, gazeteler, suskunluklar, sinmişlikler, sonra da unutmuşluklar… Sonra yeni gündemler…

Roman boyunca Murathan Mungan’ın tiyatro eğitiminden gelen, başarılı tiyatro oyunları kaleme almış bir yazar olduğunun izlerini bolca tespit edebiliyoruz. Yazar akılda kalıcı sahneler oluşturmak, o sahneyi unutulmaz kılacak ayrıntılarla işlemek konusunda çok başarılı. Yine aynı söyleşide karakter yaratmanın öneminden söz ederek yazılanların kitap okunup bitirildikten sonra unutulmaması için, o eserden bir sahnenin, bir sözün ya da anlatılan karakterin kalmasının onun iyi yaratılmasından geçtiğini ve iyi çalışılmış olması gerektiğini belirtiyor. “Sahip olmadığın meselelerin kitabını yazmayacaksın.” diyor (Çağlayan, 2023). İşte tam da akılda kalıcı olması istenen sahneler, diyaloglar, karakter anlatımları canlanıyor gözünüzün önünde romanı bitirip kapağını kapattığınızda. Bu da 995 km’yi iyi edebiyat yapıyor. Yoksa içerik açısından ele alındığında elbette üzerinde durulması gereken pek çok önemli mesaj var ve bunlar ne güzel ki bu yazı tamamlanıncaya kadar öncekilere eklenen yeni yazılarda da değerlendiriliyor.

Benim romanla ilgili paylaşmak istediğim birkaç sahne var özellikle. Aslında romandan akılda kalan pek çok sahne var, sinematografik özelliklerin ağır bastığı. Öncelikle romanın açılış sahnesi… Murathan Mungan, yapmayı istediğini belirttiği gibi “iyi kurulmuş bir aksiyon filmi gibi” hızlı akacak ve temposu hiç düşmeyecek bir yolculuğa çıkarıyor okurunu:

‘995 km’, adsız tetikçinin sabah namazı için uyanıp abdest alması, giyinip camiye gidişi ile açılıyor. Bütün bunlar sizin sahneyi gözünüzün önünde canlandırmanızı sağlayacak şekilde ayrıntılandırılarak başarılı bir görsellikle veriliyor. “Henüz tam aydınlanmamış sabahın koyu kanatları altında kesme taşlı, yüksek, kalın duvarların gölgesinden giderek, birinden diğerine kıvrılan daracık sokaklardan geçerek camiye vardı.” (995 km, s.11) Romanın ikinci sayfasında adsız tetikçi camide sabah namazını kılarken bir gün öldürülecekse (bu ihtimal bir tetikçi için pek de uzak değildir herhalde) bunun namaz kılarken olmasını umuyor. Tiyatro eserinin bilindik “Sahnede bir silah varsa o mutlaka oyunun sonunda patlar” ilkesi işleyecek midir acaba romanın sonunda? Aslında en başından hayatının sonu tahmin edilen bir anti-kahraman için, umduğu ve kendisi için en iyi ölüm diye seçtiği şey gerçekleşecek midir?

Eğer bir gün öldürülecekse bu namaz kılarken olacaktı, bunu varlığının en derin köşesinde saklı bir kader düğümüymüşçesine seziyor ya da bunun en iyi ölüm biçimi olduğuna inandığından böyle umuyordu.” (995 km, s.12)

Yazar anti-kahramanın hikâyesini anlatırken üçüncü tekil kişili bir anlatıcıyı seçiyor; böylece okurun bu karakterle kendisini özdeşleştirmesini engelliyor. Biz okurlar olarak sanki adsız tetikçinin omzunun üstünden izliyoruz bu yolculuğu, orada bir kamera varmış ve akışı kaydediyormuş gibi. Bu yolculuk, anti-kahramanın ondan istenen aktarma noktalarına uğrayarak Diyarbakır’dan Alanya’ya uzanan bir yolu kat etmesini gerektiriyor. Yolculuğun başladığı andan itibaren coğrafya değiştikçe bitki örtüsü de gökyüzünün kurşuni rengi de değişmeye başlıyor. Yazar bununla, ülkenin doğusu ile batısının birbirinden farklı şeyler yaşadığını, ikisi arasında gökyüzünün rengi kadar gündemin de farklı olduğunu vurguluyor. Otobüs Taşucu’nda, Ağaçlı Dinlenme Tesisleri’nde mola verince adsız tetikçi otobüsten iniyor ve denizle karşılaşıyor:

Taşucu’nda, Ağaçlı Dinlenme Tesisleri’nde durmuştu otobüs, denizin burnunun ucundaki bu yer bambaşka bir iklime geldiği duygusu uyandırıyor insanda; hafif bir esinti, havada bilmediği ferahlatıcı kokular, gür yapraklı ağaçların diri yeşilliği, uzaktan uzağa duyulan dalgaların sesi… (…) Yolda otobüsün penceresinden gördüğü çölü andıran çorak topraklara baktığında kendini daha güvende hisseden varlığı bu engin su karşısında uzaklık duyuyor.” (995 km., s.123)

Adsız tetikçi mola yerinde beklemediği bir anda karşı yönden gelen otobüsün yolcuları arasındaki bölgedeki operasyonlarda zalimliği ile tanınan Kartal Yüzbaşı adıyla bildikleri kişiyle karşılaşır. Uzun süredir ortalıklarda görünmeyen Kartal Yüzbaşı da adsız tetikçiyi tanır: “Vayy, sen buralarda ha!” diyor. “Dünya mı küçük, biz mi her yerdeyiz?” (995 km, s.125) Hangisi sahi, gerçekten dünya mı küçüktür yoksa onlar her yerde karşılaşılacak kadar içimizdeler mi?

Çador’un kahramanı Akhbar ailesinden bir iz bulabilmek için şehrin mahalle aralarında dolaşırken buralardaki izbe kahvelerde oturanların dünyaya tütün ve afyonla dumanlanmış kafalarıyla baktıklarına tanık olur. Kolluk görevlilerinin çoğu zaman göz yumdukları, kimi zaman cezalandırdıkları bir durumdur bu:

Buraları istedikleri zaman basabileceklerinin bilgisi onları daha güçlü kılıyor; çünkü uyguladıkları şey yasalar değil, rastlantılar, olanaklar ve fırsatların keyfiliğiydi. Sonuçta öyle ya da böyle yasalar bellidir, ama keyfi uygulamalarda bulunabilmek olanağı, elinizdeki gücü sürekli kılar. Neyi, ne zaman yapacağınız belli olmaz.” (Çador, s.75-76)

İster ‘Çador’un çöl tozunun kokusunu taşıyan “Zaman adeta yarılmıştı burada” (Çador, s.42) dedirten, her şeyin bir daha yerine konamayacak kadar büyük değişikliğe uğrayarak yitip gittiği iklimi; isterse ‘995 km’nin kurşuni gökyüzünden maviye dönen iklimi olsun özde aynı belirsizlik ve korku iklimini anlatıyor yazar. Kentlerin görünen yüzleri başka şeyler anlatsa bile ara sokaklarında, arka yüzlerinde karanlık bir iklim hüküm sürmektedir.  

Ben okurumdan hep zekâ bekledim, edebiyat görgüsü bekledim. Okurun da bir bagajı olmalı. Ben okurumun zekâsına, sağduyusuna, iç görüsüne, edebiyat görgüsüne güvenerek ve saygı duyarak yazıyorum.” diyor Cansu Çamlıbel’le yaptığı söyleşide Murathan Mungan (Umberto Eco’nun ansiklopedi dediği şey. Belli bir okuma kültürüne sahip olmadan bir eser başka nasıl anlaşılır?).

2016’da Çukurova Kitap Fuarı’ndaki konuşmasında da yazarı yazar yapan şey üzerinde durmuştu Murathan Mungan. Başar Şeker, yazarın bir dizi konuşma olarak planladığı konuşmasının Adana ayağını yazılaştırmıştı: “Bir yazarı yazar yapan şey, denediği stiller, türler değildir. Bir yazarı yazar yapan şey; hayatta kafaya taktığı temel meseleleridir, temalarıdır, kendine çizdiği izlekleridir, ‘Yazmazsam olmaz’ dediği şeyleridir. Yazarları temalarından tanırsınız. İster İngilizce ister Fransızca yazsın, fark etmez.” (B. Şeker, 2016, Refleks gazetesi)

Murathan Mungan edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş bir yazar, şair, tiyatro yazarı; önemli seçkiler hazırlamış, biyografik iki metni var, denemeleri… Her birinin kendi kategorisinde ayrı ayrı konuşulacak, üzerinde durulacak yanları var bu çalışmaların. Birçok kalem tarafından incelenen, değerlendirilen bir sanatçı, bundan sonra da hakkında yazılacaklar olacaktır mutlaka.

Bu roman benimle ekimden beri Adana-Ankara arasında çok seyahat etti; 1 Aralık günü Ankara’da Mülkiyeliler’de yazarın yaptığı söyleşiden sonra imzalandı. Ben yazıyı bitirinceye kadar K24’te üç önemli kalemden üç yazı çıktı; Behçet Çelik bu romanı, “yılın romanı” olarak değerlendirdi yazısında. Basımı tükenmiş ‘Murathan 95’in teminini sağlayan iyilik meleğim arkadaşımdan, Mersin söyleşisinde yazarın ağzından duyduğu “Kurulursa ‘Çador’la bir bağ kurulabilir” sözünü ileterek beni başka bir gözle yeniden okumalara sevk eden sevgili öğrencime kadar yazının oluşumunda görünmez katkılar var.

Saim Baran’ı Diyarbakır dışında bir tarlanın kıyısında başına, boynuna ve göğsüne sıktığı üç kurşunla öldüren anti-kahraman diğer kurbanlarını da üç kurşunla öldürmeyi seçiyor. Adsız tetikçinin huşu içinde bir camide sabah namazını kılarken açılan roman yine bir camide sabah namazını kıldığı sırada üç kurşunla kapanıyor:

Alnını secdeden ilk kaldırıp dizleri üstünde doğrulacağı sırada arkasında belli belirsiz bir hareketlenme hissedip sol omzunun üstünden geriye dönüp bakacak gibi olduğunda kapıdan vuran ışığın hatlarını belirsizleştirdiği, çocuk değilse bile, çocuk yaşta birinin silueti ilişti gözüne. Namazını kılmış çıkmakta olduğunu düşündüğü bu sabiyi sabah namazı için camiye getiren iman kardeşliğinin huzuruyla tam yeniden önüne dönecekken her şey anlaşılmaz bir hızla gelişti. Tabancanın horozunun kaldırılmasının sesi miydi ilk duyduğu, ona mı öyle gelmişti, demeye kalmadan patlayan tabancanın sesiyle birlikte sırtına saplanan ilk kurşun… Adeta kendine ait olmayan bir güçle düştüğü yerden dönüp doğrulmaya çalıştığında ikincisi, yaklaşan adımların kafasına sıktığı üçüncüsünü duyamadı, cansız bedeni seccadenin üstüne yığılıp kalmıştı.” (995 km, s.253-254)

Romanda anlatılan zamanın üzerinden otuz yıl geçmiş. 1993 yılında yaşananlar, pek çok olay gibi onu birebir yaşayanların belleğinde yer ettiği gibi kalmamış. Yaşayanlar başka, duyanlar başka, dönemi okuyanlar başka hatırlıyor.

Bir roman yaşananları hatırlatmaya yeter mi?

Eğer bu, “iyi bir edebiyat”sa, okurunu başka okumalara da gönderiyorsa evet, roman bunu başarır, yazarı bunu başarır. Murathan Mungan, bunu başarmış bir yazar. O, nasıl titiz bir çalışmayla üretiyorsa sadık okurları onun yazdıklarını titizlikle okumaya devam edecek.

KAYNAKÇA:

– Murathan Mungan, ‘Paranın Cinleri’, Metis Yayınları, 1996

– Murathan Mungan, ‘Murathan 95’, Metis Yayınları, 1996

– Mungan Murathan, ‘Stüdyo Kayıtları’, Metis Yayınları, 2011

– Murathan Mungan, ‘Çador’, Metis Yayınları, 2020

– Murathan Mungan, ‘Harita Metod Defteri’, Metis Yayınları, 2015

– Murathan Mungan, ‘995 km’, Metis Yayınları, 2023

– Başar Şeker, Refleks Gazetesi, 20-26 Ocak 2016, s. 11

– Armağan Çağlayan (12 Ekim 2023). Murathan Mungan: “Günümüzün En Büyük İki Problemi Kötülük ve Narsisizm!” (https://m.youtube.com/watch?v=H1wOuz2YynM. Erişim Tarihi: 14.12.2023)

– İnanç Yıldız (9 Ekim 2023). Murathan Mungan: “Türkiye unutarak ayakta kalan insanların ülkesi” (https://bianet.org/haber/murathan-mungan-turkiye-unutarak-ayakta-kalan-insanlarin-ulkesi-286023. Erişim Tarihi: 14.12.2023)

– Cansu Çamlıbel (10 Ekim 2023). Murathan Mungan: “Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor, aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan” (https://www.t24/yazarlar/cansu-camlibel/Murathan_mungan-turkiye-nin-sagcisiyla-solcusu-cok-benziyor-ayni-kumastan-ceket-giyiyorlar-birinin-ceketi-soldan-dugmeleniyor-digerininki-sagdan. Erişim tarihi: 22.12.2023)

– Behçet Çelik (21 Aralık 2023). Bence yılın kitabı, 995 km: Bir yetimden tetikçi yaratan karanlık. (https://www.k24.org./yazarlar/Behçet-celik?fbclid=PAAaabzcG4aE3smsGmpLbW09Xwth430fGsNKSSxu6U-dhecsjzM6u08Tj51c. Erişim tarihi: 22.12.2023)

– Süreyya Evren (16 Kasım 2023). Hafta sonu bir yere gitmeden yapılan 995 km. (https://www.k24kitap.org/krıtik/hafta-sonu-bir-yere-gitmeden-yapılan-995-km4368. Erişim tarihi: 12.12.2023)

– Sırma Köksal (26 Ekim 2023). Polisiye kurguyla yazılmış buralı bir dehşetin romanı: Dünya mı küçük, biz mi her yerdeyiz? (https://www.K24kitap.org/krıtik/polisiye-kurguyla-yazilmis-burali-bir-dehsetin-romani-dunya-mikucuk-biz-mi-her-yerdeyiz4339. Erişim tarihi: 22.12.2023)

(*) Metinde geçen dizeler Teoman’ın ‘Sürpriz’ şarkısından alınmıştır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar