KÜLTÜR-SANAT PSİKOLOJİ 

SAPLANTILAR, KORKULAR VE SIRLARLA DOLU İNSAN BATAKLIKLARI

İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.” – ‘Her İnsan Göründüğü Rüyanın Tabiridir’, Sigmund Freud

İnsan hayattaki en büyük kaçışını kendi karanlık benliğine yapar.” Bu çıkarım benim hayata ve yaşama dair edindiğim en “herkesçe” tecrübelerden biri…

Hepimiz kendi içimizde açığa çıkmaya yüz tutmuş ama sürekli bastırılmak zorunda bırakılmış duygular, korkular, sırlar taşıyoruz. Geçmişteki hayal kırıklıklarımızı, sevgilerimizi, hiç sevilememişliğimizi bir türlü geride bırakamadığımız için sağlam ve aydınlık bir gelecek inşa edemiyoruz. Tüm bunları dile getirmeye utandığımız ya da toplum tarafından dışlanmaktan korktuğumuz için de öz benliğimizi kamufle eden “Her şey çok yolunda ve mükemmel” maskelerimizi kuşanıyoruz. Pahalı aksesuarlarla, göz alıcı şıklıklarla, bizi tanınmaz kılan makyajlarla hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Yani bedenlerimizi dilediğimiz gibi kontrol edebiliyoruz. Peki, ya ruhumuzu ve psikolojimizi? Bedenler insanın hükmündedir; ama ruh? İnsan kendi ruhu karşısında ipi başkasının elinde olan bir kuklaya benzer.

İnsanın kendi gücünden başka dayanacak bir şeyi olmadığını bilmesi yine de az şey sayılmaz.” (Bir Yanılsamanın Geleceği, Sigmund Freud)

İçinde bin bir derinlik, bin bir gizli oda saklayan insan psikolojisi; çeşitli belgesellerle, kitaplarla, terapilerle hayatımızda büyük oranda yer edinmeyi başardı. Dizi ve film sektörü içinde “işlenecek en kıymetli elmaslar”dan biri olan bu alan, Netflix’in en çok izlenen yapımlarında sıklıkla karşımıza çıkıyor. Ben de bu yazımda sizlere kendi ruhunuzdan, sırlarınızdan, korkularınızdan izler ya da benzerlikler bulacağınız bazı psikolojik yapımları anlatacağım.

YALANLARIN TATLI ZEHRİNİ DEĞİL, GERÇEKLERİN KESKİN KILICINI ELİNDE TUTAN BİR KADININ HİKÂYESİ: ‘RATCHED’

Delilik aslında genel pratiğin akılsız bir sisteme uyum sağlaması mıdır? Yoksa bu tür bir sistemden bütünüyle kaçma girişimi mi?” (Guguk Kuşu, Ken Kesey)

Amerika’nın en ünlü psikolojik gerilim yazarlarından biri olan Ken Kesey’in ‘Guguk Kuşu’ adlı romanından esinlenilerek oluşturulan ‘Ratched’ dizisi, Mildred Ratched adlı bir psikiyatri hemşiresinin gizemlerle dolu hayatını konu alıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kaliforniya’da hem siyasiler hem de halk yeniden güçlenmeye ve toparlamaya çalışmaktadır. Tam da böyle bir dönemde eyaletin en önde gelen dört rahibi acımasız bir şekilde katledilir ve infazları gerçekleştiren Edmund Tollasen adlı genç, Lucia Eyalet Hastanesi’ne akıl sağlığını değerlendirmek üzere gönderilir. Halk, dini ekollere böylesine acımasızca zarar veren birinin ölümle cezalandırılmasını isterken; eyalet valisi de, yaklaşan seçimleri kendi lehine çevirmek için Edmund Tollasen’i kullanır. Tüm bu karışıklıklar bir sarmaşık gibi büyürken, hastaneye Mildred Ratched adlı oldukça farklı bir hemşire gelir. Söz oyunlarıyla, manipülasyon yeteneğiyle ve soğukkanlı duruşuyla hastanenin başhekimini bile etkisi altına almayı başaran Ratched, sadece hastanede hemşire olmakla kalmaz, tuhaf davranışları bulunan başhekimin tüm kirli işlerine de ortak olur.

ZEKÂ, KURNAZLIK VE GİZEM

Mildred Ratched, hastanedeki her çalışana her odaya her hastaya kurnazlığı ve pratik zekâsı sayesinde ulaşmayı başarır. İnsanların zayıflıklarından beslenmeyi, onları oradan yakalamayı çok iyi bilen Ratched, rahip katili Edmund Tolleson’a da aşırı bir ilgi ve samimiyet göstermeye başlar; çünkü Edmund onun erkek kardeşidir ve Ratched ne pahasına olursa olsun Edmund’u ölümden kurtaracaktır.

Varoluşumuz, güçlünün güçsüzü yutarak güçlenmesine dayalı.” (Guguk Kuşu, Ken Kesey)

BİR TİLKİ BİLE BAZEN KENDİ KURNAZLIĞININ TUZAĞINA DÜŞEBİLİR!

‘Ratched’ dizisinde sadece bir kadının erkek kardeşini kurtarma hikâyesini izlemiyoruz. Hastanedeki her hastada insani zaaflardan manzaralar görüyoruz. Kimi hasta sırf ten rengi yüzünden psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıp çoklu kişilik bozuklukları ile uğraşıyor; kimisi toplum tarafından kabul göreni değil, kendi kalbi ve ruhu tarafından kabul göreni sevdiği için ağır şok tedavilerine maruz bırakılıyor; kimisi de çok fazla hayal kurduğu için ailesi tarafından dışlanıp hastanenin soğuk koridorlarına bırakılıyor…

Erkeklerin mutlak egemenliğinin arasında, hayatta sahip olduğu tek şey olan erkek kardeşine sahip çıkmak için her daim güçlü durmaya, akıllı olmaya, yedek planlar yapmaya mecbur olan Ratched bile yeri geliyor kendi kurnazlığının tuzağına düşüyor. Ters giden planlarının bedelini de masum insanlar ödemek zorunda kalıyor.

Bu dizideki her karakter izleyiciyi farklı psikolojilere ve gerçeklere sürüklüyor.

Akıl hastalarının güçle ilgili yönünü hiç keşfetmemiştim. Güç… Düşünsene, belki de insan ne kadar deliyse o kadar güç sahibi olur. Hitler örneği mesela. Engeller kalkınca beynin çarkları da çalışıyor galiba.” (Guguk Kuşu, Ken Kesey)

BAZEN SEVDİKLERİMİZİ KENDİ VARLIĞIMIZLA ÖLDÜRÜRÜZ: ‘YOU’

Uçma kabiliyeti diye bir şey yoktur, Joseph, dedi. Bir kuşun uçamayacağı çok küçük bir kafesten daha zalim olan tek şey, kuşun uçabileceğini zannettiği çok büyük bir kafestir. Bir kuşu sadece bir canavar kilitler ve yardımsever biri olduğunu söyler.” (Sen, Caroline Kepnes)

Son dönemin en popüler yazarlarından biri olan Caroline Kepnes’in aynı adlı romanından ekrana uyarlanan ‘You’ dizisi, saplantıları ve sevgi bağımlılıkları olan insanların hayatlarını yer yer acınası, fakat bir o kadar da sadistçe gözler önüne seriyor.

Joe Goldberg, New York’ta yaşayan, bir kitabevi sahibi ve oranın da başyöneticisidir. Joe, oldukça sıradan bir hayat yaşıyormuş gibi görünen, sosyal medyadan, kalabalık insan gruplarından uzak duran, evi ve işi arasında geçen sınırlı bir hayata sahip, pek dikkat çekmeyen bir adamdır. Bir gün kitapçıya Guinevere Beck adında genç bir kız girer ve Joe, Beck’i görür görmez ona farklı duygular hissetmeye başlar. Joe’ye göre bu aşktır, hem de ilk görüşte aşktır; ama aslında durum hiç de öyle değildir. Joe, gitgide Beck’e takıntılı hale gelir, tüm hayatını Beck’e bağımlı şekilde kurmaya başlar ve Beck’in de hayatının sadece kendisiyle sınırlı olmasını ister. İşler kendisi için içinden çıkılamaz bir hal aldığında ise akıl almaz ve insanın kanını donduran yöntemlere başvurur.

“Sonuçta insanlar tam bir hayal kırıklığı değil mi?” (Sen, Caroline Kepnes)

AŞK HER ŞEYİ AFFEDER Mİ?

Hayatına giren kadınlara bağımlı olduğu bir maddeymiş gibi davranan Joe, bu bağımlılığın etkisiyle sevdiği kadınlarla arasında duran her şeyi paramparça eder, onların hayatlarını sadece kendi benliğiyle sınırlandırır ve bunu onlara verilmiş bir ödül olarak görür. Tüm bunları da aşk için yaptığını söyler… Hatta bu bağımlılık çemberinden kurtulmak isteyen kadınları öldürürken bile bunun aşk uğruna işlenmiş bir cinayet olduğunu söyleyecek kadar ileri gider!

FARKLI BAĞIMLILIKLARIN BİR ARAYA GETİRDİĞİ İNSANLAR

‘You’ dizisinde sadece sevgi bağımlılığı örnekleri izlemiyoruz. İnsanın ruhunu tüketen, bitiren bambaşka bağımlılıklara da tanık oluyoruz. Beck’in arkadaş çevresi sosyal medya bağımlılığı olan insanlardan oluşuyor. Her anını her yediğini her söylediğini sosyal medyada paylaşma gereği hisseden bu insanlar, sosyal medya bağımlılığının yanı sıra insan bağımlılığı özelliği de gösteriyorlar. Her akşam kalabalık partilere katılıp gölgesinden ve parasından yararlanabilecekleri zengin insanların alanına girebilmek için büyük çabalar sarf ediyorlar. Kendi fikirlerinin değil, gücü ve şişkin banka hesapları bulunan bu insanların fikirlerinin peşinden koşup duruyorlar… Kendi varlıkları ile dolduramadıkları hayatlarını, bambaşka ve bir o kadar da yabancı benliklerle doldurmaya çalışıyorlar.

Sırlarıyla, yüzleşmekten hep kaçtığı geçmişiyle, aşka ve kadınlara olan yaklaşımıyla izleyiciyi kendisine çekmeyi başaran Joe Goldberg ve sert gerçekçiliğin en güzel örneklerinden biri olan ‘You’ dizisi, yepyeni sezonlarıyla yine bizlerle olacak. Bakalım, Joe bu defa aşk adı altında kaç hayatı daha kendi varlığıyla öldürüp yok edecek?

Elinde olanlara bir hiçmiş gibi davranıp elinde olmayanlara bu kadar kızgın olmak ne kadar ayıp!” (Sen, Caroline Kepnes)

BİLİNÇALTI, BASTIRILMIŞ DUYGULAR VE ARZULAR: ‘FREUD’

Kendini öldürme arzusu, daha derinden başkasını öldürme arzusunun projeksiyonudur.” (Mutlu Olma İhtimalimiz, Sigmund Freud)

Netflix’in en çok izlenen dönem ve psikoloji temalı yapımlarından biri olan ‘Freud’ dizisi, Sigmund Freud’un kişisel hayatından kesitler sunmanın yanı sıra onun insan psikolojisine kendini adadığı ilk gençlik yıllarına da odaklanıyor.

19’uncu yüzyıl Viyana’sında, Avusturya İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik yönden halkı kısıtlamalara ve baskılara zorladığı bir dönemde mesleki anlamda kendini ispatlamaya çalışan Sigmund, nörolog olarak bir akıl hastanesinde çalışmaktadır. Henüz asistanlık sürecinde olan Sigmund, hastalara hocalarının bakamadığı ve göremediği taraflardan bakmayı fazlasıyla sevmektedir. Hocalarının çoğunun tüm psikolojik rahatsızlıkları beyin temelli yollarla açıklamasına şiddetle karşı çıkan Sigmund, hocalarının bu sabit fikirliliklerine karşı kendine has bir psikolojik kuram geliştirmeye çalışır. Bu kuram bilinçaltı üzerinedir ve kuramının içeriği derinleştikçe Sigmund, hocaları tarafından ağır eleştirilere maruz kalır. O esnada Viyana’nın sosyal hayatı da fazlasıyla karışıktır. Şehirde sebebi belli olmayan akıl almaz ve vahşi cinayetler işlenmektedir. İmparatorluk askerleri cinayetleri sıradan vakalar olarak göstermeye çalışırken, Sigmund, cinayetlerin altında yatan sebeplerin peşine düşer ve böylece hem mesleki hem de kişisel hayatında devrim yaratacak olaylara doğru ilk adımlarını atmış olur.

Sevgim benim gözümde, sorumsuzca saçamayacağım değerli bir şeydir.” (Uygarlığın Huzursuzluğu, Sigmund Freud)

RÜYALARIMIZ VE KORKULARIMIZ GERÇEKTEN DE ÖZ BENLİĞİMİZİN AYNASI MIDIR?

Genç Freud, cinayetlerin derinlerine indikçe kendi korkularının denizinde de yüzmeye başlar. Sigmund, esas adıyla Sigismund, Yahudi geleneklerine ve buyruklarına gönülden bağlı bir ailenin küçük oğludur. Hastalarını ve cinayet vakalarını geride bıraktığı zamanları, ailesiyle yediği akşam yemeklerinde geçirmektedir. Sigmund, bu akşam yemeklerinde ve aile buluşmalarında kendi bilinçaltı ve bilinç akışı ile yüzleşme fırsatı bulur. Onu ne yaparsa yapsın asla takdir etmeyen, Yahudi bir aileden gelen bir kızla evlenmesi gerektiğini söyleyip duran memnuniyetsiz bir babası; büyüdüğünü ve bağımsız bir hayatı olduğunu asla kabul etmeyen, fazla duygusal bir annesi vardır. Tüm bunlar yeterince zor değilmiş gibi bir de Yahudi olduğu için çalıştığı hastanede, katıldığı toplantılarda sürekli dışlanmaktadır. Sigmund korkuları ve gerçekleri ile yüzleştikçe nasıl derin ve büyük bir yalnızlık içinde olduğunu fark etmeye başlar. 

Sigmund, rüyalarında kendini sürekli anne ve babası tarafından hırpalanırken görür. Babasının bağrışları ve annesinin gözyaşları rüyalarını ele geçirir. Her rüyada farklı kapılardan geçer ama hep aynı sokağa çıkar, o sokak da kendinden başkası değildir…

Geçmişte boş bırakılmış sayfaların gelecekte doldurulmak üzere mutlaka tekrar açılacağını bizlere her bölümünde titizlikle işlenmiş bir kurguyla gösteren ‘Freud’ dizisi, Sigmund Freud’un hiç bilinmeyen yönlerine açılan oldukça sıra dışı bir pencere!

* * * * *

Birbirinden özel ve farklı bu yapımlar dilerim sizlere de yüzleşmekten korktuğunuz hikâyelerinize tekrar dönebilme gücünü verir ve şunu asla unutmayın ki insan en zayıf yerlerini onardıkça güçlenir.

Bilinçaltının gücü. En derinlerimizde gerçekten istediğimiz şey bize gelecektir öyle ya da böyle. Ya da tam tersi. İnsanların dönüştüğü şeyin aslında en derindeki arzusu olduğunu söyleyebiliriz.” (Bir Yanılsamanın Geleceği, Sigmund Freud)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar