TOPLUM YAŞAM 

TABİAT ANA ÇOK ÜZGÜN

Ben yüzyıllık bir çınarım. Köklerimin uçları yerin altına doğru, onlarca yılda uzandı; dallarımın her biri ayrı bir yılı uğurladı. Binlerce insan yazın gölgeme sığındı, binlerce kuş, dallarıma yaptığı yuvada yavrusunu doyurdu. Minik serçeler benim dalımdan ilk kanatlarını çırpıp hayata uçtu, binlerce arı, dallarımın arasında kovanlarını doldurdu. İnsanlar doğdu, ömrünü bitirdi, öldü; bense yaşadım. Ta ki oteller, köprüler yapılacak diye ateşe verilip yakılana kadar. Dallarım cayır cayır yanarken ormandaki yoldaşlarımın yanışını görmekti asıl yüreğimi yakan. Saatler içinde orman yok oldu, saatler içinde ‘bir tarih’, ‘bin hayvan’, ‘bin ağaç’, ‘bin ömür’ kül oldu…

Ben masmavi gökyüzüyüm; insanlara nefes olan, hayat veren… Eskiden hayallere umut, yağmurlara bulut, gece ile gündüze hudut olurdum. Ta ki insanlar içlerini kirlettikleri gibi beni de kirletip yok edene kadar… Artık ne sonbahara yağmur var benden ne kışlara huzur ne de insanlara hizmetim, dört başı mamur.

Ben uçsuz bucaksız denizim, okyanusum; dağlardan gürül gürül çağlayan, yağmurlarda dolup taşan ırmağın suyuyum. Yaşamın vazgeçilmezi, insanlara hayat verendim. Ta ki insanlar ruhlarını kirletirken beni de yok edene kadar… Artık ne kurumuş dudaklarına ne yangınlarına derman ne vücutlarına kan ne de dünyalarına canım. Artık ne yangınlarını söndürebilecek halim ne de bitkileri yeşillendirecek mecalim var. Bazen kederimden kuruyup gidiyorum bazen de hiddetimden coşup taşıyorum; akarken çevrede beni durduracak tek bir ağaç yok, önüme çıkan her şeyi sürükleyip alıyorum.

Biz insanlar her şey gibi doğayı da tükettik. Para hırsıyla ağaçları kestik, santraller yapıp atıklarla havayı, teknolojiyle insanlığı yok ettik. Birbirimizin hayatına, inancına, rengine, aklına fikrine müdahale ettiğimiz gibi mevsimlere de karışıp kışı yaza, yazı kışa çevirdik.

Şu an kendi oluşturduğumuz kıyamette dünyanın sonuna doğru yürüyoruz. Dünyanın bir yanı susuzluktan alev alırken diğer yanında sular çağlıyor, sel önüne geleni içine çekiyor. Masumların tepesine atılan bombaların fırlatıldığı ülkelerde çıkan kasırgalar, insanların her bir şeylerini alıp götürüyor; hırsları ve kötülüklerinden başka…

Evet, deprem, yerkabuğundaki enerjinin yayılımıyla yaşanan sarsıntılardır ama bu sarsıntılar neden çalınıp çırpılarak malzemesi eksik yapılan binaları etkilerken sağlamları etkilemez? Bugüne kadar binlerce canımız göçük altında kalırken o binayı yapan ve binaya ruhsat veren insanoğlunun vicdanı hiç mi sarsılmaz? Her seferinde doğa bize uyarılar gönderiyorken önlem almayıp kaçak binaları birkaç ayda dikip kanal projeleriyle şehrin kanını almaya devam ediyorsak “Kaderdir, fıtrattır” diyerek tüm suçu tabiata atmak reva mıdır?

Sizce toprağını, havasını, suyunu, bitkisini, hayvanını, tüm yaşayanlarını, kısacası tüm evlatlarını tek tek elinden aldığımız ‘tabiat ana’ şu anda bizden intikam alıyor olabilir mi? Evladına zarar veren birine en büyük cezayı kesen her ana gibi; kendine hayat veren tüm kaynaklarını hızla ve acımasızca yok etme vicdansızlığını gösteren, kapitalizm uğruna insanların yaşam standartları arasında uçurumlar yaratan ‘insan’a en büyük cezayı tabiat ananın kendisi mi kesiyor dersiniz? Bu hızla, bilinçsizlikle ve vicdansızlıkla yaşamaya devam edersek insanın ve yarattığı teknolojinin karşısında çaresiz kaldığı tek güç olan ‘doğa’ tarafından yok edilişini, kendi kıyametimizi kendimizin yarattığını siz de görebiliyorsunuz, değil mi?

Memleket yanıyor, sadece ciğerimiz değil yüzlerce yıllık geçmişimiz ve geleceğimiz yanıyor. Bu yangınların çıkmasında eğer –insan diyemeyeceğim– herhangi bir vicdansızın ilgisi varsa onun yüreğindeki yangın hiç sönmesin!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar