‘ADANA YOLLARINDA, PAMUKLAR DALLARINDA…’
-ADANA-
Adana’dayızdır. Cemreler düşmüş, bahar nihayet yüzünü göstermiştir. Toroslar gürül gürül erimeye başlamıştır. Portakal çiçekleri yeni yeni kokmaya başlayacaktır. Yarınlar bizimdir, yarınlara umutla bakıyoruzdur. Kısa süre önce yitirdiğimiz Adanalı şair Salih Bolat, “kanatlarını açmış”, bize bir şeyler fısıldamaktadır:
“En eski yüzlerimizle duruyoruz ayakta/ alacakaranlığın kapısında/ kollarımızda yıkılmış tapınakların büstleri/ yalın ve anlaşılır şeyler konuşuyoruz/ gelecek günler hakkında.”
Ve şöyle devam etmektedir:
“Diyoruz ki artık kararmayacak sözün gümüşü/ bir bulutun gölgesi olsun düşmeyecek alnımıza/ ölüler de yiyecekler güz yemişlerini/ gece toplayacak uykunun dağılmış harmanını/ bir kez daha dinleyeceğiz toprağın öyküsünü.”
O “toprak”, o “güz yemişleri” ki Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Muzaffer İzgü’nün, Demirtaş Ceyhun’un, Turan Altuntaş’ın sözcüklerinde ne de güzel öyküleşmiş ve biz de o öyküleri “dinlemişizdir”.
* * *
Adana’dayızdır, Taşköprü üstünde adım adım soluyoruzdur havasını Çukurova’nın. Oğlanlar ve kızlar hep bir arada yürüyorlardır. Torosların gürül gürül eriyen karı debisini yükseltmiştir Seyhan’ın. Seyhan, sanki oğlanlarla kızların yüreklerine de akmaktadır. Gürül gürül… Abdurrahman Yağdıran’ın o çok bilindik türküsünü mırıldanmaktadır oğlan, kıza:
“Adana yollarında/ pamuklar dallarında/ Allah canımı alsın/ yârimin kollarında. // Gel Adanalı kız/ güzel edalı kız/ Adana çarşısında/ gezemiyom yalınız.”
Oğlanla kız büyümüştür, aşkları sevdaya dönüşmüştür; belki de sevdaları hasrete. Bu defa Adanalı şair Adnan Yücel’in “yürek çağrısına” kulak vermişlerdir:
“İsterim ki senden/ yaylalarda otlak olasın/ ovalarda ırmak olasın/ yayılasın göğsümün kırlarına/ sarasın beni, sarasın.”
Adnan Yücel, onlar için şöyle devam etmiştir:
“İsterim ki senden/ yılgınlıkta inanç olasın/ zulme karşı direnç olasın/ gömülesin aşkımın sularına/ göresin beni, göresin. // Göresin ki destan edesin/ söyleyesin dillerden dillere/ bir türkünün dizelerinde/ bir kavalın nağmelerinde/ alıp başını gidesin/ bağrı yanık yeller üstünde/ güneşin rengiyle düşesin ufuklarıma/ kırasın karanlıklarımı, kırasın.”
* * *
Adana’dayızdır, Büyüksaat civarındaki arastalarda gezintiye çıkmışızdır. Az ötede dumanı tüten masalar ve tabureler bizi yemeye ve içmeye davet etmektedir. Adanalı öykücü Zafer Doruk’un ‘Karsambaç’ adlı öykü kitabında tam da o duygulara denk gelen satırlarını okumaktayızdır şimdi de:
“Arastanın yirmi yıllık kebapçısıyım, müşterilerimi tanırım; kuşbaşıyı, kıymayı, salatayı nasıl istersin diye sormam. Kim etin kendinden yağlısını sever; kim acılı, kim acısız, kim az pişmiş yer; kim salatada soğan sevmez, kim közde pişmiş domatesle yanında süs biberi ister, bilirim.”
Ortam kalabalıklaşmaya başlamıştır artık. Öykü şöyle devam etmektedir:
“Rüştü, öğle yemeği için gelen arasta esnafını karşılarken çırak da dışarının siparişlerini götürüyordu. Kebap şişlerini doğranmış pidelerin arasına çekip tabaklara bıraktım, yanlarına da üçer dilim közde pişmiş domatesle ikişer yeşilbiber koydum. Bardağımı tezgâhın altından çıkarıp ben de lokmacı takımına katıldım.”
* * *
Adana’dayızdır. Adana denince akla Yılmaz Güney gelir, Aytaç Arman gelir; Şener Şen, Nejat Uygur, Menderes Samancılar, Nebil Özgentürk, Altan Gördüm, Yetkin Dikinciler gelir; Erol Büyükburç gelir; Haluk Levent, Feridun Düzağaç, Murat Göğebakan, Serhan Kelleözü gelir…
Adanalı öykücü Behçet Çelik’in hazırladığı ‘Adana’ya Kar Yağmış’ adlı derleme kitapta Feridun Düzağaç, Adana’yı, “gözlerinde hüzün dolu bir tebessüme” benzetmektedir ve şöyle anlatmaktadır Adana’daki gençlik yıllarını:
“Seksenlerin ikinci devresine denk düşen üniversite talebeliğim kırka yakın İstanbullu fakülteye inat ‘boşta kalmayalım’ seçeneği tek Adana tercihim, Çukurova İşletme’ye kısmet oluyor. Adana beni çok sevmiş olmalı diye düşünüyorum; ancak mutsuzum. Hayatıma sonradan katacaklarımdan elbette haberdar değilim. Şarkıcılık hevesi kursağında kalmış, kalbi kırık bir taşralıyım; taş basıyorum bağrıma, her fırsatta Beşiktaş maçlarını bahane edip kaçıyorum İstanbul’a.”
Ve şöyle devam etmektedir:
“Özel radyolar, gün geçtikçe büyüyen kampus, amatör birkaç tiyatro kulübü şehrin dokusunu biraz renklendiriyor. Doğuştan tiyatro dehası olan sevgili dostum Ali Haydar Bozkurt ile tanışmam… Birlikte hayatın düşlerimizle süslü kıyılarında dolaştığımız günler… Onun beni tanıdığı bir müzisyene ‘çok iyi şarkıcı’ diye lanse etmesi… Ve kırılma noktalarından en önemlisi, hayatıma Serhan Kelleözü’nün girişi… Dillere destan ‘Akdeniz Akşamları’ ve daha bir dolu güzel şarkının bestecisi…”
* * *
Adana’dayızdır. Ve nihayetinde Adana denince akla Ali Haydar Bozkurt gelir. İlk gençlik yıllarında mart sonu ve nisan başı duyumsadığı portakal çiçeklerinin o büyüleyici kokusunu hayalleriyle harmanlayarak güzel Adana’ya değerli karnavalı kazandırmıştır. Bugün onuncu yılındadır tüm dünyanın konuştuğu Portakal Çiçeği Karnavalı.
Ali Haydar Bozkurt ve karnavala katkı sunanlar için bir şiir bırakarak noktalayalım yazıyı:
“Aşksız ve paramparçaydı yaşam/ bir inancın yüceliğinde buldum seni/ bir kavganın güzelliğinde sevdim./ Bitmedi daha, sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! // (…) // Bir inancın yüceliğinde buldum seni/ bir kavganın güzelliğinde sevdim./ Bin kez budadılar körpe dallarımızı/ bin kez kırdılar./ Yine çiçekteyiz işte, yine meyvedeyiz/ bin kez korkuya boğdular zamanı/ bin kez ölümlediler/ yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz./ Bitmedi daha, sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” (Adnan Yücel)
________________________________
Not: Portakal Çiçeği Karnavalı kapsamında hazırlanan ve Adana’da ücretsiz olarak dağıtılan ‘Karnaval’ gazetesinde yayımlanmıştır.