TOPLUM 

MÜSLÜMANLIK, KADIN VE İKTİDAR

Tek tanrılı dinler geldi geleli inananlarına yüklediği boş özgüven her daim var olmuştur. Elinde çekirdeği üstüne döke döke çitlerken, akşamdan seyrettiği tartışma programından aklında kalanı en az bir ay satacağından emindir inanan. Bu bakışla dünyayı değiştireceğini, yaşamı dönüştüreceğini zannetmesi de ayrı bir trajedidir. Emperyalist ekonomik sisteme entegrasyonun iyi bir halt olduğunu beynine kazımıştır. Çünkü akşamki tartışma programında papyonlu ekonomi profesörü civcivli laflarla serbest piyasa ekonomisinin nimetlerinden bahsetmiştir.

Her inanç sistemi “haline bakmadan Hasan Dağı’na oduna çıkmayı marifet bellemiş” inanana ihtiyaç duyar/duymuştur. Müslümanların kendilerinden önceki dönemi “Cahiliye Dönemi” olarak tanımlaması da böyle bir bakışın ürünüdür. İslamiyet’in ortaya çıkışı sırasında bahsi geçen kadronun tamamının kişiliği Cahiliye Dönemi’nde şekillenmiştir. Bu insanlar her iki dönemi de yaşamış insanlardır. Dönemin “cehaletle” özdeşleştirilmesi, kendinden öncekini kötüleyerek daha ışıltılı bir varoluşun tedirginliğindendir. Mirasın kötü(!) olanına sahip çıkmamak da diyebilirsiniz buna.

Diyalektik olarak önceki dönem öyle ya da böyle sonraki dönemi besler, etkiler. “Kara taşı” kutsal bilip öpmek, cinlere inanmak, iki tepe arasında şeytan taşlamak, zekat ve sadaka vermek gibi Cahiliye Dönemi (İslamiyet Öncesi Dönem) Arap gelenekleri İslami dönemde de benzer şekilde sürdürülmüştür. (Bkz. İlhan Arsel, Cahiliye, s. 46-49)

Cahiliye Dönemi, “kadın” figürünün ilk ve en bilindik olanlarından birisi Hz. Muhammed’in ilk eşi olan Hz. Hatice’dir. Kendisi ticaretle uğraşmakla birlikte dönemin saygın ailelerinden birinin kızıdır. Ticari zekâsının yanı sıra güzelliği ile de dikkat çekmiştir. Hz. Muhammed’le ticari ortaklık kurmuştur. Bu ortaklıkta Hz. Muhammed’in gösterdiği dürüst ve ahlaklı tavır nedeniyle Hz. Hatice tarafından kendisine evlilik teklif edilmiştir. Sonrasında 3’üncü evliliğini (önceki evliliklerinden de çocukları vardır) Hz. Muhammed’le yapmıştır. Ayrıca yaş olarak büyük olan yine kendisidir. Sadece tek bir örnek belirleyici olamaz; ancak kadının Cahiliye Dönemi’ndeki yeri ile ilgili fikir vermesi açısından dikkat çekicidir.

İktidar sahibinin kadının üzerinden politika yapma huyu, özellikle Müslüman toplumlarda zamanla tarihsel bir gerçeklik halini almıştır. Bu huy, inanç sistemine de önü alınamaz şekilde sirayet etmiştir. İslam’ı şiar edinmiş toplumlarda uygulamadaki vahamet yerini zamanla cehalete bırakmış ve bu durum nesilden nesle trajik bir hal almıştır. Yazık ki bu koca din şer’i hükümleri uygulayan yöneticilerin ve kanaat önderlerinin ahlakına bürünmüştür. Böylece zina edenin ahlaksızlığı ile recim yapanın vicdansızlığı arasına sıkıştırılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de kadınların örtünmesine dayanak oluşturduğu iddia edilen, Nur Suresi 31’inci Ayet’tir. Ayetin tamamı şöyledir: “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları, babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya Müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar, Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.” (Nur Suresi 31’inci Ayet, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, s. 352, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1983)

İddiaya göre bu ayet indiği zaman kadınlar izarlarını (uzun eteklerini) aldılar da etekleri yönünde yardılar ve bunları başlarına örttüler. (Sahih-i Buhari ve Tercemesi Kitabu’t Tefsir bab: 226, Hadis no: 279). Nur ayetinin içinde geçen ifade başörtüsüdür. Dönemin kadınlarının giyim tarzları göğüsleri açıkta kalacak şekildedir. Kadınlar eteklerini yararak başlarını örterken bir başka “mahrem” yerlerini açmış olduklarını fark edememişler midir?

Kadın kısmı, erkeğin eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üstüdür. Bunu düzelteyim derken kırarsın, kendi haline bırakırsan eğri olmakta devam eder.” (Buhari, el –Camiu’s-Sahih) Erkeğin eğe kemiğini yaşamın merkezine oturtmak kadını değil, erkeği gülünç duruma düşürmektir. Doğa dişil olan ile erkek olanın dengeli karışımından ibarettir.

…Hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç, dörde kadar evlenebilirsiniz…” (Nisa Suresi 3’üncü Ayet) Bu ayet kadına verilen önemi mi, yoksa erkeğin doymak bilmez zevk eşiğini mi işaret eder?

Sizden (erkeklerden) hür, mü’min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü’min cariyelerden alsın…” (Nisa Suresi 25’inci Ayet) Burada da cariyeler (özgür olmayan kadınlar) meta olarak görülmektedir. Her ne kadar Müslüman yorumcular bunu “sahipsiz kadının ortada kalmasına engel olmak” gibi saçma bir mantığa oturtmaya çalışsalar da oturmaz.

Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde de benzer düşüncelere rastlıyoruz. “Kadını boş bırakma, kapıyı kapalı tut, insana her türlü uygunsuzluk kadından gelir” (Beyit no: 1303). “Bu kızlar doğmasa, doğarsa bile yaşamazsa daha iyi olur” (Beyit no: 4511). “Kadını evden bırakma; eğer çıkarsa doğru yoldan şaşar” (Beyit no: 4518). Sadece erkeğin aklı melekelerinin yerinde olduğundan hareket eden bu bakışın altında erkeğin tahakküm alanını koruma çabasının yattığını anlamak için âlim olmak gerekmez…

İmam Gazali de “iyi kadın” tanımını yaparken “Bakire olmalı, namazını kılıp orucunu tutmalı, gelen misafirlere iltifat etmemeli, kocasının akrabalarını kendi akrabalarına tercih etmeli, sokağa çıkarken dikkat çekmeyecek şekilde giyinmeli, komşularıyla konuşmamalı, sadece kocası için süslenmeli, kocanın şehvetini sürekli düşünmeli ve bu şehvete cevap verme çabasında olmalı ve sonuç olarak kocasına sürekli saygılı olmalı ve emrine de her daim amade olmalıdır” der.

İbn-i Rüşd, kadının durumunun mezhepler arasında tartışma konusu olduğundan bahseder. Öyle ki kadının mahrem yerleri meselesinde ulemanın çoğunun “el yüz dışında bütün vücudunun mahrem olduğu” görüşünde birleştiğini ancak İmam Ebu Hanife’nin bu görüşe ek olarak “Kadının ayağı da mahrem değildir” görüşünü savunduğunu iletir (Bidayetü’l-Müctehid -Mezhebler Arası Mukayeseli İslam Hukuku- 1’inci Cilt s. 256.). Ancak kadının elini, yüzünü, ayağını kapatmak konusuna muhalefet edenler, hacda kadının elinin, yüzünün, ayağının kapatılmadığını delil olarak gösterir.

…Kadınlar sizin tarlanızdır; tarlanıza istediğiniz gibi gelin” (Bakara Suresi, 223’üncü Ayet). Diyanet,  çevirisinde anahtar kelime olan “tarla” kelimesinin yerine “ekenek” kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Ancak o da ekilen yer ya da tarla demektir. “…Erkeklerin onlardan (kadınlardan) bir üstün derecesi vardır…” (Bakara 225’inci Ayet). Kadının erkek karşısında eksik olduğunu belirtilmiştir. “…Bundan sonra (erkek) kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa Allah’ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı kocanın birbirlerine dönmelerine bir engel yoktur…” (Bakara Suresi 230’uncu Ayet) Buna “hülle” denmektedir. Bu kadar şeyi söyledikten sonra kadın ile erkek arasında eşitlikten bahsedilebilir mi? “Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık” (Hucurat Suresi 13’üncü Ayet).

Osmanlı tahrirlerinde (vergi kaynaklarını belirleyen defterlerde) de vergi ve nüfus sayımlarında hane halkını (aileyi) erkeğin adı temsil etmektedir. Osmanlı’da kocası ölen kadının erkek evladı yok ise elindeki tarla ve arazileri alınır ve başka bir köylüye (erkeğe ) aktarılırdı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda miras hukuku başta olmak üzere, kadın-erkek ilişkileri, aile hukuku, toplumsal hakların dağılımı vs. konularda Kur’an-ı Kerim tek ve vazgeçilmez referans kaynağı olarak kabul edilmiştir. Kadının İslamiyet öncesi dönemdeki önemi, İslamiyet sonrası sadece doğurgan özellikleri ön plana çıkan, sürülmeye müsait bir “tarla” (meta) gibi görülmesine neden olmuştur. Mal sahibi olarak da erkek gösterilmiştir. Kadının fikri alınması şöyle dursun, varlığı dahi kabul edilmemiştir. Kur’an’da Yusuf Suresi 109’uncu Ayet’te, “Biz senden önce insanlardan gayrı başka (peygamber) göndermedik” diyerek aslında peygamberlik payesine kadının hiçbir zaman sahip olamadığı belirtilmiştir.

Mağduru tecavüzcüsüyle evlendirerek iğrenç fiili fail lehine legal hale getirmek toplumsal bir cinayettir. Evvel zamanda medrese safsatalarıyla kadını baskı altında tutarak, halkına zaman kaybettiren kafa tam da bu kafadır. Kadını yangından kurtarmaya çalıştığını iddia eden ve onu bir nesne/eşya gibi gören kafanın, asıl yangını çıkaran kafa olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar