VAR OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
-ADANA-
6 Şubat sabahı saat 04.17’de bir kâbusa uyandık hepimiz. Merkezi Kahramanmaraş-Pazarcık olan 7,7 şiddetindeki deprem Adana, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa dâhil 10 şehirde hissedildi. Öğlen saat 13.24’te gerçekleşen Kahramanmaraş-Elbistan merkezli ikinci deprem acımıza tuz biber ekti. Depremlerin etkilediği tüm şehirlerde yıkımlar oldu. Özellikle Kahramanmaraş ve Hatay’da depremin faturası çok ağır. Bu yazıyı yazdığım saatlerde can kaybı 20 binin üzerinde. Acımız, üzüntümüz, öfkemiz çok büyük. Sadece depremzedeler değil, sadece depremin etkilediği şehirler değil, Edirne’den Kars’a tüm Türkiye, tüm Türk halkı olarak bu depremlerin yarattığı enkazın altında kaldık.
Çek asıllı Fransız yazar Milan Kundera, 1982 yılında yazdığı romanında ‘var olmanın dayanılmaz hafifliğini’ anlatır. Bizler ise şu anda, ‘var olmanın dayanılmaz ağırlığı’nı hissediyoruz milletçe. Yemek yemekten, su içmekten, yatıp uyumaktan ya da sadece durup boşluğa bakmaktan utanıyoruz. Hâlâ başımızı sokacak bir evimiz, ocakta kaynayan bir tenceremiz oluşundan utanıyoruz. Depremlerde mağdur olmuş, yakınlarını kaybetmiş, evleri yıkılmış insanların fotoğraflarına bakmaktan utanıyoruz. “Ne yapsak da yardım etsek bu insancıklara?” diye düşünüyoruz. “Ne yapsak da seslerini duyursak?” Tek bir şekilde avutabiliyoruz kendimizi: bu acıların sorumlusu sıradan halk, yani biz değiliz. Çok şükür ki değiliz. Fakat sorumluları belli.
Deprem elbette ki doğal bir olay. Önüne geçebilmemiz, durdurabilmemiz ya da önceden haberdar olabilmemiz mümkün değil. Fakat madem nice medeniyeti yok eden fay hatlarının üstünde yaşıyoruz, madem riskli bölgedeyiz, depreme hazırlıklı olabilirdik. Şehirlerimizi, evlerimizi bu gerçeği göz önüne alarak güçlendirebilirdik.
Bu noktada, örneğin Malatya’da bir yıllık bina “Depreme dayanıklı” denilerek tanıtılıyor, daireleri satılıyor ve ilk depremde yerle bir oluyorsa; bu işin sorumlularının yargı önünde ve kamu vicdanında hesap vermesi gerekir!
Nitekim; Hatay’da “Cennetten bir kare” denilerek milyonlarca liraya satışa sunulan, 250 konutlu Rönesans Rezidans yerle bir olduktan sonra müteahhidi Mehmet Yaşar Coşkun, İstanbul Havalimanı’nda göz altına alındı. Eli kanlı katil yurt dışına çıkmaya hazırlanıyordu! (Editör Notu: Çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.)
Gerçi, Türkiye’de asıl problem suçluların yakalanması değil; içeride tutulması! Zira kravat taktığı, saçını taradığı için, “iyi hal gösterdiği” için, “cezasını yeteri kadar çektiği” gerekçesiyle elini kolunu sallaya sallaya serbest kalabiliyor bu ülkede suçlular!
Maalesef bugün ülkemizde suçlu kişi, özellikle de zengin ve iktidara yakınsa, çok kolaylıkla mağdur olabiliyor. Havai fişek fabrikasında yaşanan patlamadan sonra, 4 işçiye mezar olan fabrikanın sahibine ‘moral yemeği’ veren MÜSİAD’ı hatırlayınız!
Bundan binlerce yıl önce, M.Ö. 1760’ta Babil Hükümdarı Hammurabi’nin yazdırdığı kanunların 229’uncu maddesinde şöyle deniliyor:
“Eğer bir mimar, bir adama ev yapıp, yaptığını sağlam yapmazsa ve yaptığı ev çöküp ev sahibinin ölümüne sebep olursa, o mimar öldürülecektir.”
Kimsenin öldürülmesine, ölmesine gerek yok aslında. Fakat her nedense, bu ülkede yaşanan her depremde, malzemeden çalınarak yapılmış binaların enkazı altında can veriyor insanımız. Dolayısıyla Hammurabi’nin kanununu günümüze göre güncelleyebiliriz. Yaptığı ev çöküp ev sahibinin ölümüne sebep olan müteahhidin tüm mal varlığına el koyup onu müebbet hapse mahkûm edebiliriz!
Üzgünüz, evet, acılıyız. Fakat aynı zamanda öfkeliyiz de.
– Depremin başından beri yapılan yanlışları gördüğümüz için öfkeliyiz.
– Cumhurbaşkanımız, acılı milletimize yaptığı konuşmada tehditkâr ifadeler kullandığı, “kader” dediği için öfkeliyiz!
– Borsa iki gün geç kapatıldığı, fırsatçıların çimento hissesi satın almasına engel olunmadığı için öfkeliyiz!
– Ordumuz deprem bölgesine geç gönderildiği için öfkeliyiz!
– Yardım paketlerinin içinden çıkan abiye kıyafetler, mayolar, topuklu ayakkabılar için öfkeliyiz!
– Kendisine sitem eden acılı vatandaşın karşısında telefonuyla oynayan milletvekiline öfkeliyiz!
– Acılı vatandaşın karşısında gülümseyen Adıyaman Valisine öfkeliyiz!
– AFAD ve AHBAP’ın yanı sıra depremzedelerin de etkin olarak kullandığı Twitter’ın kısıtlanmasına öfkeliyiz!
– Yardım paketlerini yağmalayanlara öfkeliyiz!
– Deprem bölgesinde gıda maddelerini pahalıya satan fırsatçılara öfkeliyiz!
– Sesini duyurmaya çalışan depremzedeyi sabote eden, sözünü kesen muhabirlere öfkeliyiz!
– Ve son olarak, kuruşu kuruşuna ödediğimiz deprem vergilerinin nerede olduğunu bilmediğimiz için öfkeliyiz!
Bu millet bunları hak etmiyor. Türk halkı, bir kez daha “var olmanın dayanılmaz ağırlığı” altında ezilmeyi hak etmiyor!