POLİTİKA TOPLUM 

ZİHNİN DEHLİZLERİNDEKİ ALEVİLİK

Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir baktık ki bir arpa boyu ilerlememişiz.

Ortaokulu özel bir okulda okudum (1971-1974). Ergenliğe yeni girdiğim yıllar, herkes benimle aynı yaşta, yani hepimiz hâlâ çocuğuz ve bir o kadar da genç hissediyoruz kendimizi. Her çocuk öz saygının gelişmesi için gençliğe geçişle birlikte pek çok açıdan onaylanma ihtiyacı duyar.

İlkokulda farkında olup fakat önemsemediğim etnik ve mezhepsel kimliğim burada her gün aşağılanıyor, çocukların alay malzemesi olarak kullanılıyordu. Mesela biri hakaret etmek istediği bir arkadaşına “Pis Fellah” diyordu. O da “Fellah sensin” diye karşılık veriyordu.

Fellah aslında Mısır’daki çiftçi halka deniyor, Adana’da ise Arap Alevi (Nusayri) halka verilen addır.

Alevilikle ilgili çocukların sözleri, anlatış biçimi Türkiye genelinde anlatılanlarla aynıydı. Tamamen aşağılama üzerine yapılmış ve gerçek dışıydı, utanç verici ve nefret körükleyiciydi.

Hazırlık sınıfı dâhil 4 yıl süren ortaokul boyunca sadece çocuklar değil, o nefret bir kez de matematik öğretmeninin ağzından dökülüverdi.

Öğretmen okulunda iken Konya’da okullararası futbol karşılaşmaları yapılmıştı. Konya Öğretmen Okulu ile Adana Öğretmen Okulu arasındaki karşılaşmada Konya takımı aleyhine slogan atmaya başladık, onlar da bize ‘Bunlar futboldan ne anlar, Adana’nın Fellahları’ diye karşı cevap verdiler” dedi.

Öğretmen, “Bir utandım ki çocuklar, hiç sormayın, canımız sıkıldı, sustuk” dedi. (Fellah olmak ne utanç vericiymiş meğer.)

Ben bir çocuk olarak böylesine nefreti ve aşağılanmayı hak edecek bir şey yapmamıştım. Ama öğretmen ben yokmuşum gibi davranıyordu. 24-25 kişilik sınıfta bir Arap Alevi, yani Fellah bulunma ihtimalini bile hesaba katmamıştı. Ne Fellah doğmayı, ne Müslüman doğmayı, ne de Türkiye’de doğmayı ben seçmiştim. Bunlar ebeveynlerim ve kardeşlerim için de geçerliydi. Aslında sınıf arkadaşlarım için de öyleydi.

İçimdeki sonuç; zaten şüpheyle baktığım İslamiyet dâhil tüm dinleri 13 yaşımda reddettim, büyüklerimiz bize diyordu ki: “Bütün dinlerin tanrısı aynı. O halde dinlerin birbirinden farkı olamazdı. Tek fark aidiyet psikolojisiydi, yani birisi bizimki, diğeri onlarınkiydi. Hiçbiri de modern ve insani değildi, aksine tehditkâr ve aşağılayıcıydılar.

Daha sonra o okuldan ayrıldım. Liseyi, Adana Erkek Lisesinde okudum. Çok farklıydı çocukların konuştukları konular, kültür düzeyleri, ilişkiler, öğretmenler her şey, sanki başka bir boyuta geçmiş gibiydim. Sınıf içerisinde siyasi tartışmalar oluyordu. Kitaplardan söz ediliyordu, o kitaplar üzerinden fikir tartışmaları yapılıyordu. Irkçı dindar kimliğini fazlasıyla önemseyenler burada da vardı ama en önemlisi ilk kez sol görüşlü ve sağ görüşlü gençliğin belirgin bir şekilde farkını burada görüyordum. Solcular etnik kimliklere saygı duyuyor, eşitlikçi, iş birliğine yatkın ve kitap okuyan gençlerdi.

Aşağıladıkları hiçbir toplum kesimi yoktu. Aksine bunu ilkellik olarak görüyor, faşist ideoloji diye yadırgıyorlardı. Lise ikinci sınıfta bir arkadaşım bir gün şunu söyledi: “Dünyada ilk var olan millet Türklerdir.” Kastettiği ırktı. Ona dedim ki: “O halde dünyadaki hiç kimseye kızma ve düşman olma hakkın yok. Çünkü o zaman herkes Türk’tür” dedim. Arkadaşımın hangi siyasi yelpazeden olduğunu bilmiyordum ama söylediği bu sözden sonra çok açıktı.

Gençlik yıllarında tanık olduğum başlangıçta çok gerilimli Alevi-Sünni aşk evlilikleri oluyordu. Bu tür evliliklerin büyük bir kısmı kavgalı ayrılıklarla sonuçlanıyordu; çünkü normal evliliklerde bile meydana gelen küçük kavgalar da mezhepsel atışmalara ve aşağılamalara dönüştüğünden sanki asıl sorun mezhep farkıymış gibi algılanıyordu. Ancak şunu söylemek gerekiyor ki bu evliliklerde kültürel seviyenin çok büyük etkisi vardı. Eğer entelektüel gelişmişlik seviyesi düşük bir çift ise aile boyu kavgalar meydana geliyordu. Mezhep farkı olmayan evliliklerde kolay halledilebilecek sorunlar ailelerin devreye girmesiyle ayrılıkla sonuçlandığından sürekliliği sağlamak oldukça zordu.

Üniversite yıllarımın sonunda bir kadınla arkadaşlık yapmaya başladım. Kadın o zamanlar Adana’nın ilçesi olan Osmaniyeliydi, yani radikal milliyetçiliğin çok yoğun olduğu bir yerdendi. Önce Alparslan Türkeş, daha sonra da Devlet Bahçeli’nin milletvekili seçildiği şehirdir. MHP’nin 3 milletvekili çıkardığı 1973 seçimlerinde bile oradan 1 milletvekili çıkarmıştı.

Kadın bir yandan benimle arkadaşlık yaparken diğer yandan benimle, yani bir Alevi ile arkadaşlık yaptığının abilerince öğrenilmesi durumunda hem beni hem kendisini öldüreceklerini söylüyor ve çok korkuyordu. Adana’nın içinde bile korkuyla dolaşıyorduk.

1970-1980 arası tıpkı bugünkü gibi radikal dinci ve milliyetçi partiler vardı. Bu partilerin kitle tabanları köy ve kasabalar ve büyükşehirlerin varoşlarında yer alıyordu. Radikal milliyetçilik bir taşra kültürüdür.

Alevilik, günümüze kadar pek çok kişisel olarak rastladıklarımın yanı sıra ülke çapında katliamlara da sahne olan bir konuydu.

Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte kısmen azalmış gibi görünen radikal nefret aslında insanlararası ilişkilerde halen sorun oluşturmaktadır.

Bir Yahudi bile daha kabul edilebilir. Kişisel hayatımdan çok yakın bir örnek: 2004 yılında çok sevdiğim ve 10 yıl arkadaşlık yapıp 2’nci yılında evlilik teklifi yaptığım bir kadının ailesinden gelen tepki ve tehditler üzerine benimle evlenme cesareti göstermemesiydi. Ben hiçbir dine inanmadığımı ve bu açıdan sorun olmadığını telkin etsem de o önemli olanın o kökenden geliyor olmam olduğunu söyleyerek kararsız kalmasıydı. “Yahudi olmanı bile kabul ederler ama bir Alevi ile asla olmaz” diyordu.

Diğer bir örnek de halen kör topal, kızım adına sürdürdüğüm evliliğimde eşimin ailesine benim bir Alevi kökenli olduğumun söylenmemesiydi. Şu an biliyorlar mı bilmiyorum. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamışken bilseler bile sorun olacağını sanmıyorum. Ama yakın çevresinde gördüklerim yeterli benim için.

Bu yazıyı neden yazdım?

Ortalıkta kör kör dolaşan insanlarımız, aydın zannedilen, hiçbir işe yaramayan entelektüellerimiz, 1980-1990 yılları arasında aleni olarak örgütlenen dinci yapıyı görmezden gelip bu ülkeye asla şeriat gelmez diyerek insanları uyuturken 2023’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yine aynı söylemleri tekrarladılar. 6’lı masanın aslında zekâsı 7’nci yüzyılda kalmış 3 ortağı, zekâsı 10’uncu yüzyıldan ileriye geçememiş diğer bir ortağı ve 1950’lerin Atatürk karşıtlarının kucaklanması gibi bir amaç üstlenmiş bir diğer ortağıyla kör dolaşan aymaz entelektüeller gibi saflığın tuzağına düştük ve siyasal İslam’a doğru hızla yol alıyoruz. Bugün halen 19 Aralık 1978 Kahramanmaraş olaylarından dolayı en küçük pişmanlıklarının olmadığını söyleyen Maraşlılar var. Konuşurken gözlerindeki öfkeyi gördüm, bugün olsa aynı şeyi yapacaklarından eminim.

Tarihsel gerçeklerden çok kopuk bilgiler ışığında körüklenmiş bir nefret hayatımızı etkilemeye devam ediyor. Aslında Anadolu’da Aleviliğin tarihi yazan kitaplar var ama okunma seviyesi düşük olduğundan nefret malzemesi olarak kullanılmaya devam ediyor.

AKP ve MHP bu nefretin dışavurumudur. Ülkeyi kimler yönetiyor, bakıp da umutlanmak mümkün mü?

Yunan halkının gözlerinden öpüyorum.

Neden mi?

Aleksis Cipras’ı seçtikleri için, bilinç, işte böyle bir şey.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar