SICAK SU SOLCULUĞU YA DA BİR ARPA BOYU YOL
-ANKARA-
Türkiye’de sol hareketin tarihi ekseni hiçbir zaman kaymamıştır. Çünkü Türkiye’de sol hiçbir zaman olmamıştır. Bu iddialı bir söylem gibi görülebilir. Ancak sol derken neyin kastedildiği çok önemlidir. Sosyal demokrasi mi? Sosyalist demokrasi mi? Sosyal demokrasinin başlangıçta kapitalizmin yarattığı eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedeflemesine rağmen tarihsel akış içinde kapitalizme eklemlenmesi tesadüf değildir. Sosyal devlet hedefi, devlet kapitalist kurallarla oynadığı sürece mümkün olmamıştır. Zaten kapitalizmin neden olduğu eşitsizlik ve adaletsizlikleri liberal demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlamak yeni bir ideoloji olarak sunulsa da hiçbir orijinal yanı yoktur. Emekçiler, ezilenler ve sömürülenler açısından bir çözüm olmadığı görülmüştür. Anadolu’da sosyalist hareket, Mustafa Suphilerin, Ethem Nejatların katledilmesiyle daha doğmadan Karadeniz’in hırçın dalgalarına gömülmüştür. Türkiye’de sosyalist sol harekete, bu hareket henüz prematüre haldeyken ölümcül darbeyi vuranlar yine Kemalistler olmuştur. Kemalist kadroların Kurtuluş Savaşı’nda oynadığı rol sosyalist bir rol olmasına rağmen bu rol büyük oranda zorunlulukların getirdiği bir roldür. Ekonomik açıdan tek çıkış yolunun saf bir iyimserlikle yarı kapitalist, yarı sosyalist karma ekonomik bir modelden geçtiğinin düşünülmesi, devlet ideolojisini liberal eksenli sosyal demokrasiye evirmiştir. Bu topraklarda cılız birtakım işçi hareketlerine dönem dönem rastlanmıştır; ancak ideolojik eksen hiçbir zaman merkez sağın solundan öteye gitmemiştir. Bugün sendikal hareketlerin olmamasının, işçi çıkarlarının yerini sarı sendika liderlerinin çıkarlarının almasının nedeni budur. Anadolu’nun Pir Sultan’ının, Hacı Bektaşı’nın, Köroğlu’nun, Celali isyanlarının, Babai isyanının ya da Osmanlı’nın son dönemlerindeki Koçgiri ve Dersim isyanları vs. çıkış nedenlerine bakarsanız o dönem yönetimlerin halka uyguladığı zorbalığı, yüksek vergileri ve hiçleştirmeyi görürsünüz. Devlet eliyle uygulanan bu zorbalıklara karşı duruşlar genellikle ayaklanmalar şeklinde olmuş ve bölgesel etkiden öteye gidememiştir.
Örgütlü olmak toplumumuzun alışılagelmiş davranışı ya da karşı koyuş biçimi değildir. O nedenle bizim siyasi partilerimiz de dâhil olmak üzere örgütlü bir oluşum modelinin özünü temsil etmezler. Bu oluşumlar kişisel çıkar eksenli oluşumlar olarak varlıklarını sürdürürler. Halin böyle olmasında devletle ilgili bakış açısının rolü büyüktür. “Devlet başımda bulunsun, isterse sinek kadar olsun” düşünesiyle kişi kendi varoluşunun devletten geçtiğini sanacak kadar devletçi (!) düşünür. Anadolu’da bunun tek istisnası Alevilerdir. Aleviler tarihsel olarak yönetimlerin uyguladığı sistematik baskıya rağmen hem fiziksel hem de inançsal varlıklarını sürdürmek için mücadele etmişler ve bunda da kısmen başarılı olmuşlardır. Ancak inanç eksenli bu karşı koyuşların ağır bedelleri olmuştur. Örneğin bugün inançlarına bağlı olan bu insanların bilgileri her kuşakta biraz da yozlaşmıştır. Çünkü iktidara gelmeyi amaçlayanlar eğer iktidarın yöntemlerini kullanarak bunu yapma yoluna tenezzül ederlerse yozlaşmadan da aynı orandan nasiplenirler.
Doğu toplumları Hegelci bakış açısına sahiptir. O kadar ki kendi varoluşunun önüne devletin varoluşunu koyacak kadar… Sebepsiz zenginleşmelerin, zulümlerin, katliamların ve faili meçhullerin sorgulaması yapılmaz. Bunu talep edenler de ettiklerine pişman hale getirilir. Komünistlerin “devletsiz düzen” ya da anarşistlerin “topyekûn devletsizlik” tezlerinin ana hareket noktası devletin varlık ya da yokluk nedeninin sorgulanarak baskı unsuru olmaktan çıkarılması temeline dayanır.
Yüksek bilinç düzeyine sahip bireyin demokrasiyi de tıpkı devlet mekanizması gibi vazgeçilebilir bir şey olarak göreceğinin düşünebilmesi Hegelistleri far görmüş tavşana çevirdi. Oysa Hegelciler devlet konusunda kendi düşünceleri dışında bir düşüncenin varlığını dahi kabul etmez duruma gelmişlerdi. Ta ki Marksist düşünce tarih sahnesine çıkana kadar… Marksizm’in hareket noktası kapitalizmin en ince ayrıntısına kadar tahlilinden geçer. Böylece yol haritası çizilmiş ve bu çizgide gelinen son nokta sınıfsız ve devletsiz yapı olmuştur. Fransız ihtilalindeki sağ-sol tanımlamaları şekilsel tanımlamalardır. Oysa Marksizm öze yönelik tahliller ve çıkış noktaları belirleyerek insanın en ileri aşamasındaki beraber yaşamın olabilirliğini ortaya koymuştur.
ORTANIN SOLU
İşçilerle patronların çıkarlarının aynı potada buluşabileceği ya da ortak bir çıkar haline dönüşebileceği düşüncesi Anadolu insanının bilinç düzeyinin düşüklüğündendir. Bu düşünce temel olarak tarihsel gerçeklikten uzaktır. Ancak günümüz Türkiye’sine olabildiğince yakındır. Türkiye’de merkezin sağ tandanslı olması Kemalizm’in bir ideoloji olduğunu ileri sürmesindendir. Oysa Kemalizm bir ideoloji değildir. Öncelikle ekonomik bir önermesi yoktur. Üretim araçlarına kimin neden ve hangi yöntemle sahip olması gerektiği konusunda düşünce öne sürmez. Karma ekonomik (yarı devletçi) model zaten var olan bir modeldir ve hiçbir orijinal yanı yoktur. Kemalistler toplumsal dizaynı devrimle değil, reformlar aracılığıyla yapmayı seçmiştir. Buna gerekçe olarak toplumun zihinsel düzeyi göstermiştir. Oysa aynı toplumun tarihin en büyük özgürleşme savaşını kazandığı gerçeği göz ardı edilmiştir. Kemalizm’in en devrimci yanı bu topraklarda verilen kurtuluş mücadelesinde lider kadroyu oluşturmalarıdır. Yoksa yeni bir toplumsal model oluşturmaları değil… Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve yeni bir cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte mücadelenin ekseni değişmiştir. Artık günümüz Türkiye’sinde mücadele işçilerle patronlar arasında değildir. Osmanlı’nın yaratmaya çalıştığı toplum modeliyle Cumhuriyet’in yaratmaya çalıştığı toplum modelinin çatışması sahnededir. Cumhuriyet’in kazanımlarının gün geçtikte yarı devletçi modelden kapitalist modele doğru yolculuğu Müslüman yönetici tipinin aç gözlü bakış açısının pervasızlığındandır. Bu pervasızlığı yaratan da yine kadük demokrasi anlayışının toplumu mahkûm ettiği gericilik sarmalıdır. Ortanın sağı ya da ortanın solu tanımlamaları demokrasinin önemini kavrayamamış düşünce yapısının ürünüdür. Etliye sütlüye dokunmadan sıcak sularda kulaç atmak ve toplumsal sorunlara derman olacak çözümler üretememek gericiliktir. Yoksa bayramda ikramiye dağıtmak, emeklinin maaşını üç kuruş daha fazla vereceğini iddia etmek, öz eleştiriye kapalı olmak, demokrasiyi içselleştirememiş ve iktidara gelebilmek için iktidardaki kadar gerici olmayı göze almış sıcak su solcularının yöntemi olabilir. İktidar, imparatorluk dönemi dâhil olmak üzere Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne sağın elinde olmuştur. Ülke politikacılarının çözümlerinin bireyin çöküşünün önüne geçememesi, toplumsal sorunlara çözüm üretememek ve bunu dert etmemekle ilgili olduğu kadar insan kalitemizle de ilgilidir. Yoksa bir arpa boyu yol alamamamızı başkaca nasıl açıklayabiliriz ki?