ÇOCUK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
-ADANA-
“Kristof Kolomb sadece Amerika’yı keşfetti. Bense çocukluğu keşfettim.”
Çukurova Sanat Girişimi Çukurova Okulu’nun 2021 Mayıs ayı edebiyat programında ‘Çocuk Edebiyatı ve Yaratıcılık’ başlığında bir söyleşi yapılacağından çocuk edebiyatı üzerine okurken bir makalede rastladım Victor Hugo’nun bu cümlesine.
Çocukluğun keşfi…
İnsanın yaşadığı dünyayı keşfinden daha zor olmuş kendini keşfi; üstelik daha geç, belli ki.
Çocuğa, yetişkin insanın küçüğü olarak bakılmış; yetişkin insana sunulandan ayrı ihtiyaçları olacağı pek düşünülmemiş uzun zaman. Jean-Jacques Rousseau’nun çocuğun doğuştan masum olduğunu, onun gelişiminin çevre etkisiyle biçimlendiğini söylemesi, çocuğa ve çocukluğa bakışı büyük ölçüde değiştirmiştir.
Avrupa’da Aydınlanma Çağı ile birlikte çocuk ve çocukluk kavramları ile ilgili bir farkındalık gelişmesiyle çocuklar için eserler kaleme alınmaya başlandığı gibi bu dönemde Bildungsroman diye bir türün de ilk örnekleri veriliyor. Çoğu kaynağın Goethe’nin ‘Wilhelm Meister’i ile başlattıkları erkek kahramanın ilk gençlik yıllarından başlayarak topluma uyum sağlama ve toplumun beklediği birey olma sürecini anlatan Bildungsroman bir nevi eğitim ve gelişim romanları oluyor.
Tabii Bildungsroman doğrudan yetişkin edebiyatının içinde ele alınan bambaşka bir tür. Başlangıçta Alman edebiyatına özgü düşünülen, sonrasında diğer Avrupa edebiyatlarında da görülen, günümüzde ise dünya edebiyatlarında sadece erkek kahramanları değil, kadın kahramanları konu alan eserlerle devam eden bir tür Bildungsroman. Bildungsroman; bu yazının konusu olan çocuk edebiyatının içinde değil ya da çocuk edebiyatı Bildungsroman’ın alt türü değil. Ama bu ikisi, bana göre, bir yönüyle ilgili…
Nedir çocuk edebiyatı? Bununla ne kastediliyor aslında?
Çocuk edebiyatını çok kısaca çocuklar için yazılmış eserlerden oluşuyor diye düşünmek gerekiyor, çocuk edebiyatı üzerine yazanların sözleriyle anlamaya çalışırsak. Çocuklar için yazılan eserler başlangıçta yetişkinler için yazılanların çocuklara uyarlanmasıyla oluşturulmuş. Bir de halkbilimi, halk edebiyatı ürünleri çocuklara daha uygun görülmüş. Çok eski dönemlerden itibaren sözlü geleneğin ürünü olan masallar, aslında yetişkinlere yönelik anlatılar iken, çocuklara öğretici ve eğitici yanı ağır basan anlatılara dönüştürülmüş.
17’nci yüzyılda Fransa’da La Fontaine, fablları çocuklar için kaleme almış. Hepimizin okuduğu, sonra çocuklarına okuttuğu ‘Karga ile Tilki’, yakın zamana kadar örnek bir davranış olarak görülen ve sorgulanmadan beğenilen ‘Ağustos Böceği ile Karınca’; kökeni çok eski zamanlara dayanan öğüt vermek ve eğitmek amacıyla oluşturulan hayvan anlatıları geleneğinden esinleniyor.
Doğu’nun çok eski dönemlerden itibaren bilgi ve öğüt vermeye dayanan “kıssadan hisse” çıkarılacak anlatıları bir eğitim unsuru olarak hep var, kaynakları araştırdığınızda. M.Ö. 1’inci yüzyılda Sanskritçe yazılmış Beydeba’nın ‘Kelile ve Dimne’sinden XII. yüzyılda Farsça yazılan Feridüddin Attâr’ın ‘Mantıku’t-Tayr’ına ve Anadolu coğrafyasında XV. yüzyılda yazılan Şeyhî’nin ‘Harnâme’sine kadar çok uzun bir zaman diliminde oluşturulmuş hayvan anlatıları yoluyla öğüt verme geleneğinin olduğundan söz ediyor kimi kaynaklar. Çocuk edebiyatının tarihçesini konu alan bir yazıda bu eserlerin de bu bağlamda değerlendirilebileceğine değiniliyor, aslında sözü edilen eserler çocuklar için yazılmadığı halde.
Yazılı edebiyata geçmeden de, sözlü gelenekte yaşayan hayvan masallarının varlığı biliniyor. Çocukluğun keşfiyle Avrupa’da görülen fablların da kaynağı işte Doğu’nun bu masalları, anlatıları; M.Ö. 620-560 yılları arasında Anadolu coğrafyasında yaşayan Ezop’un masallarının kaynağının olduğu gibi.
Charles Perrault başlangıçta kendi çocuklarına anlatmak için kaleme almış masallarını. Ama ‘Uyuyan Güzel’, ‘Kırmızı Başlıklı Kız’, ‘Külkedisi’, ‘Çizmeli Kedi’ sınırları aşmış, bütün dünya çocuklarının okuduğu masallar olmuş yüzyıllar içinde. Almanya’da Jacob Grimm ve Wilhelm Grimm kardeşlerin masalları ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’, ‘Rapunzel’, ‘Hansel ve Gratel’, ‘Bremen Mızıkacıları’, ‘Fareli Köyün Kavalcısı’; Danimarkalı Hans Christian Andersen’in ‘Çirkin Ördek Yavrusu’, ‘Kibritçi Kız’, ‘Bezelye Üstündeki Prenses’ini bilmeyen kalmış mıdır?
18’inci yüzyılda yazılan ‘Robenson Crusoe’, ‘Güliver’in Gezileri’ gibi eserler çocuk klasikleri olarak kabul edilmiş uzun zaman. 19’uncu yüzyılda kaleme alınan ‘David Copperfield’ da kahramanı çocuk olduğu için çocuklar için yazılmadığı halde çocuk edebiyatının klasikleri olarak anılıyor kimi kaynaklarda. Bugünkü aklımızla sorguluyoruz o eserlerin ne kadar “çocuklar için” olduğunu. Oysa yazıldığı dönemde değil sadece çok uzun zaman, kahramanı çocuk olan, çocuğa odaklanan birçok eseri çocuk edebiyatı içinde değerlendirecektir eğitimciler de, öğretmenler de. Çünkü “çocuğa göre’lik”, “çocuğa uygun’luk” keşfedilmemiştir henüz.
Aslında “çocuğa göre’lik”, “çocuğa uygun’luk” keşfedildiğinde de bu anlayış ne kadar değişiyor tartışmalı. Ewers, çocuk edebiyatı ile ilgili çalışmasında çocuklar için oluşturulan kitap listelerinin “çocuklar adına arabuluculuk yapan yetişkinlerin kendi amaçları doğrultusunda” şekillendiğini belirtiyor. Günümüzde çocuklara okullarda okutulmak üzere belirlenen kitap listelerinin ne kadar özenle oluşturulduğunu ve o listede yer almayan, alamayan şahsiyetlerin eserlerinin göz ardı edildiğini düşünürsek belki bu durum daha somutlaşır zihnimizde.
Bir zamanlar çocuktum ve küçük kentimde kız çocukları sokakta oynamadığı(?!) için okul dışındaki bütün hayatım evin içinde geçerdi. Kız kardeşim bir köşede, ben bir köşede elimizde kitaplarla geçen boş zamanlardı ev içindeki o zamanlar. Evdeki kitaplık yetmiyordu ama hep iyi kütüphaneleri olan okullarda okudum, o kütüphanelerden yararlandım. Sonra yeni bir binada hizmet veren geniş, aydınlık İl Halk Kütüphanesinin müdavimi olduk. Sınıf arkadaşlarımızla cumartesi günleri yarım gün orada ders çalıştığımız bir dönem olmuştu. “Küme çalışması” adı verilen ödev hazırlıkları bitince ödünç kitap alma birimine uğrardık. Dönüşte yeni kitaplarla evin yolu tutulurdu. Küçük kentlerin en güzel yanlarından biri çoğu yerin yürüyerek gidecek kadar yakın olmasıydı. Siz de hep kentin kalbi denilen o merkezdeydiniz, üstelik göz önünde, kaybolamayacak kadar.
Jules Verne’nin ‘Aya Yolculuk’, ‘Balonla Beş Hafta’, ‘Denizler Altında 20.000 Fersah’; Charles Dickens’ın ‘Oliver Twist’, sonra birçok yazar ve eser… ‘Heidi’, ‘Polyanna’, ‘Küçük Prens’, ‘Küçük Kadınlar’, ‘Küçük Lord’, ‘Çocuk Kalbi’, ‘Alice Harikalar Diyarında’, ‘Define Adası’… Türk edebiyatından ve dünyadan birçok eser…
Dedim ya, “çocuğa göre’lik” ve “çocuğa uygun’luk” keşfedilinceye kadar, eserler-yazarlar bu görelik ve uygunluk mantığına göre kategorize edilmeden o yıllarda bizler birçok eseri epey karışık bir sırayla okumuştuk. Milliyet Yayınları’nın cep kitabı boyutunda mavi bez ciltli, renkli parlak kâğıttan gömleği olan bütün serisini de Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ını da, Balzac’ın ‘Vadideki Zambak’ını da, Steinbeck’in ‘Tatlı Perşembe’sini de, Halide Edip Adıvar’ın ‘Ateşten Gömlek’ini de, Kemalettin Tuğcu’nun sayısız kitabını da… Ve nicelerini de…
Her şey, hepsi, onların anlattığı dünya, zihinlerimizde dans ediyordu. Okumayı seven ve okuyan bir annem vardı, okumayı destekleyen bir babam. Zaten en büyük şansım olan iyi bir öğretmenle de ortaokulda karşılaşmıştım, onu daha önce de anlattım.
Anne olunca bütün okuduklarımı tekrar bir de kızımla okudum. Ona bebekken bizim kuşağımızın hiç rastlayamadığı iyi cins kâğıtlara basılmış, renk kalitesi güzel, büyük boy kitaplardan okuduk masalları. Bu masallar, hikâyeler; artık yaşa uygunluk, yaşa görelik keşfedilmişti, bizim çocukluk masallarımızdan ibaret değildi. Örneğin birinde tansiyonu yüksek bir çınar ağacından söz ediliyordu. Bir başkasında ailesinden küçük bir kedi isteyen evin kızı, anne ve babasını ikna etmek için o kadar değişik yollar buluyordu ki anne-baba en sonunda pes edip kediye razı olduğunda kız kediden çoktan vazgeçip bir köpek isteyerek çıkıyordu karşılarına. Kızımıza okurken hikâyedeki anne-babanın yerinde biz ne yapar, hangi ikna edici cümleyi kurardık diye düşünüyorduk. Anne-baba olmayı, büyümeyi, büyüyünce çocuğumuzun dünyasını anlayamayacak kadar çocukluğumuzdan uzaklaşmamayı nasıl başaracağımızı sorguluyorduk. Kızımız Aslı’ya değil bize öğretmek için vardı şimdi de çocuk kitapları.
Bizim okuduğumuz eserler de ilgisini çekiyordu Aslı’nın, ama kendi beğenileri de gelişmişti zamanla: ‘Fadiş’ kesinlikle güzeldi ama o, Gülten Dayıoğlu’nun gezi kitaplarını ve ‘Işın Çağı Çocukları’nı daha çok sevmişti. Gülten Dayıoğlu’nu okumayı bilmediği dönemde bize her gece iki macerasını okuttuğu ‘Ece ile Yüce’ serisinden tanıyor ve seviyordu zaten.
Sevim Ak’ın birçok kitabını okumuştu, ama hepsi onu etkilememişti. Bazısı için, “Onun benzerini zaten önceki kitabında okumuştum, sıkıldım.” diyordu.
Ahhh, özellikle Bilgin Adalı’nın kitapları… Onlar sadece macera değildi ki! Onun anlattığı hikâyelerde tarihin değişik zamanlarına yolculuk yapan çocuklar; buluşlar yapıyordu, Anadolu’nun farklı çağlarına tanık oluyorlardı. Bunları bize anlatırken gözbebekleri parlıyordu kızımızın.
Hele ‘Pippi Uzunçorap’. Doğrusu bu kıvırcık saçlı, kendinden emin, gözü pek kızın yaşadığı maceralara atılmayı kim istemezdi ki?
Bahar bitip Adana’da uzun sıcak yaz başlarken Halime Yıldız’la ‘Çocuk Edebiyatı ve Yaratıcılık’ üzerine konuştuk. Çocuklar için pek yazılmayan bir türde, deneme türünde eserler yazdığından söz etti bize. Bu türün ilk örneği olarak Cemal Süreya’nın ‘Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi’si gösteriliyor. O söyleşide çocuk edebiyatına dair çok şey konuşuldu ama konuşulacak ve üzerine düşünülecek çok başlık da kaldı bir başka söyleşiye, başka yazıya.
Çocuk edebiyatı nedir, neleri kapsar, amacı nedir; bunlar üzerine çok söz söylenebilir; edebiyat nedir, ne işe yarar üzerine söylenebilecekler gibi.
Bildungsroman ile çocuk edebiyatı arasında kendimce kurduğum benzerliğe gelirsek… Bildungsroman nasıl kahramanın ilk gençlik yıllarından başlayarak toplumun ondan beklediği gibi bir birey olmasına kadarki süreci anlatıyorsa, çocuk edebiyatından da eğitici-öğretici bir mantıkla oluşturulan eserler yoluyla çocuklardan yetişkinlerin zihnindeki bireyleri yaratması isteniyor çoğu zaman. Bunun üzerine düşünmeyi ve araştırmayı sürdürüyorum.
Sanat neden var? İşlevi nedir? Bu sorulara ne cevap veriyorsak sanatın bir kolu olan edebiyat, edebiyat içinde çocuklar için edebiyata da benzer cevabı vermek gerekir diye düşünüyorum. Estetik haz değil midir öncelikle sanattan beklediğimiz? Çocuk masal, hikâye, roman, deneme, şiir okurken bizden bunun dışında başka bir şeyi neden istesin ki!