KÜLTÜR-SANAT 

TANRI ‘TUTUNAMAYANLAR’DAN RAHMETİNİ ESİRGEMESİN / HEATH LEDGER

Sevgide korku yoktur. Tersine yetkin sevgi korkuyu siler, atar. Çünkü korku işkencedir. Korkan kişi sevgide yetkin kılınmamıştır.” – ‘1. Yuhanna’, 4:18

Şu sıralar hepimiz bedenlerimizi parlatmak, ışıldatmak için büyük çabalar harcıyoruz. Yorgunluklarımızı kusursuz makyajlarla, yaşanmışlıklarımızı estetik müdahalelerle, akıp giden zamanı çeşitli vitaminlerle durdurmaya çalışıyoruz.

Peki, ya ruhumuz? Ruhumuzda büyüyen sancıları, korkuları, karanlıkları engellemek, bunlarla baş edebilmek aslında en önemli uğraşımız olması gerekirken içimizde taşıdığımız her yükü her anlamsızlığı hiçe saymaya çabalayıp duruyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, sinema kariyerinin en verimli çağında hayata gözlerini yuman aktör Heath Ledger’ın en başarılı yapımlarından olan ‘Brokeback Dağı’nı izledim. Heath Ledger’ın ödüllerle, başarılarla, alkışlarla dolu hayatında yeniden gezinip durdum ve Ledger’ın aslında görmemizi istediği şeyin yaptığı işlerden çok içinde taşıdığı ruhu, oynadığı karakterler aracılığıyla kendi benliğinden sunduğu izler olduğunu düşündüm. Görüneni anlamak, anlamlandırabilmek kolaydır. Peki, ya buz dağının ardında saklananlar?

Her şeyden önce birbirinizi candan sevin; çünkü sevgi birçok günahı örter.” (İncil, İsa’nın Ardından Gitmek, Mantra 8:19)

ÇOCUKLUĞUNDA BİLE İÇİNDE KOCAMAN BİR DÜNYA TAŞIDIĞININ FARKINDAYDI

Heath Ledger, 4 Nisan 1979’da Batı Avustralya’nın Beth şehrinde dünyaya gelmiş, öğretmen bir annenin ve mühendis bir babanın oğluydu. Annesi, edebiyata çok ilgi duymaktaydı ve bu yüzden çocuklarına İngiltere’nin en ünlü yazarlarından biri olan Emily Bronte’nin en ünlü romanı olan ‘Uğultulu Tepeler’in iki ana karakterinin adlarını verdi. Heath, Mr. Heathliff’in; kız kardeşi de Catherine Havard’ın adını taşıyordu.

Annesi yoğun geçen iş hayatından arta kalan zamanlarda Heath’a ‘Uğultulu Tepeler’den okumalar yapıyordu ama Heath’ın annesinden istediği bu okumalar değil, oğluyla geçireceği daha çok zamandı. ‘Ledger’ler varlıklı bir aileydi. Çocuklarına her türlü imkânı sunabiliyorlardı. Zaman hariç…

KENDİNİ KEŞFETME YOLCULUĞUNUN İLK ADIMLARI

Guilfard Grammar School’da eğitim görmeye hak kazanan Heath, burada öğretmenlerinin dikkatini çekti ve okulun dönem sonu müzikal gösterisi olan ‘Peter Pan’da başrol oyuncularından biri olarak seçildi. Heath için bu çok büyük bir adımdı. Vaktinin çoğunu beraber geçirdiği ablası Catherine, hayatındaki en önemli insanlardan biriydi ve Heath bu ilk küçük başarılarını hep ablasına armağan etti.

Okuldan geriye kalan zamanlarda tiyatro oyunları izlemeye giden Heath artık hayatta ne yapmak istediğinin farkına varmıştı. Büyük bir aktör olmak istiyordu ve onu izleyen herkesin hayatına dokunabilmeyi arzuluyordu. Onun en büyük amacı insanları anlayabilmek ve onlara kendini anlatabilmekti. Bunun için çok çabaladı ama onu hiç anlayamadılar…

Hafiftim, güzeldim, rüya gibiydim. Bakmasını bilmedi.” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar)

STANLEY KUBRICK’E BÜYÜK BİR HAYRANLIK DUYUYORDU

Anne babasının geçimsiz ve sevgisiz ilişkileri nedeniyle yollarını ayırmaları Heath’ı derinden sarstı ama o bunu hiç dile getirmedi. İçindeki acıyı hafifletmek için filmlere yöneldi. Yağmurlu havaları, siyah-beyaz filmleri çok seven Heath, yönetmen Stanley Kubrick’e özel ve büyük bir ilgisinin olduğunu fark etti. Kubrick, estetik mükemmelliği yakalayabilmek için sinemada oldukça sıra dışı teknikler deniyordu ve onun filmleri; ironiler, eleştiriler ve verilmek istenen duygusal ve sosyolojik mesajlarla doluydu. Heath da bunu fark etmişti ve yer almak istediği filmlerin hep böyle olmasını istiyordu. Kimseye belli etmek istemiyordu ama filmlerin diliyle kendinden, kendi hikâyesinden bir şeyler anlatmak, yansıtmak istiyordu.

Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabi. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok; çünkü uğraşmaya değmiyorum. Ben de darıldım onlara işte.” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar)

HEATH, ARTIK BİR YILDIZ GİBİ IŞILDAMAYA BAŞLAMIŞTI

1990’lar ve 2000’ler, Heath Ledger’ın dünyanın neredeyse her yerinde adını duyurduğu, beyazperdede bolca yer edindiği yıllardı. 1997 yapımı ‘Blockrook’ filmi ise ona ilk büyük sıçrayışını yaşattı. Bu film, Avustralya Film Ödülleri’nde beş dalda aday gösterildi ve Heath Ledger’a ‘En İyi Çıkış Yapan Aktör’ ödülünü kazandırdı.

2005 yılında ünlü yönetmen Ang Lee’nin başyapıt olarak değerlendirilen filmi ‘Brokeback Dağı’nda Ennis Del Mar rolünü canlandırdı. Bu karakter, gerçek sevgiyi bulan ama ona ulaşmaktan, sahip olmaktan korkan bir eşcinsel kovboyun hayatını anlatıyordu. Heath, buradaki performansı ile Akademi Ödülleri’ne damga vurdu!

New York Times yazarı Stephen Halden, Ledger’ın filmdeki performansını şu sözlerle anlatır: “Bay Ledger, büyülü ve gizemli bir şekilde zayıf ve kuvvetli karakterinin derisi altında adeta yok oluyor. Bu Marlon Brando ve Sean Penn’in en iyi performansları kadar iyi bir oyunculuk.

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım. Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar)

BEYAZPERDEDE ‘JOKER’ RÜZGÂRI!

Heath’ın belki de hayatının ve kariyerinin dönüm noktası olan performansı, ‘Kara Şövalye’ filminde ‘Joker’ rolünü alışıyla başladı. Bu filmde yer almak için birçok yapımdan vazgeçti. Role iyi hazırlanmak için kendini altı hafta bir otel odasına kapattı. ‘Joker’ rolüne hazırlanırken yine en sevdiği yönetmen olan Stanley Kubrick’in kapısını çaldı. Kubrick’in hafızalara kazınan filmi ‘Otomatik Portakal’ının ‘Alex’i ‘Joker’ rolüne hazırlanırken ona çok yardımcı oldu. Çünkü bu Heath için yepyeni bir karakter oluşumuydu ve Kubrick karakterleri dışında ilham alacağı kimse yoktu. Kalabalıklar içindeki yalnızlığını yine filmler, yönetmenler, farklı karakterler dolduruyordu.

Sözle ve dille değil, eylem ve içtenlikle sevelim.” (İncil, Luka, 11:19)

BASTIRDIĞI HER DUYGU ARTIK AÇIĞA ÇIKMAYA BAŞLAMIŞTI

‘Joker’ performansı ile her televizyonda her dergide her haberde yer almaya başlayan Heath, hayatında her şeyin mükemmel gittiğini düşünüyorken içindeki dibi olmayan kuyuya attığı her şey artık açığa çıkmaya başlamıştı. Çok az uyuyordu, yemek yiyemiyordu, kendini çok yorgun hissetmeye başlamıştı. İyi görünmek için çabaladıkça aslında daha çok dibe battığını hissediyordu. Psikolojik destek aldığı bir dönemde insomnia, yani uykusuzluk hastalığı ile savaştığı ortaya çıktı. Çok genç olduğu ve her şeyle başa çıkabileceği düşünüldü ama durum hiç de öyle olmadı.

VE BİR DEVRİN SONU

Tarihler 22 Ocak 2008’i gösterdiğinde Heath yine tüm TV kanallarında tüm haberlerde tüm gazetelerdeydi; ama bu defa başlıklar biraz farklıydı, Heath Ledger evinde ölü olarak bulunmuştu. Sakinleşmek ve içinde sakladıklarından kaçabilmek için kullandığı ilaçları en yüksek ve en tehlikeli dozda alarak yaşamına son vermişti. Henüz yirmi sekiz yaşındaydı… Geride küçük bir kız çocuğu ve asla gerçekleştirilemeyecek olan birçok proje bırakmıştı.

Aradan yıllar geçti ama kimse Heath’ın bunu kendine neden yaptığını anlayamadı. Kimisi “intihar” dedi, kimisi “özenle kurgulanmış bir cinayet”… Heath, bir sürü bilinmeyen ile aramızdan ayrıldı; ama bana göre onu ölüme sürükleyen yol, sevgisizliğin ve anlaşılamamışlığın taşları ile döşenmişti.

İnsanın dışında olup içine giren hiçbir şey onu kirletmez. İnsanı kirleten insanın içinden çıkandır.” (İncil, s.286)

HEATH LEDGER BANA OĞUZ ATAY’IN ‘TUTUNAMAYANLAR’INI HATIRLATTI

Heath Ledger; hayatıyla, kişiliğiyle, sanatına ve insanlara bakışıyla bana Türk edebiyatının kalemi en güçlü, ruhu en derin yazarlarından biri olan Oğuz Atay’ı ve onun ‘Tutunamayanlar’ romanını hatırlattı. Kim bilir daha kaç insan daha kaç ruh ‘Selim Işık’ gibi, ‘Turgut Özben’ gibi, ‘Heath Ledger’ gibi tutunamayış sancılarıyla yitip gidiyor. Peki, burada asıl suçlu Selim mi, Turgut mu, Heath mı; yoksa onları bu varoluş sancılarına sürükleyen insanlar mı?

Toplumların ortak değerleri olduğu gibi bana göre ortak utançları da vardır. İşte, bu tutunamayışlar da toplumların en ortak utancıdır…

IŞIKLARI YAKABİLME GÜCÜNÜZ DAİMA OLSUN

Heath Ledger, ruhunda ufacık da olsa onu karanlıklardan kurtaracak ışığı taşıyordu ama bunu ona gösterecek gücü, sevgiyi bir türlü bulamadı, hissetmedi, ruhunun huzursuzluğu tüm hayatına, benliğine yayıldı ve sonunda pes etti.

Bana tüm karanlıklara rağmen ışığa ulaşma gücünü her daim veren; canım ablam, Gülşah’ım, Fulya’m, bu yazım sizler için!

Ve canım Heath Ledger, içimdeki ışıkları senin için de yakıyorum ve ne kadar özel bir insan olduğunu her gün daha da iyi anlıyorum. Gittiğin yerde ruhun umarım huzur bulmuştur…

Tanrı, sevgidir. Sevgide yaşayan tanrıda yaşar. Tanrı da onda yaşar.” (İncil, s.130)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar