KÜLTÜR-SANAT 

GÜNEŞE UÇARKEN YANAN BİR İKARUS / VINCENT VAN GOGH

Gerçekten sevilmeye değer şeyleri sadakatle sevmeyi sürdürebilirse kişi, sevgisini anlamsız, değersiz, önemsiz şeylere ziyan etmezse, zamanla daha çok ışığa kavuşacak, güçlenecektir.” – Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar

İnsan, ruhunun ve özünün mayasını yetiştiği coğrafyada yoğurur.

Bu varoluş felsefesi, her insanın hayatında oldukça önemli bir yere sahip olan ve kişinin hayatını da büyük oranda şekillendiren bir yargı ama bazı hayatlar var ki içindeki; umutsuzluğa, yetiştiği coğrafyaya ve hayatındaki insanlara karşı kendi yolunu çizmeye, kendi dünyasını yaratmaya çalışır. Ölümünden çok sonra sanatı ve renkleri kıymete binen ressam Vincent Van Gogh, işte tam da böyle biri…

Van Gogh; ‘Yıldızlı Gece’, ‘İrisler’, ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ gibi manzara ve durum içerikli sanat eserleri ile tanınmış olsa da onun tuvalinde aslında kendi içsel benliğinin ve ruhsal sancılarının derin manzaraları vardı.

KALABALIKLAR İÇİNDE ÇOĞALAN BİR YALNIZLIK

30 Mart 1853’te Hollanda’da hayata gözlerini açan Van Gogh, Hollanda’nın küçük ve fakir bir ilçesi olan Zundert’te bölge papazlığı yapan, katı ve koyu dindarlık tarafıyla tanınan Theodanus Van Gogh’un ilk çocuğudur. Çocukluğu bu küçük ilçede geçen Vincent, okul ve kilise arasında sürüp geçen bir hayat yaşıyordu, çok fazla arkadaşı yoktu ve babasının başpapazı olduğu kilisenin arka manzarasına bakan küçük göle karşı oturup saatlerce hayaller kuruyordu. Çevresindekiler onu “sıkıntılı ve fazlasıyla değişken” bir çocuk olarak nitelendiriyordu; çünkü Vincent, kendi içinde birçok farklı dünyaya ve kişiliğe sahipti, bunu kimse anlamıyor, fark edemiyordu…

THEO’NUN DOĞUMUYLA HAYATINA GELEN BAHAR

1 Mayıs 1857’de erkek kardeşi Theo’nun doğumuyla Vincent daha umutlu ve daha neşeli bir insana dönüşür. Theo, onun ve Hollanda’nın karanlık, kasvetli, ağır iklimini değiştirir. Küçük kardeşi, Vincent için adeta bir bahardır.

Çok büyük zorluklarla karşılaşsan da karamsarlığa kapılma, sonunda her şey iyiye dönecektir. Ayrıca işin başında kimse tam istediğini yapamaz.” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

SANATTA İLK YILLAR

Vincent Van Gogh, Zundert’te birçok işte çalışmak için çabalasa da birçoğunda başarısız olur. Bu sefer de çevresindekiler tarafından “işe yaramaz ve beceriksiz” biri olarak nitelendirilmeye başlar. Babası, Vincent’in papazlık okuluna gitmesini çok ister ama Vincent art arda gelen başarısızlık süreçlerinden sonra aradığı yeniden doğuşu sanatta bulur. Lahey’deki ünlü resim alım satımcısı Goupil ve ortaklarının şirketine girer ve burada uzun süre çalışır. Şirket sahipleri, Vincent’teki yeteneğin farkına varırlar. Vincent, tablolardaki anlamları görebilmekte, ressamların eserlerine yerleştirdikleri gizli metaforları anlayabilmektedir. Şirketin Londra’daki şubesine, oradan da Brüksel’deki şubesine gönderilir. Böylece içindeki o karamsarlık çukurundan bir nebze de olsa kurtulmaya başlar.

Şu yaşadığımız yıllar çok önemli, gelecekteki birçok şey bunlara bağlı. Dilerim her şey, en iyi biçimde sonuçlanır.” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

DİNSEL MİSTİSİZM BATAKLIĞI

Vincent, sanatla geçen günlerinin boşa ve anlamsız olduğunu düşünmeye başlar, babasının ve ailesinin her daim takdir edecekleri bir oğul olabilmek için dinsel mistisizme yönelir. İncil’i elinden de dilinden de düşürmez. Üniversite giriş sınavlarına hazırlanmak ister, amacı teoloji bölümünü kazanmak ve kendisini tanrıya adamaktır. Sonunda dileği gerçekleşir ve Brüksel’in en tanınmış din okuluna girmeye hak kazanır, üç ay burada kalır, kendisini dış dünyaya kapatır, çok sevdiği kardeşi Theo’yla bile görüşmez. Resmi arkasında bırakıp vaizlik yapmaya başlar. Kömür madeninde çalışan işçilere, hastanelerdeki hastalara vaizlik yapar; amacı, onlara karanlıkta kalsalar bile tanrının kendilerine ışığını ulaştıracağını anlatmaktır. Wames adlı katolizmin baskın olduğu bir kasabada vaiz olarak işe alınır. Kasaba halkı ve kilise papazları Vincent’in davranışlarını tuhaf bulur ve bu tanrıya adanmışlık hevesini bir hastalık gibi görmeye başlarlar. Dinsel mistisizmin ve canından çok sevdiği tanrısının ışığıyla kutsandığını düşünen Vincent, aslında derin bir bataklığın içine düşmüştür. Tanrısının da onu terk ettiğini, yarı yolda bıraktığını düşünür ve büyük bir ruhsal çöküş yaşar.

Hastaydım, kafam yorgun, ruhum umutsuz, gövdem acılar içindeydi. Tanrının hiç değilse manevi enerji ve güçlü bir şefkat içgüdüsüyle donatmış olduğu ben, acı bir çaresizlik çukurunun dibine düşmüştüm ve çok öldürücü bu zehrin, soluk alamayan kalbime dokunduğunu düşünüyordum.” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

SANATA YENİDEN DÖNÜŞ

Vincent, ressamlığı meslek edinmeye karar verir ve vaizlik yaptığı maden işçilerini resmetmeye başlar. Brüksel’e gider, burada anatomi ve perspektif dersleri alır. Biricik kardeşi Theo, abisini asla yalnız bırakmaz, yeni ve daha güzel bir hayat kurabilmesi için ona maddi manevi destek olur. Van Gogh’un resimlerine bu defa; dokumacılar, köylüler, tarım işçileri ve tarlalar eklenir. İnsan manzaralarında, özellikle de hayatın yorgunluklarla ve acılarla sınadığı insan manzaralarında kusursuz çizimler ortaya çıkaran Van Gogh’u bu kadar başarılı kılan, çizdiği insanların içlerini görebilmesidir; çünkü bazı insanlar acılarında ortaktır…

AŞKTA PEŞİ SIRA GELEN HAYAL KIRIKLIKLARI

Yaşamın ve dünyanın özünün sevgi olduğuna inanan Vincent, kuzeni Kee Vas’a âşık olur ama ondan asla ilgi görmez. Bu durum, yüreğine çok dokunur, sessizleşir. Yüreğini bu aşktan uzağa sürgün eder, Lahey’e gider, orada ünlü ressam Anton Mouve’nin resim sınıfına katılır ve eğitimini birincilikle bitirir.

Sokakta yardıma muhtaçken tanıdığı bir fahişeyi evine alır ve ona duyduğu acıma duygusu zamanla aşka dönüşür. Dindar bir ailenin bir fahişeye asla kucak açmayacağını anlayınca yine acısını içine gömer, sanatına döner. Koleksiyon resimleri süreci bu aşktan sonra ortaya çıkar, ‘Lahey Manzaraları Koleksiyonu’ tamamlandığı anda alıcısını bulur.

Sevgili Theo, ‘Michelet’yi okuduğuna ve bu kadar iyi anladığına sevindim. Böylesi bir kitap, aşk denilen şeyin insanların genellikle sandıklarından çok daha derin ve çok yönlü olduğunu öğretiyor bize.” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

Sonra komşusu Margot Bagemann ile gizliden gizliye bir ilişki yaşamaya başlar. Bu gizli ilişkinin ortaya çıkışı, yeni bir ayrılığı doğurur. Margot, ayrılık yüzünden intihar eder ve Vincent’in aşk defteri sayfalarına yeni bir trajedi daha eklenir. Acılarında sessizleşmeyi seçen Vincent, Theo’ya yazdığı mektuplarda bu hayal kırıklıklarının ruhunda açtığı hasarlardan az da olsa bahseder. Âşık olmak, sevilmek ve önemsenmek isteyen Van Gogh, bir aşk kırıntısı bile görse, peşinden gidecektir; çünkü ruhunun buna ihtiyacı vardır.

Çünkü iki tür serseri var ve bunlar birbirinin tam karşıtı. Adam vardır; tembellikten, karaktersizlikten, tabiatının alçaklığından dolayı serseridir, istersen beni bu türden say!” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

İLK RUHSAL BUNALIMLAR

Manzara ve durum tasvirlerinde başarısını sürdüren Vincent, Japon sanatına ilgi ve hayranlık duymaya başlar. Erkek kardeşi Theo ile birlikte Paris’e gider ve orada birçok ünlü ressamla yakın ilişki kurar, Japon resim sanatı eğitimi alır. Hayatında her şey yolunda gibi görünmektedir; ama Vincent, içinde bastırdığı karanlığa doğru kendi ayaklarıyla adım adım sürüklenmektedir. Oradan oraya savrulmaktan yorulan ruhu artık bir şeylere dayanmak, tutunmak ister. Emek emek işlediği eserleri gayri resmi bir şekilde sergilenir ama başarılı bulunmaz, çok da eleştirilir. Elindeki tek güçlü şeyin sanatı olduğunu düşünen ve buna inanan Vincent, yeni bir hayal kırıklığıyla daha karşı karşıya kalır…

23 Aralık 1888’de ilk ruhsal bunalımını yaşar, kulak memesini keser. İki hafta hastanede yatar, yeniden resim yapmaya başlar ama içinde biriken sancılar bir türlü peşini bırakmaz, üç büyük kriz daha geçirir. Komşuları onu akıl hastanesine kapatmak için imza toplar ve Vincent’e akıl hastanesine yatmaktan başka çare kalmaz.

KARANLIKLARI YOK ETMEYE ÇALIŞAN KÜÇÜK IŞIKLAR

Akıl hastanesinde büyük krizlerinden birini geçirdiği sırada Albert Aurer, ünlü bir dergide Vincent Van Gogh’u ve eserlerini öven bir yazı yazar, son büyük krizi haftalarca süren Van Gogh, kriz odalarından birine kapatılır, bu sırada eserleri peşi sıra satılmaya başlar. ‘Kızıl Üzüm Bağı’ adlı tablosu tam beş yüz franga satılır, Vincent bunu öğrendiği sırada hayatının sonuna yaklaşmaktadır.

Hey tanrım, bünyesi sağlıklı olan ressamlar kuşağı görebilecek miyiz hayatta acaba? Kimi kez kendime gerçekten çok kızıyorum; çünkü hastalardan ne daha çok ne de daha az hasta olmak yeterli. İdeal olan, seksenine varacak kadar güçlü bir bünyeye sahip olmak, bu arada damarlarında akan kanın da gerçekten iyi kan olması gerekir. Gene de insan ileride daha talihli sanatçılar kuşağının gelebileceğini düşününce biraz teselli buluyor.” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

TÜM UĞRAŞMALARIMIZIN MEYVESİ NEDİR?

Akıl hastanesinden kardeşi Theo sayesinde çıkar, doktorları da gerçekten iyi olduğuna ikna eder. Kardeşiyle vakit geçirir, Theo’nun minik oğlu Vincent Wilem ile tanışır. O, kendi adını taşımaktadır ve Vincent’e göre hayata bıraktığı tek gerçek iz budur. 27 Temmuz 1890’da kendi tabancasıyla hayatına son verir. Auvers’te küçük bir mezarlığa gömülür…

Kardeşi Theo’ya yazdığı her mektupta şu soruya cevap arar Vincent: “Tüm uğraşmalarımızın meyvesi nedir?

Hayatını kurtarmak, ışığı bulmak için çok uğraşmıştır, güneşe uçarken yanan İkarus gibi Vincent Van Gogh da, tanrısını, varlığını ararken yanmış, yok olmuştur.

Şimdilerde her evin duvarını süsleyen tabloları olan, telefon kılıfı üreticilerinin bile manzara resimlerinden yararlandığı bir ressam olan Van Gogh, öldükten çok sonra keşfedilmiş ve kıymeti fark edilebilmiş bir hazinedir. Ailesi, yetiştiği coğrafya, tanrısı ve sanatı arasında sıkışıp kalmış ama yeni bir hayata tutunabilmek için de çok çabalamış bir ruh olan Van Gogh’u böyle yakından tanımama ve sizlere anlatabilmeme vesile olan canım arkadaşım Fulya Beytekin, bu yazım senin için! Önce sana, sonra da tüm okuyuculara içlerindeki ışığa ulaşmayı başarabildikleri bir hayat dilerim…

Böyle işte, ben, kendi çalışmalarım için yaşamımı tehlikeye atıyorum, bu çalışma uğruna yarı deli bir insan oldum, olsun, kabul ama bildiğim kadarıyla insan ticaretiyle uğraşanlardan biri değilsin sen ve hangi tarafı tutacağını tam insanca davranarak seçebilirsin ama bilmem ki…” (Vincent Van Gogh, ‘Theo’ya Mektuplar’)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar