POLİTİKA TOPLUM 

EŞİTSİZ VE ADALETSİZ SEÇİMİN KARANLIK YÜZÜ

Yeni Akit’in “Jet düşkünü Bay Kemal” manşeti, iktidarın “Rabbena hep bana” anlayışının çarpıcı bir yansımasıydı.

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim gezileri için özel uçak kiralanmasını eleştiriyorlar ama bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı filosunda irili ufaklı tam 16 uçak bulunuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın makam araçları bile yurt dışı gezilerde önden uçakla gönderiliyor. Örneğin KKTC gezisine tam altı uçakla gidiliyor; bununla da kalmıyor, tüm bu uçaklar, makam araçları, otobüslerle bütün devlet olanakları seçim kampanyası boyunca alabildiğine kullanılıyor; bunlara en ufak bir eleştiri ya da dikkat çekme yok iktidar medyasında.

Zira nalıncı keseri gibi hep kendine yontan bir iktidar var işbaşında. Her şeyi kendine serbest gören, yasal ve etik sınırları aşmakta hiçbir beis görmeyen bir iktidar… Seçimin eşitler arası bir yarış olmasını öngören anayasal ve yasal hükümlerin iktidar açısından bir anlamı yok. Adil olmak gibi ahlaki bir kaygı da taşımıyor bu siyasi kadro.

Adaletsizlik ve eşitsizliğin görünür hale geldiği o kadar çok örnek vardı ki iktidar gizlemeye dahi gerek görmüyor haksız, hukuksuz ve ahlak dışı uygulamaları.

SEÇİMİ ETKİLEYEN İKİ DAVA

Erdoğan iktidarının, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde zafere ulaşabilmek için devreye soktuğu ilk “silah” yargıydı. Seçimlere hazırlanırken iki davayla etkili biçimde kullanıldı yargı. Birincisi HDP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde açılan davaydı. İkincisi de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyaset yasağı getiren mahkeme kararıydı.

Kapatılma davası öylesine bir zamanlamayla görüldü ki HDP listelerinden seçime girilmesi halinde kapatma kararının çıkması, siyaset yasağı getirilmesi iktidarın bir işaretine kalmıştı. Dava bu şekilde “Demokles’in kılıcı” haline getirilince HDP, adaylarını Yeşil Sol Parti listesinden göstermek zorunda kaldı. Kürt siyasi hareketinin 2018’de yüzde 11,5 olan oy oranının 14 Mayıs seçimlerinde yüzde 8,8’e düşmesinde bu davanın ve parti değişikliğinin de etkisi oldu kuşkusuz.

İmamoğlu hakkında açılan hakaret davasının da tam seçimler yaklaşırken sonuçlandırılması tesadüf olamaz. Mahkemenin, İmamoğlu’na Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaretten hapis cezası ve üstelik bir de siyaset yasağı kararı vermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olası rakiplerinden biri olan İmamoğlu’nu yarış dışı bırakmasını sağladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hakaretini yanıtlarken dile getirdiği bir sözcük nedeniyle verilen mahkûmiyet kararı adaletsiz olduğu kadar, suçlamayla orantısızdı. Temyize götürülse de bu kararın seçim öncesinde her an onaylanma olasılığı İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda elini kolunu bağladı.

PARTİ DEVLETİNİN SEÇİMİ

Erdoğan iktidarı yasal mevzuatı kendisine göre düzenlemede de daha önceki iktidarlarla asla kıyaslanamaz. Onları katbekat aştı bu iktidar. Defalarca değiştirilen seçim yasası, bir yıl önce iktidarın çıkarına göre bir kez daha düzenlendi.

AKP-MHP ortaklığı adaletsizliği meşrulaştıran yasal düzenlemeler yaptı da ona uydu mu? Heyhat! En başta “Cumhurbaşkanlarının iki dönem seçilmesi” kuralı, Erdoğan için geçerli kabul edilmedi! Güya kendilerine göre düzenledikleri mevzuata uyma kaygısı gözetmediler. Hem de uygulamada parti ile devlet ayrımı kalktı; seçimlerde “AKP=Devlet” anlayışıyla davranıldı.

Bu durum AGİT Uluslararası Seçim Gözlem Heyeti’nin de dikkatini çektiği için, 14 Mayıs seçimleriyle ilgili ilk rapora “parti devleti” uygulamalarıyla ilgili gözlemlerini de not ettiler:

Mevzuat, resmi propaganda dönemine ilişkin birtakım kısıtlamalar getirse de genel itibariyle devlet ve yerel idare görevlilerinin idari kaynakları seçimler için kötüye kullanmasını önlemek için yeterli teminat sağlamamaktadır. Kanun, seçimde aday olup olmadığına bakılmaksızın, Cumhurbaşkanını diğer üst düzey kamu görevlilerine uyguladığı kampanya dönemi kısıtlamalarına tabi tutmamaktadır. Seçim döneminde, Cumhurbaşkanı, resmi görevlerini ifa ederken sık sık kampanya faaliyetlerine yer vermiş; diğer pek çok kurumdaki kamu görevlisi de büyük altyapı projelerinin açılış törenlerini seçim propagandası yapmak için kullanmışlardır. Uluslararası iyi uygulamaların aksine bu dönem süresince önemli sosyal yardım programları açıklanmış ya da uygulamaya alınmıştır. Kampanya döneminde idari kaynakların kötüye kullanılmasına ilişkin diğer bazı örnekler de gözlemlenmiştir. Bu uygulamalar eşit şartlarda rekabeti ortadan kaldırmış, iktidarın kanunsuz bir şekilde durumdan faydalanmasına imkân tanımış ve 1990 Kopenhag Belgesi’nin ilgili maddesiyle zıt düşerek siyasi parti ve devlet arasındaki çizgiyi belirsizleştirmiştir.

DEVLET TÖRENLERİ KAMPANYANIN PARÇASIYDI

AKP ile devlet arasındaki farkı ortadan kaldıran en büyük etken, devletin zirvesindeki Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. Ne zaman Cumhurbaşkanı, ne zaman AKP Genel Başkanı olduğu neredeyse hiç belli olmuyordu. İktidar koalisyonunda yer alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görüşmesi sıradan bir uygulama halini almıştı. Seçim sürecinde DSP, YRP, HÜDAPAR ve BBP’nin genel başkanlarını da Saray’da kabul etti. Oysa onlarla seçimlere ilişkin siyasi konuları görüşüyordu.

Gözlem Heyeti’nin raporunda da vurgulandığı gibi, Erdoğan’ın katıldığı törenler, açılışların çoğu aslında devlet faaliyetiydi. Ama üretilen ilk TOGG’un teslimi (3 Nisan), TCG Anadolu gemisinin teslimi (11 Nisan), İstanbul Finans Merkezi açılışı (17 Nisan), Karadeniz doğal gazının devreye alınması (20 Nisan), Yeni Altay tankının teslimi (23 Nisan), Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın açılışı (26 Nisan), Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na ilk yakıt getirilmesi (27 Nisan), Yeni Zigana Tüneli’nin açılışı (3 Mayıs) ve Defne Devlet Hastanesi açılışı (21 Mayıs) gibi törenler özellikle seçim dönemine denk getirilmişti. Çoğu da göstermelik törenlerdi bunların.

Erdoğan, küçük bir bölümünü sıraladığım bu törenlerde yaptığı konuşmalarda devlet faaliyetlerini anlatmak yerine muhalefete veryansın edip seçim propagandası yapıyordu. Kamu kuruluşlarının törenleri, seçim kampanyasının zemini haline getirilmişti.

Cumhurbaşkanı gibi bakanlar da kendilerine bağlı kuruluşların törenlerini seçim propagandası için kullandılar. Bakanların TOGG ile dolaşması, TGC Anadolu’nun vatandaşlara gezdirilmesi bile seçim çalışmasıydı. Seçim öncesindeki nisan ve mayıs ayları, Erdoğan iktidarının icraatlarının vitrine çıkarılma sürecine dönmüştü.

MÜJDELER, RÜŞVETLER, VAATLER…

Törenler ve açılışlar gibi, “müjdeler” de seçim kampanyası dönemine göre zamanlanmıştı. Yıllardır bir türlü yasalaştırılmayan Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ile ilgili yasal düzenlemenin tam da seçim öncesinde çıkarılmasıyla kalınmadı; en düşük emekli maaşına zam yapılması, bir aylık doğal gaz faturasından ücret alınmaması gibi “seçim rüşvetleri” devreye sokuldu. 45 bin öğretmen alınması son 20 yılın en büyük atamasıydı.

Kamu bankalarında kredi faizlerinin düşürülmesi, asgari ücretin artış oranının yüksek tutulması, kamuya olan 2 bin liranın altındaki borçların cezalarının, trafik ceza puanlarının ve öğrenci kredilerinin borçlarının silinmesi gibi kitlesel kararlar devreye sokuldu. İhtiyaç sahiplerine kömür yardımı, aile destek programı, orta gelirlilere yönelik TOKİ konut kampanyaları da seçim kampanyasının önemli unsurlarıydı.

Bunlarla da kalmadı; Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuya memur alımında mülakatın kaldırılmasından depremzede esnafa “hayata dönüş” kredisi ve Şırnak’ta petrol bulunduğuna kadar birçok “müjde”yi peş peşe sıraladı.

YALANLAR, MONTAJLAR, PROVOKATİF AFİŞLER…

Devlet faaliyetlerinin AKP propagandasına meze yapılması, açılışlar, törenler, seçim rüşvetleri ve vaatler ile sınırlı kalmadı. Muhalefeti damgalamak için yalanlar, montaj videolar, provokatif afişler de devreye sokuldu.

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun reklam klipine PKK yöneticilerinden Karayılan’ın monte edildiği görüntüyü İstanbul mitinginde on binlerce insana gösterdi. Daha sonra katıldığı “Gençlik Buluşması”nda montajlanmış videoyu gerçek gibi anlattı. TRT’de katıldığı programda ise “Ama montaj, ama şu, ama bu; PKK’lılar videolarla bunlara destek verdi” diyerek o videonun montaj olduğunu itiraf etti. Bunun üzerine “Montajcı sahtekâr” paylaşımı yapan Kılıçdaroğlu’na, Fahrettin Altun’dan gelen “Montaj değil gerçek” yanıtı, yapılan sahteciliği örtmeye yetmedi.

Ayrıca Erdoğan, Aydın mitinginde de Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürlüğü sırasında ortaya çıkardığı bir dolandırıcılık vakasına ilişkin bir haberin kupürünü sanki Kılıçdaroğlu bu suçu işlemiş gibi anlattı vatandaşlara.

Parti teşkilatının tavrı da Erdoğan’ın bu tavrından farklı değildi doğrusu. Kılıçdaroğlu’nun yüzü HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yüzüyle, Meral Akşener’in yüzü de HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın yüzüyle birleştirilerek provokatif afişler birçok kentte duvarlara asıldı. Kılıçdaroğlu ve Akşener’i teröre destek vermekle suçlayan bu afişler itirazlara rağmen birçok yerde kaldırılmadı.

Çoğu yerde olduğu gibi AKP’li Nevşehir Belediyesi de billboardlara Kılıçdaroğlu’na aitmiş gibi yalan ifadeler içeren provokatif afişler astı. CHP’nin itirazlarına ne vali aldırış etti ne de belediye başkanı.

DEVLET ERKİNİN KÖTÜYE KULLANIMI

AKP’den milletvekili adayı gösterilen bakanların istifa etmeyerek makamlarını ve devlet olanaklarını seçim kampanyasında kullanmaları, devlet gücünün kötüye kullanımının ne denli pervasızca kötüye kullanıldığının kanıtıydı. Milletvekili seçilmelerine rağmen bakanlığı bırakmayarak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda da devlet gücünü hukuksuz biçimde kullanmayı sürdürdüler.

Kılıçdaroğlu’nun kampanyası çeşitli biçimlerde engellemelerle karşılaştı. BTK, GSM şirketlerine yazı göndererek Kılıçdaroğlu’nun telefonlara mesajlarını içeren SMS’ler göndermesini yasakladı. Bursa ve Antalya’da ilçe seçim kurulları, AKP’nin başvurusu üzerine Kılıçdaroğlu’nun Babala TV’deki söyleşisinin bir meydana kurulan dev ekrandan izletilmesini engelledi. TRT, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın montajlanmış video göstermesini “Montajcı sahtekâr” diyerek yanıtladığı videoya telif bildiriminde bulunarak sosyal medyada yayından kaldırttı. Mersin, Malatya ve Ankara’nın da aralarında olduğu birçok kentte CHP’nin afişleri söküldü.

Parti devleti” anlayışını içselleştiren Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, etik dışı davranışı parti örgütüyle bakanlık binasında seçim toplantısı düzenlemeye kadar vardırdılar. Gençlik ve Spor Bakanı Muammer Kasapoğlu, yasak kapsamında olmasına rağmen seçim afişini vergi dairesi binasına astırmakta sakınca görmedi. Depremzedeler için hazırlanan AFAD kolileri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın Osmaniye’deki seçim otobüsünde görüntülendi.

Şırnak Valisi Osman Bilgin ve Cizre Kaymakamı Nazlı Demir, korucu başlarıyla birlikte köyleri dolaşarak AKP’ye oy istedi. Valinin korucularla yaptığı toplantıda da “CHP ve Millet İttifakı’na oy vermeyeceksiniz, ailelerinizle birlikte Cumhur İttifakı’na oy vereceksiniz, bunu da kanıtlayacaksınız” dediği öne sürüldü.

Mardin’in görevden alınan belediye başkanı Ahmet Türk de vali, kaymakam ve karakol komutanlarının Kılıçdaroğlu’na oy verilmemesi için kanaat önderleri ve muhtarlara baskı yaptıklarını söyledi. Bu iddiaları yalanlama gereği bile duymayan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise, “Siz ‘Gezi’cisiniz, biz sizi biliyoruz” diyerek sandıklarda gönüllü olarak gözlemcilik yapanların oluşturduğu “Oy ve Ötesi”ni açıkça hedef göstermekten geri durmadı.

Sahte ve yeni seçmenler de bu seçimde devlet olanaklarının kötüye kullanılmasının başka bir unsuruydu. “Önceki seçim ile bu seçim arasındaki seçmen sayısı artışının nüfus artışının iki katı olması” da sahte ve yeni seçmen vakasının boyutlarını gözler önüne seriyordu. Binalarda yaşayanların bile tanımadığı kişilerin seçmen olarak kaydedildiği iddiaları “seçmen kartları”nın adreslere gönderilmesiyle netlik kazandı.

Seçmen sayısının aşırı biçimde yükselmesi”nin nedenlerinden birinin vatandaşlığa alınan yabancılar olduğu A Haber’in gümrükte oy kullanan bir kişiyle yaptığı röportajla kanıtlandı. T.C. vatandaşı olan bu kişi Arapça konuşuyor, tek kelime Türkçe bilmiyordu!

EŞİTSİZ MEDYA GÜCÜ

Seçimlerde medya gücü de iktidarın en önemli silahlarından biriydi; medya “propaganda aygıtı” olarak alabildiğine kullanıldı. Erdoğan’ın konuşmaları, seçim müjdeleri ve vaatlerini topluma duyurmaya aracılık eden yaygın medya, “Millet İttifakı” ve özellikle de Kılıçdaroğlu’nun karalanması için de yoğun çaba harcadı.

TRT, AKP’nin özel televizyonu gibi faaliyet göstererek Erdoğan ve iktidar sözcülerinin konuşmalarını uzun uzun aktarmakla kalmayıp belgesel adı altında propaganda videoları yayımladı. Mayıs ayı içerisinde Erdoğan ile iki kez özel söyleşi programı yayımlayan TRT, Kılıçdaroğlu ve diğer muhalefet liderlerini hiç ekrana almadı. Kılıçdaroğlu, bu dönemde sadece FOX TV, Tele1, KRT ve Babala TV’de özel söyleşi programlarına çıkabildi.

İstisnasız her konuşması 15-16 TV kanalından aynı anda canlı yayımlanan Erdoğan, seçim kampanyası boyunca sürekli televizyon ekranlarındaydı. Ama Erdoğan için düzenlenen propaganda programlarının zirvesi, 12 Mayıs’ta yine TRT’nin öncülüğünde yapılan ve tam 24 kanalda canlı yayımlanan söyleşiydi. Gazetelerin manşetleri zaten her gün Erdoğan’a tapulanmıştı.

SANDIKLARA SAHİP ÇIKMA MÜCADELESİ

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, eşitler arası bir yarışın koşulları yoktu bu seçimde. Bir yanda devlet gücünü ve yaygın medyayı eline geçirmiş, yasal ve ahlaki sınırları da zorlayarak alabildiğine kullanan bir AKP ve MHP ortaklığı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı; öbür yanda olanaksızlıklar, sınırlamalar, montajlar ve yalanlara rağmen seçim kazanmaya çalışan muhalefet partileri ve Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu vardı.

Medya ve sivil toplum örgütleri daha çok, sandıktan çıkan oylara odaklandı; ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkmak için müthiş bir demokratik mücadele verdiler. Yine de usulsüzlükler tam olarak önlenebildi mi? Onu kestirebilmek çok zor.

Kaldı ki sandığa sahip çıkmak gerek ama asıl sorun adaletsiz, eşitsiz, antidemokratik ve şaibelerle dolu seçim koşullarında. Demokratik seçim süreçleri, “Eski Türkiye”nin nurlu ufuklarında kaldı.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar