FUTBOLUN ASİLERİ
-İSTANBUL-
“Gidenler nerede kaldılar, özledim gülüşlerini. / Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki.” [1]
Neil Faulkner’ın “Bütün şeyler kendi içlerinde çelişkilidir ve çelişki, tüm hareketin ve yaşamın kökenidir; bir şey ancak bir çelişki içerdiği sürece hareket eder, itkiye ve etkinliğe sahip olur” saptaması “Futbol, asla futbol değildir” diye tarif edilen gerçeğin asileri için de geçerlidir…
Jean Paul Sartre’ın “En önemsiz davranışınızda bile, ‘sınırsız bir kahramanlık var’” [2] notunu düştüğü insani isyan, sınıflı sömürücü toplumlardaki “kahraman”lığın da zeminini oluşturur. [3]
Yani “kahramanlık”, özgürleşme için vazgeçilemez zarurettir. Çünkü hemen her şey “…‘insanları baskı altında tutmak, kalıcı olan tek felsefedir. Korkudan ve kölelik düzenine duyulan saygıdan kaynaklanan o teslimiyet var ya, azizim,” dedi Marki ve tavana bakarak devam etti: ‘Şu çatı, başımızın üzerinde durarak gökyüzünün içeri girmesini engellemeye devam ettikçe, köpekler de kamçıya itaat etmeyi sürdürecektir” [4] satırlarındaki üzeredir Charles Dickens’in…
Evet, Noam Chomsky’nin “Hepimiz zengin azınlığın mutluluğu için çalışıyoruz” diye tarif ettiği halde ancak “insanın insanı, insan oluyor”! [5]
Oysa kapitalist “olağan”da “insanın insanı”na “deli” deniyor?
Yine “Neden?” mi? Yanıt, “Deli bir insan her şeyden önce toplumun dinlemek istemediği, dayanılmaz doğruları söylemesini engellemek istediği biridir” diyen Antonin Artaud’da!
Sadece futbol olmayan futbolun “insanın insanı” asileri de, “deli” diye nitelenenlerdir ki işte onlardan kimileri (ve arka planı)…
* * *
Soyadının hakkını vermiş, çok hızlı yaşamış bir Belfast çocuğu (“the belfast boy”), İrlandalı futbolcuydu. Bizim için Lefter Küçükandonyadis neyse, Adalar’da da George Best oydu.
2004’te ‘Yaşayan En İyi Futbolcular’ listesinde Kuzey İrlanda’nın tek temsilcisiydi.
Futbolun sihirbazlarından birisiydi; 1966’da Manchester United’in Benfica’yı Lizbon’da hezimete uğrattığı maçtan sonra Portekiz gazeteleri George Best’i, “Beatles’ın beşinci üyesi” olarak manşetlere taşımıştı.
Gordon Mcqueen’in “Futbol oynamıyordu, şiir yazıyordu ve bizler de dinlerken kendimizden geçiyorduk” notunu düştüğü, futbol uzmanlarınca “Bir Maradona, bir Pele olamamasının tek sebebi İrlandalı olmasıydı” diye nitelenen George Best; “futbolun gelmiş geçmiş en iyileri arasında” gösterilen bir efsaneydi…
Maradona, Best’le ilgili açıklamasında, “Benim 1 numaralı favorim” derken; Pele de, “George Best, oynarken gördüğüm en iyi futbolcu” diye ekliyordu.
Ona “Futbolun ilk rock’n roll yıldızı, popstarı” denmesi boşuna değildi!
“Hayatı bildiği gibi yaşamak” üzerine kurduğu felsefesiyle rest çekti.
Bir röportajında, “O kadar paraya ne oldu?” sorusuna, “Yüzde 90’ı alkol ve kadınlara gitti, gerisini ziyan ettim” diye yanıtlamıştı.
Alkollü araç kullanırken bir polise saldırdığı için 3 ay hapis cezasına çarptırıldı; 1984’ün yılbaşını parmaklıkların arkasında geçirdi.
Çizgi dışı yaşantısı, espri gücüyle “İçkiyi bıraktım; ama sadece uyurken” sözleriyle gülümseyerek, “Alkol ve sigarayı hayatımda bir kez bıraktım, geçirdiğim en sıkıcı on beş dakikaydı” deyip şöyle eklemişti: “Hayatımdaki her şeyi çalımladım, alkol hariç.”
2003’ün Kasım ayında “Avrupa’da yılın futbolcusu” ödülünü satarken; “endüstriyel futbol” imgesi Pele’ye dahi “George Best her zaman en iyisiydi” tanımını yaptırmayı başarmıştı.
* * *
Sócrates Brasileiro Şampaio de Souza Vieira de Oliveira ya da daha çok bilinen adıyla Sócrates oyunu okumadaki yeteneğiyle büyük takdir toplamış ve ‘Futbolun Filozofu’ olarak anılmıştı.
Faculdade de Medicina de Ribeirão Preto mezunu bir tıp doktoruydu. Diplomasını futbol oynadığı dönemde almıştı. Öte yandan entelektüel (felsefe doktorası vardı), sigara tiryakisi ve sıkı bir alkol kullanıcısıydı. Corinthians Demokrasisi adlı bir özgürlük hareketine 1980’lerin başında öncülük etmişti…
Brezilya’da işçi sınıfı tarafından kurulan ilk ve tek kulüp olarak Corinthians zamanında ülke siyasetinde oynadığı rolle milyonlarca insanın kalbini kazanmıştı. Takım, 100 bin kişilik stada siyasi mahkûmlara özgürlük talep eden bir pankartla çıkmış ve Brezilya’da cunta rejiminin yıkılmasına katkıda bulunmuştu.
Sócrates’in, hayranı ve dostu, o zamanın sendika lideri, daha sonraki işçi partisi lideri, daha da sonraki Brezilya Devlet Başkanı olacak olan Lula’nın yanında reform denince akla gelen birkaç kişiden biri olması, Corinthians’ın da başarılı olsun olmasın milyonların kalbinde değişmeyecek bir yere sahip olması tesadüf değildi.
“Düşünen oyuncu koşmaz, koşan oyuncu düşünmez” diyen Sócrates; hippi, doktor, filozof, futbolcu ve asiydi…
* * *
Pablo Aimar’ın “Bir süper kahraman olmaktansa onun gibi olmak istedik” [6] notunu düştüğü Diego Armando Maradona hakkında ekler Murat Tırpan da şöyle diyor:
“Ona hayran olmak Hollywood’un ideolojik başarı hikâyelerinden bıkmış bizler için kurgunun el değemediği sert bir gerçekliği temsil eder. Gecekondu mahallelerinden tepeye çıkabilme imkânının temsilidir o. Bu anlamda birçok hayata ilham vermiş, birçok hayatı kurtarmıştır.” [7]
Bilindiği gibi ekonomisi büyük Amerika’nın yoksulu orduya, toprağı büyük Latin Amerika’nın yoksulu futbola yazılır. Maradona için de öyle oldu.
“Tanrı’nın Sol Eli” diye anılan Maradona sadece Fidel’in, Chávez’in hayranı değil, onların “yoldaşı”ydı da. “Chávez’e inanıyorum, ben Chávista’yım. Fidel’in yaptığı her şey, Chávez’in yaptığı her şey benim için en iyisidir” derken inandığı için söyledi bunu. Kollarında hem Fidel’in hem de Che Guevara’nın dövmeleri vardı. En meşhur cümlesi, “Ben halkın temsilcisi, sessizlerin sesiyim. Ben El Diego’yum” idi.
* * *
Manchester United’in haşin futbolcusuydu Eric Cantona; ‘The King’ lakabıyla tanındı, yakasını kaldırması da ünlü oldu.
Hakkında “Eğer futbol bir din olsaydı, Eric Cantona tanrı olurdu” denirdi.
“Ben futbolun Arthur Rimbaud’suyum” derken; felsefe okudu, futbolu bıraktıktan sonra kendini resme ve sinemaya verdi.
Arthur Rimbaud ve Jim Morrison’un yaktığı ateşi taşıdığını iddia eden iyi futbolcu ve entelektüeldi.
* * *
“Livorno’nun Spartacus’ü” diye anılan Cristiano Lucarelli…
Kolay mı? Şehrin isyancı ruhunun bayrağı Livorno takımıysa, takımın bayrağı da Cristiano Lucarelli. Bir liman işçisinin çocuğuydu.
“Doğuştan komünistim ben” demişti. Ümit milli takımda attığı bir golden sonra Che Guevara tişörtünü gösterdiği için uyarı almış ve bir daha takıma çağırılmamıştı.
Che’nin kızıyla görüşüp takımı Livorno’nun Havana’da Küba milli takımıyla maç yapma istediğini dile getirmişti.
Endüstriyel futbola tepkiydi ve “Livorno’yu eşimden daha çok sevdiğimi söylüyorlar. Bu kesinlikle yanlış. Eşimi de en az Livorno kadar seviyorum” demişti.
* * *
Ve 10 Haziran 1959’da Fenerbahçe kalesinin ağlarını yırtan golü atan Metin Oktay; nam-ı diğer “Taçsız Kral”…
Meşhur zenginlerden Fenerbahçeli Müslim Bağcılar’ın “Rakamları sen yaz!” diyerek uzattığı transfer sözleşmesini “Bizi sevenlere ihanet etmeyelim, baba!” diye reddeden futbolcu.
O, tek kırmızı kart gördüğü maçın ardından kendisine küfür eden rakip takım taraftarlarını beline dek eğilerek selamlamış ve futbolu bırakmayı düşünmüştü…
Ayrıca Göztepe’nin Galatasaray’ı yendiği bir maçta 18 yasındaki bir çocuk, Taçsız Kral’ı çok iyi marke eder ve top göstermez. Göztepe o maçı 1-0 kazanır. Maç biter, bıyıkları daha yeni terleyen genç defans oyuncusu koşarak Taçsız Kral’a gider ve “Metin Ağabey, ben sizin çok büyük bir hayranınızım, lütfen bir fotoğraf çektirsek” der. Genç oyuncuya bakıp, “Sen benimle değil, ben seninle fotoğraf çektirmek istiyorum, bugün maçın kahramanı sensin” yanıtını verendi…
Ve en önemlisi de Deniz Gezmiş için imza toplayan futbolcuydu…
Metin Oktay sosyalistti. Oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne verdiğini açıklayan ilk futbolcuydu. Bir tren seyahatinde, Çetin Altan’a, “Bizi sosyalist yaptın; ama sen aramızdan çektin, gittin” diyen de oydu.
Metin Oktay gibi gene Galatasaray’ın unutulmaz futbolcularından Metin Kurt, Taçsız Kral’ın bilinmeyen bir yönünü şöyle anlatıyor:
“Türk futbol tarihinde, taraflı tarafsız tüm sporseverler için Metin Ağabey efsane bir isimdir… Özel yaşamında tüm insanlara karşı derin bir sevgi beslemiş, her zaman dara düşen sporcuların ve dostlarının Hızır gibi imdadına –maddi veya manevi– yetişmiştir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamına karşı yürütülen imza kampanyasına katılarak onların verdiği mücadeleye karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermişti. Onun bu yanını insanlarımızın çok azı bilir.” [8]
* * *
Sonra bir diğer Galatasaraylı Komünist futbolcu, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘Çizgi Metin’ lakaplı Metin Kurt…
30 Mayıs 2003 tarihli bir röportajında, “Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalı tribünün önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım” demişti.
Ayrıca “Bizler futbolu bir oyun olduğu için sever ve oynardık; ancak artık futbol, para, son model arabalar ve güzel mankenler için oynanıyor. Futbolu oyun olarak severiz; ancak bugün kullanılış şekliyle sevmemiz kendi kalemize gol atmak anlamındadır. Devrimciler hiçbir zaman spora karşı olmadı. Sporun içinde her zaman yer aldılar; ama her zaman yanlış tarafta yer aldılar” diye eklemişti.
Kapitalizmin tekelindeki futbolun varlığını devam ettirmesinin imkânsızlığını anlatan Metin Kurt, “Atılan her gol, emekçi kalesine giriyor, arkadaşlar” demişti.
Ve şöyle devam etmişti:
“İzmir’de Polonya’yla milli maçımız vardı. Bu maç yöneticiler için de, halk için de çok önemli bir maçtı. Çünkü o maçta kazanırsak bir moral kaynağı olacaktı halka. Ve o maçı biz 1-0 kazandık. Maçtan sonra halk –biz otobüse bindik– neredeyse otobüsü omzuna alacak, öylesine coşkulu. O sırada pencereden dışarıya bakıyorum ben, bir baktım, bir çocuk kalabalığın arasından fırlayıp geldi. Zıplaya zıplaya cama da vuruyor, ‘Metin Abi, Metin Abi’ diyor, bana diyor, ‘Ayakkabının bağını verir misin?’ Şimdi ben ne yapayım? Derken bizim otobüs hareket etti, o sırada bir baktım ki çocuğun ayakları çıplak. Ya çıplak bir çocuk bizden ayakkabı bağı istiyor. Ondan sonra düşündüm ve dedim ki ‘Abi, biz ne işe yarıyoruz acaba? Biz bu işi yapıyoruz da kimin için yapıyoruz, kimin yararına yapıyoruz?’”
* * *
İyi de bu ve benzeri olumlu örneklerden hareketle “solcu” olduğu “iddia” edilen FC St. Pauli, Osasuna, Celtic, Atalanta, Empoli, Athletic Bilbao, Fiorentina, Paris Red Star, Manchester United, Gençlerbirliği gibi futbol kulüplerini göklere çıkar(t)mak mümkün müdür?
Tamam… Osasuna ve Athletic Bilbao gibi iki Bask kulübü.
Kömür işçilerinin takımı Schalke 04 ve liman işçilerinin takımı Liverpool.
İtalya’nın Livorno, Kıbrıs’ın Omonia Nicosia takımları veya Arjantin’in Boca Juniors’u.
Sonra Kızılyıldız, Partizan, Dinamo Kiev, Levski Sofya, Dinamo Zagreb, Budapeşte Honved, Sparta Prag, Slavia Prag, Bologna, Hapoel Tel Aviv, FC Union Berlin ve benzerleri de dâhil bir kulübün taraftarının çoğunun solcu olması ya da etnik bağımsızlık için mücadelesinde kulübü bayrak yapması onu solcu olarak nitelendirmeye yeter mi?
Kanımca ve kesinlikle “hayır”!
Taraftar profilinden yola çıkılarak solcu sanılan AC Milan, Liverpool, Atalanta, AS Roma, FC Barcelona’nın solla molla hiçbir alakası yoktur.
AS Roma, karşısında faşist SS Lazio var diye, kestirmeden solcu ilan edilse de bu gerçek değildir. Yanılgıdır. En sağlam taraftar grubu Boys ve ASR Ultra sağcılardan, Opposta Fazione neofaşistlerden oluşur. Kulüp yıllardır İtalyan sanayicilerin kontrolündedir.
AC Milan, sağcı Inter Milan karşısında solcu bilinir. Bu da yanılgıdır. Kapatılan Fossa Dei Leoni dışında solcu taraftarı yoktur.
Atalanta’da Wild Caos grubu ülkenin en faşist gruplarındandır.
FC Barcelona’nın da sol ile alakası malakası yoktur. Barselona şehrindeki tüm solcular Camp Nou’da bir kale arkasını dolduramaz. 100 yıldır şehrin zengin tekstilci ve inşaatçı aileleri tarafından yönetilir.
Ve Gençlerbirliği… Tanıl Bora’nın “light solculuğu” dahi kulübe bulaşmıştır!
Özetle; Liverpool, Celtic, Barcelona, Milan gibi solcu ilan edilen ancak endüstriyelleşmenin kollarındaki kulüplere solcu demek bu ruhu gerçekten yaşatanlara haksızlık olur.
O halde Will Magee’nin “Futbolun Geleceği”ni [9] tartışmaya açtığı ufukta; “Bildiğimiz futbolun sonu… Kulüpler kapitalizme teslim oluyorlar…” [10] saptamasını bir kez daha anımsa(t)makta yarar var.
* * *
Elbette Cristiano Lucarelli, Paul Breitner ve Deniz Naki; Marksist Ivan Ergiç; sosyalist Diego Armando Maradona, Jorge Valdano, Fernando Redondo; solcu Ivan Zamorano; Zapatista sempatizanı Javier Zanetti; Che Guevara hayranı Gennaro Gattuso, Thierry Henry ve devamındakiler çok önemlidir.
Ancak sadece futbolcu oldukları için değil; futbolun “insanın insanı” asileri oldukları için!
NOTLAR:
[1] Ahmet Telli.
[2] Jean Paul Sartre, ‘Bulantı’, çev: Selahattin Hilav, Can Yay., 2011, s.181. Jean Paul Sartre, ‘Bulantı’, çev: Selahattin Hilav, Can Yay., 2011, s.181.
[3] Kuşkusuzdur ki “İhtiyacımız olan şey kahramanlar değil, kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum olmalı.” (Bertolt Brecht.)
[4] Charles Dickens, ‘İki Şehrin Hikâyesi’, çev: Meram Arvas, Can Yay., 2018.
[5] Orhan Kemal, ‘Grev’, Everest Yay., 2007.
[6] ‘Süper Kahraman Değil, Onun Gibi Olmak İstedik’, Birgün, 27 Kasım 2020, s.15.
[7] Murat Tırpan, ‘Hayat Bir Tombala’, Birgün, 27 Kasım 2020, s.14.
[8] Vecdi Çıracıoğlu, ‘Gladyatör’, Everest Yay., 2009.
[9] Will Magee, ‘50+1 Kuralı: Futbolun Geleceği’, Birgün Pazar, Yıl: 18, No: 740, 15 Mayıs 2021, s.12.
[10] Anıl Aba, ‘Bildiğimiz Futbolun Sonu’, Birgün Pazar, Yıl: 18, No: 737, 25 Nisan 2021, s.12.