EDEBİYAT POLİTİKA 

GÖKYÜZÜ NÖBETİ

Mayıs, 50 yıldır kalp ağrısıdır bu ülkede…

Gözümü alan parlak ışığın yarattığı kamaşma giderek azalıyor. Görüntü netleşmeye başladı. Uçsuz bucaksız bir yeşillik uzanıyor karşımda. Pırıl pırıl bir güneş… Nerede olduğumu tam anlayamadım. Hava ne terletecek kadar sıcak ne de üşütecek serinlikte. Vücudunda hissettiğin ısı neyse o kadar… Çok hafif bir meltem, sadece çevrenin varlığını hissettirmek için esiyor.

Az ilerde, neşesi buradan hissedilen bir dere akıyor. Bu coşkuya, koca kulaklı bir köpeği kovalayan iki yavru kedi eşlik ediyor. Çimen kokusu, biraz ötede görünen tek katlı evden gelen taze ekmek kokusuna karışıyor. İnsanın içini delen, olağanüstü bir koku karışımı bu… Evin etrafı çevrili değil. Uçsuz bucaksız yeşilliğin içerisinde kayboluyor sanki. Nerede yaşamak istersin deseler verilecek cevabın karşılığı burası diyorum içimden. Huzuru hissediyorum havada.

Evin önünde insanlar var. Yavaş yavaş yaklaşıyorum onlara doğru. Başım duman duman bulut sanki. Ne tam oradayım ne de değilim. Bu hisler içerisinde yaklaştıkça netleşen yüzler tanıdık gelmeye başlıyor. Kim olduklarını çıkarmaya çalışıyorum. Küçük bir çocuk, elinde taze ekmekle çimlerde bale yapmaya çalışan genç kızı hayranlık ve sevgiyle seyrediyor.

Berkin!” diye sesleniyor diğer tarafta duran ve kucağındaki bebeği uyutmaya çalışan genç kız. “Efendim Özgecan Abla!” diye sesleniyor çocuk: “Aylan bebek hâlâ uyumadı. Biraz gezdirebilir misin?

Karşımda kaşlarının siperliğindeki ışıl ışıl gözleriyle Berkin. Aylan bebeği alıp kedilerin arkasından koşturuyor arabayı. Sadece sırtını görmüştüm Aylan bebeğin gazetelerde. Yüzündeki bu masumluğu fark etse kıyamazdı Ege diye düşünüyorum. Baharın kokusunu her yana yayan Özgecan’ın son acı kalıntılarını da attığını hissediyorum bakışlarından.

Çimlerde bale yapmaya çalışan genç kız var. Onu izlemeye gelen bir delikanlıyı da fark ediyorum. Yüzünde yiğit bir naiflik var. Göğsündeki arma, etrafa ışık saçarak çimleri sahneye çeviriyor sanki. Şakacı gibi de. “Ceren, biraz daha yüksel parmaklarının üzerinde!” diye takılıyor dans eden kıza: “Korkma çimlere basmaya. Senin bastığın her yerde yüzlerce çiçek açacak.

O da, “Ali İsmail, dikkatimi dağıtma lütfen!” diye cevap veriyor gülerek. Müthiş bir heyecan ve sevinç içerisindeyim. Bunlar bizim çocuklar!

Her yere sinmiş bir dinginlik ve huzur halini iliklerime kadar hissediyorum. İyi kalpli insanlar ülkesi burası diye söylüyorum kendime. Yüzümü kaplayan mutluluk ve gülümseme yerini şaşkınlığa bırakıyor. Evden dışarıya çıkan bir kişiye dönüyor bahçedeki herkes. Yüzlerinde müthiş bir sevgi ve mutluluk hali var. Onun yüzünde ise buna ilave olarak müthiş bir babacanlık hissediliyor.

Bendeki şaşkınlık ve heyecan boğazımı kurutuyor. Nefesim kesiliyor. Bir parka, neredeyse elli yıldır aynı şekilde kalabilir mi? Bu coşkulu ve cesur duruş hiç değişmez mi? Bir insanın gözbebeklerindeki bu enerji bitmez mi? “Deniz Abi!” diye koşturuyorlar ona doğru. Kollarını açıp kucaklıyor hepsini. Aylan bebeği alıyor kucağına ve bana doğru yaklaşıyor. Narin boynundaki urgan izlerini gizlemeye çalışırken, “Başardık bu sefer!” diyor: “Bu toprakları aldık kötülükten”… “Sayımız çok. Geri kalanlarımız gökyüzü nöbetinde”… “Sızamayacaklar içimize”…

Tarifi olmayan duygular içerisindeyim. Ne zaman düşünsem, kalbimi ağrıtan herkes burada şimdi… Gözyaşlarım süzülüyor yanaklarımdan. Onlara koşmak ve sımsıkı sarılmak istiyorum. Yine o parlak ışık kaplıyor gözlerimi. Görüntü bulanıklaşıyor. Fısıltılar gelmeye başlıyor kulağıma: “Kurşun, omuriliğe gelmiş”… “Monitöre bağlı yaşama ihtimali varmış”… “Belki bir daha hiç yürüyemeyecek”…

Konuşmalar acı bir tınlamayla dokunuyor zihnime. Sevdiklerimin gözlerindeki hüznü ve kalplerindeki yaşları tahmin edebiliyorum. Başımı çeviriyorum onlara doğru. Heyecanla kalkıyorlar ayağa. Uzatıyorum elimi büyük bir çabayla ve çekiyorum makinenin fişini. Son sözlerim dökülüyor dudaklarımdan: “Gökyüzü nöbetine gidiyorum”…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar