PAGANİZMİN İÇİNDEN DOĞMUŞ BİR EROTİZM / ‘KÜRKLÜ VENÜS’
-ADANA-
“Tanrı onu cezalandırdı ve bir kadının ellerine teslim etti…” – Judith Kitabı, 16:7
Varoluşun dayanılmaz sancıları… Hepimiz çoğu zaman kendi varoluşumuzun bedenimize ve ruhumuza ağır gelen yanlarıyla mücadele ediyoruz. Bazen kendimizi bütünün uyumlu bir parçası gibi hissediyor bazense ayrıksılığın ve aidiyetsizliğin coğrafyalarında gezinip duruyoruz.
Fikirlerimi, ilhamlarımı, cümlelerimi nadasa bırakmak istediğim bir koza döneminden geçerken insanın yaşamdaki kök salma çabası üzerine uzunca süre düşünebilme fırsatım oldu. Yaşarken belki kendi renklerimi, kendi insanlarımı bulabilirim umuduyla sürekli üreten ama yaptığı eserlerin kıymeti çok sonra anlaşılan Van Gogh’u düşündüm. Her gün hiç usanmadan kendine “Tüm uğraşmalarımızın meyvesi nedir?” diye soran bir sanatçının hem kendi yaşamında hem de başka yaşamlarda kök salamayışının onu umutsuzluk treninin son durağına sinsice ulaştırışına ve paletindeki tüm renkleri bir anda siyaha çevirişine tanık oldum.
Hayatı boyunca insanlardan kaçıp doğada gördüğü her manzarada tanrısını arayan ve yaşamının anlamını bu arayışla şekillendiren, sonrasında kendi varoluşunu kaybetmenin hiçliğine artık dayanamayıp Etna Yanardağı’nın kızıl alevlerinde bu hiçliğe son veren ünlü felsefeci Empedokles ile tanıştım. O, bir sonu olduğunu sanıyordu ama bazı yolculuklar ve arayışlar asla bitmiyordu ve bitmeyecekti. Aynı insanların anlam ve toprağı sağlam bir kök arayışının asla bitmeyişi gibi…
Kendi çağdaşları ya da önceki sanatçılar gibi hiçbir anlamını ya da arayışını yarıda bırakmayıp tutkularını kalın buz kütlelerinin içinde donmaya mahkûm etmeyen, hatta bunu sonraki süreçlerde psikoloji başta olmak üzere birçok farklı bilim ve sanat alanında ilham verici bir fikir haline getirmeyi başaran Leopold von Sacher-Masoch nadasa bıraktığım ilhamlarıma can suyu gibi gelen bir yağmur oldu ve bana erotizm üzerine şekillenen bir edebiyatın okura ne kadar farklı pencereler açabileceğini tüm çıplaklığıyla göstermeyi başardı.
“Varoluşu sadece zevk değerli kılar.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
HAYATA ANLAMLAR VE İZLER BIRAKMADAN YİTİP GİTMEKTEN KORKMAK: LEOPOLD VON SACHER MASOCH
Bürokrat bir babanın ve doğa bilimleri araştırmacısı bir annenin dokuz yıldır devam eden evliliğinde umutla ve hasretle beklenen bir bebek olan Leopold, 27 Ocak 1836 günü Avusturya İmparatorluğu içerisindeki Lemberg şehrinde doğdu. Leopold’un annesi hayatlarını renklendirecek bir bebeğin haberiyle çok mutlu olsa da hamileliğin fiziksel ve psikolojik getirileriyle baş etmekte çok zorlanıyordu. Bünyesi hamileliği bir türlü kaldıramıyordu ve bu durum kendini ruhsal anlamda da iyi hissedememesine sebep oluyordu.
Zorluklarla ve güçlüklerle geçen bir doğumun ardından soğuk bir kış akşamı bebeğini sağlıklı bir şekilde kucağına alsa da Leopold’un annesi onunla asla tam anlamıyla bir bağ kurmak istemedi ve bebeğini Rutenya’dan gelen kuvveti oldukça yerinde olan köylü bir kızın eline bıraktı. Handscha, Leopold’un sadece sütannesi olmadı, onun annesinden önce bağlandığı, anlam kurduğu ilk kişi oldu. Bu bağ ve anlam o kadar kuvvetli hale geldi ki Leopold kendi ana dili Almancadan önce sütannesinin ana dili olan Rusçayı öğrendi ve ne kadar uğraşsa da annesiyle tam anlamıyla bir bağ kuramadı. Annesinin yerine sütannesini koydu, ondan gördüğü küçük ilgileri ve sevgileri anneliğin tanımı ile eşleştirdi ve yaşı büyüdükçe boşluğu da büyüyen öz anne figürü eksikliğini başka şefkatlerle gidermeye çalıştı. Leopold, bedenen çok sağlıklı olsa da ruhu hep yaralıydı.
“Ve insan varlığının muamması ve bu muammaların en büyüğü kadın…” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
ACILARIN İÇİNDE SEVGİLERİN DE YEŞEREBİLECEĞİNE İLK İNANIŞ
Leopold on iki yaşına geldiğinde babası Prag’a emniyet müdürü olarak atanır. Babasının müdürlük yaptığı yıllar Avrupa tarihinin devrimler yılıdır. Sahtekârlıkların, çıkara dayalı ilişkilerin ve itibarsız yükselişlerin başrolde olduğu bu yılda Leopold’un babası Leopold Johann Nepomuk Ritter von Sacher iktidar yanlısı bir tavır takınır ve Sacher ailesi bu tavrın getirdiği zorlukların altında ezilmeye başlar. Babası halkın sesinden çok iktidarın sesini duyar ve bu durum halk üzerinde büyük bir antipati yaratır. Aynı süreçte Sacher ailesi yeni doğmuş olan küçük kızlarının ölümüyle sarsılırlar. Leopold yıllar sonra kavuştuğu kardeşinin ölümüyle büyük bir üzüntü yaşar, annesi de aynı acının sancılarını çeker ve bu ortak acı anne ile oğulun uzun yıllar boşluklar ve soğukluklar arasında sürüp giden ilişkisini daha yakın ve daha kuvvetli bir hale getirir. Leopold, acının insan yaşamındaki üstünlüğünü ile ilk defa annesiyle yaşadığı bu ortak duygu tecrübesinden sonra fark etmeye başlar.
“Her şeye başlayan ve asla bir şeyi sona erdiremeyen insanlar vardır, ben böyle bir insanım.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
Lise eğitimini başarıyla tamamlayan Leopold daha sonra hukuk, matematik ve tarih okumaya başlar. 1856 yılında doktorasını tamamlayıp hukuk doktoru olur fakat Leopold’un kalbi hukuktan çok tarih için atar. Kalbinin sesini dinleyip İmparator Carl Dönemi’ndeki ‘Gent Ayaklanması’ tezini 1857 yılında yayımlar. Bu tez ona henüz yirmi bir yaşındayken Grent Üniversitesi’nde tarih doçentliği unvanını kazandırır.
Leopold akademik hayatında başarılı adımlarla ilerleyeceğini düşünürken tarih üzerine yazdığı yazıların ve yaptığı çalışmaların bilimsel dile aykırı olduğunu ima eden eleştirilere maruz kalır. Her şeyi açık açık yazma isteği ve edebiyat tutkusu içinde giderek büyümeye başlar, bu tutkunun tesiriyle akademik hayatı tamamen bırakır, kendini edebiyata, tiyatroya, operaya ve kitaplara verir.
“Saadetimizi, cezasını çekmek zorunda olduğumuz bir günah olarak görürüz.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
LEOPOLD’UN KADINLARI
Leopold, edebiyat alanında büyük bir üretkenlikle ilerlemeye başlar. Onu ileride kadın düşmanı olarak nitelendirecek birçok önemli eser yazar.
Annesiyle olan köksüzlüğü ve bağsızlığı, sütannesi ile olan yakınlığı Leopold’un kaleme aldığı eserlerin merkezinde kadınların durmasına sebep olur. Onun eserlerinde gördüğümüz, tanıdığımız kadınlar kendi yaşamının tam içinden geçen ya da ruhundaki acılı yangınların ilk kıvılcımını yakan kadınlar olacaktır.
“Ama sonuçta kadınsınız ve aşkta her kadın gibi gaddarsınız.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
Leopold’un eserlerinde kurguladığı kadınların karakteristik özelliklerini şekillendiren ilk ilişkisi üniversite döneminde tanıştığı ve uzun yıllar beraber olduğu evli ve iki çocuk annesi Anna von Kottowitz’dir. Leopold acıdan gelen hazzın karşı konulamazlığına, sertlikler ve acımasızlıklar üzerine kurulmuş bir ilişkinin yaşamında vazgeçilmez bir yer edinişine ilk olarak Anna ile yaşadığı yoğun ilişkiyle tanık olur ve sonradan hayatına dâhil olan Anna dışındaki tüm kadınlarda acının zehrini içmiş bir yüreğin can çekişmelerini arar. O, hayatındaki kadınlardan; sevgiden çok acımasızlık, merhametten çok eziyet bekler. Leopold’un sevgi dili ve sevgiyi benliğine alış şekli sevgililerinin ona ne kadar acı çektirdiği ile orantılıdır. Yaşadığı bu yoğun duygular onda erotizme dayalı bir edebiyat yaratma dürtüsü uyandırır. Şimdilerde kitapçıların en çok satanlar bölümünü dolduran her erotik türün ilk hamurunu Leopold von Sacher-Masoch ve onun kadınları yoğurmuştur.
“Aşkım, içine daha çok düştüğüm artık beni hiçbir şeyin kurtaramayacağı derin, dipsiz bir uçuruma benziyor.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
ZEVKİN SINIRLARINDA GEZİNMEK UĞRUNA HER YOL MUBAH MIDIR: ‘KÜRKLÜ VENÜS’
Son günlerde Netflix başta olmak üzere birçok dijital platformda en çok izlenen yapımlara baktığımızda bu yapımların erotizm, çıplaklık ve müstehcenlik üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Bu yapımlara öncülük eden eserlere yönümüzü çevirdiğimizde ise edebi açıdan lezzetsiz, yavan, anlatımı özensiz ve kaba, birbirinin birebir kopyası olan kitaplar görüyoruz. Oysaki erotik kurgunun ilk basamağı sayılan ‘Küklü Venüs’, 1870 yılında yayınlanmış bir eser olmasına rağmen anlatımındaki samimiyet ve akıcılık, erotizmi birleştirdiği farklı temalar ve kültler ile hâlâ popülerliğini korumaya devam ediyor, okuyucusuna da erotizmin bambaşka boyutlarını anlayabilme ve anlatabilme cüretini verebiliyor.
‘Kürklü Venüs’te hikâye üç temel karakter üzerinden şekillenir, yazar bu üç karaktere sadece müstehcenlik yüklemez, onları insanın doğasındaki en vahşi, en aşağılık ve en baskılanmış duygularla da harmanlar.
“Şehvetle gaddarlığın birbirine ne kadar yakın olduğunu herkes bilir ve hisseder.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
ERKEK ARZULAYAN, KADIN ARZULANANDIR: MADAM WANDA VON DUNAJEW
Kitabın ana karakteri Wanda, Antik Yunan heykellerini kıskandıracak kadar göz alıcı bir güzelliğe sahip olmasının yanı sıra kültürü, kıvrak zekâsı, başına buyrukluğu, sevgi ve tutku eylemlerine olan sınırsız bakış açılarıyla kitabın diğer ana karakteri Severin’in aklını başından alır. Wanda sadece antik Yunan heykellerine benzemez, sanki o dönemde yaşar. İçinde sanki Yunan mitlerindeki tüm tanrıçaların ruhunu taşır. Hayatına girecek olan eril figürlerde kuvvetli bir duruş ve hükmedici bir tavır arayan Wanda, Severin’in ona tüm ruhunu ve bedenini koşulsuz şartsız sunuşuna ilk başta kayıtsız davranır. Sonrasında ise erkeğin bu tam anlamıyla teslim olması halinden büyük bir haz almaya başlar. Severin’i zayıflaşmış, acizleşmiş ve zavallılaşmış duygularıyla kabul eder. Severin, Wanda’yı sadece sevmekle kalmaz, onun bedenine ve bedeninden taşan güzelliklere bir tapınak muamelesi yapar, Wanda’yı Venüs’ün bir tapınağı olarak görür ve tüm ömrünü bu tapınağa hizmet etmeye adar. Tapınak; kuvvetli, mağrur ve erişilmezdir. Adanmışın ise ruhu yaralı ve aciz; kalbi ise kırıktır. Ve bu yaralı ruhun tek duası, kendini ve ruhunu adadığı bu tapınaktan gelen acıların, eziyetlerin ve kefaretlerin içinde kaybolup gitmektir.
“Evet, bir bakın bana, bir kâfirden çok daha kötüyüm. Ben bir paganım.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
Wanda, Severin’in tek hâkimi olma halini çok sevse de zamanla bu tam teslimiyetten ve hâkim-köle ilişkisinden sıkılmaya başlar. Severin sayesinde güzelliğe ve güce doymuştur artık Severin’den alacağı hiçbir şey kalmamıştır. Venüs’ün ruhu Severin’in tapınağını terk etmek üzeredir…
GÖRDÜKLERİMİZ Mİ GERÇEKTİR YOKSA KENDİ YARATTIKLARIMIZ MI: SEVERIN
Kitabın diğer ana karakteri olan Severin, Wanda’ya duyduğu sevgiyi, Wanda’nın ona yaşattığı acılardan alır. Wanda kendisine hükmettikçe ona beslediği sevgi derinleşir, derinleştikçe de bu kadına olan bağlılığı ve bağımlılığı artar. Wanda’nın kötü davranışları, fiziksel ve ruhsal şiddetleri, sonu kötü yargılara çıkan eleştirileri Severin’i üzmez, aksine mutlu eder.
Wanda ve Severin arasındaki bu mantık terazisinde tartılamayacak ilişki bizi yazarın kendi hayatına götürür. Leopold da aynı Severin gibi hayatına giren kadınlarla acıyı büyüten bir ilişki yaşar. Özellikle Anna von Kattowitz ile yaşadığı ilişki, ‘Kürklü Venüs’teki Severin-Wanda ilişkisi ile aynı paralelliktedir.
“Aşkta eşitlik yoktur. Hükmetmek veya hükmedilmek arasında seçim yapma şansım varsa güzel bir kadının kölesi olmak bana daha çekici geliyor ama dar kafalı bir kavgacılıkla söz geçirmeyi değil, sakin ve kendinden emin, hatta katı biçimde hâkimiyet kurmayı bilen bir kadını nerede bulacağım?” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
ZEVK VE ACI ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ: BDSM
Wanda ve Severin arasındaki hâkim kadın – köle erkek ilişkisi BDSM içerikli aşk ve kurgunun ilk örneklerindendir.
‘Kürklü Venüs’ün yayınlandığı dönemde kendisine yer bulmayan, sonradan erotizmin ayrılmaz bir parçası haline gelen BDSM’nin ortaya ilk çıkışı 1990’ların başıdır. BDSM; birbirleriyle bağlantılı ve paralel cinsel uygulamaların ve eylemlerin birleşiminden oluşur: B (bağlama, zincirleme, disiplin etme) – D (dominantlık ve hâkimiyet) – S (itaat etme, kölelik) – S/M (sadizm ve mazoşizm) kavramlarının kısaltılmış halini ifade eder.
BDSM’nin temel eylemlerini ve uygulamalarını ise kırbaçlanma, zincirlenme, bağlanma –bağlanma çok çeşitlidir ve en yaygın olanlar ellerin iple, gözlerin ise göz bağı ya da eşarpla bağlanmasıdır– oluşturur.
‘Kürklü Venüs’te Wanda, hâkim, yani dominant tarafı; Severin ise itaatkâr, yani köle olan tarafı temsil eder. Hâkim kendisine köle olmayı yazılı bir belgeyle –BDSM içerikli eylemlerin tüm detayları ve sınırları ile yazılı olduğu, hâkim ve itaatkâr arasında imzalanan, diğer herkesten gizli tutulan gayrı resmi, rızaya dayalı bir sözleşmedir– kabul etmiş olan itaatkârı; yaptığı eylemlerin sonucuna göre cezalandırma ya da cinsel anlamda hiç doyurulmamış hazların eksikliği içerisinde bırakma hakkına sahiptir. Hâkim, emir verir, köle yapar. Köle için artık yaşadığı toplumun ahlak kuralları, yetiştiği kültür, aldığı eğitim ya da olduğu kişi hiçbir anlam ifade etmez. O, sadece bir köledir ve itaat ettiği dominant taraf bedeni ve ruhu üzerinde mutlak bir söz hakkına sahiptir.
“Aşk; erdem nedir, çıkar nedir, bilmez. Sever, affeder ve her şeye katlanır. Başka çaresi yoktur çünkü.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
Hâkim ve köle arasındaki ilişki genel olarak hâkimin belirlediği kurallar dâhilinde yaşanır. İlişkinin sınırlarını, kabullerini, ödüllerini ve cezalarını belirleyen sözleşme unsuru da BDSM’nin baskın olduğu bir ilişkide yahut kurguda mutlaka olmak zorundadır. ‘Kürklü Venüs’te karşımıza çıkan sözleşmenin içeriğine baktığımızda Wanda, Severin’e imzalattığı kölelik sözleşmesiyle onun tüm bedeninin, hatta ruhunun tek sahibi olur. Bu, Severin için oldukça önemli bir detaydır. Wanda’nın onu sürekli cezalandırması, kırbaçlaması, bağlaması Severin’e büyük bir zevk verir. Wanda kendisini kamçıyla terbiye eder, fiziksel olarak Severin’in üzerinde bir vahşet yaratır ama bu vahşet ve hayvansallık Severin’e cezadan çok bir ödülmüş gibi gelir. İtaatkâr, ertelenmiş ve askıda bırakılmış cinsel ve ruhsal hazlara bir an önce kavuşmak için büyük bir açlık içinde bekler ve bu hazların mümkünlüğünün sadece hâkimin elinde olduğunu her daim bilir. Wanda da Severin’in vücuduna bir alev gibi yayılan doyurulmamış hazların neler olduğunu bilir ama bunları bilmiyormuş gibi bir tavır takınır. Wanda avcı, Severin ise avdır ve avcı, avıyla hiç bitmeyen bir oyun içerisindedir.
“Erkeğin ihtirasında kadının gücü saklıdır ve erkek dikkat etmezse kadın bu gücü kullanmasını bilir.” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
NESNELERİN CİNSELLİĞİ: FETİŞİZM
İlkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etki taşıdığına inanılan canlı ya da cansız varlıklara verilen isim olan fetiş, BDSM’ye bambaşka bir formuyla yansır. Hâkimin üzerinde taşıdığı kıyafetler ya da itaatkârı cezalandırmak için kullandığı objeler köle, yani itaatkâr için bir cinsel fetiş sembolü haline gelir. Wanda’nın kitapta giydiği kürkler, Severin’i cezalandırırken kullandığı kırbaçlar, taktığı incili ve elmas kolyeler Severin için gücüne asla karşı koyamadığı cinsel bir fetiş haline gelir. Özellikle Wanda’nın sürekli elinde tuttuğu ve en sert darbeleri sırtına vurmak için kullandığı kırbaç, Severin için tesiri çok yüksek olan bir cinsel uyarıcıdır. Yazarın cinsel fetişizmi ve bu fetişizmden gelen sürekli uyarılma halini eserlerinde yoğun bir şekilde işlemesinin nedeni; geçmişinde tanık olduğu eylemler ve onların psikolojisinde bıraktığı kalıntılardır. Leopold, büyük aşkı Anna’ya cinsel fantezilerine eşlik etmesi için incili oldukça da kalın bir kırbaç alır ve ona her buluşmalarında giymesi için bir kürk çeşidi olan kazabaika diktirir. Anna, incili kırbacı bu kazabaikanın içinde saklar ve Leopold ile olan her cinsel birlikteliğine bu kırbaç da eşlik eder. Yani yazarın kendi gerçekleri yarattığı edebiyatın en temel kurgusu haline gelir.
“Kadını bir define gibi gömmek isteyen, erkeğin egoizmidir sadece. Değişken insani varoluşun en değişken yanına, yani aşka kutsal seremoniler, ahitler ve anlaşmalarla süreklilik kazandırmak yönünde çabaların tümü hüsrana uğramıştır. Hıristiyan dünyamızın çürümeye başladığını yalanlayabilir misin?” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
SÜREÇLER VE SONUÇLAR: YUNAN
Bu sürüp giden ve sonu asla belli olmayan hâkim-köle ilişkisinden bıkmaya başlayan ve daha güçlü bir erkeğin varlığının ruhuna katacağı hazzın ölçüsünü merak eden Wanda, aradığı güçlü erkek figürünü sonunda bulur ve Severin’in cinsel fetişi olan kırbacı onun ellerine verir. Severin, Yunan’ın elinden sırtına inen darbeleri ve onun varlığını büyük bir kabulle karşılar; çünkü aşağılama ve acı çektirme eylemleri ancak bir erkeğin elinden yapılırsa gerçek amacına ulaşır.
Severin için acı ve aşağılanma ile geçen bu sürecin sonucu da Yunan’dır ve Severin’e göre kadınlar önünde sonunda gaddar bir erkek uğruna karakter ve ruh olarak daha zayıf olan erkekleri terk ederler. İsimler ve manzaralar farklı olsa da olasılıklar ve sonuçlar daima aynıdır.
“Çünkü benim için bütün şiir ve şeytani olan her şey öteden beri kadında yoğunlaşıyordu. Kadın benim için resmen külttü.” (Lepold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
EDEBİYATTAN PSİKOLOJİYE AÇILAN BİR PENCERE
Leopold’un neredeyse her eserinde kullandığı acıdan gelen haz duygusu, psikolojiye cinsel bir travma olarak yansır. Bu travmanın isim babasının ve kaynağının Leopold von Sacher-Masoch olduğunu söyleyen ilk kişi ise ünlü psikiyatrist ve yazar Richard Freiherr von Hrafft Ebing’dir. Ebing, cinselliği acı ile birleştiren, bedenini ve ruhunu acının pençesine bırakan hastaları, Leopold’a ve onun karakterlerine benzetir ve hastalarına koyduğu teşhis de Leopold’un bizzat kendisi olur…
“Rüyaların denizinden/ durmadan gidiyor/ gidiyor ruhum/ ruhuna doğru…” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
‘Kürklü Venüs’ kitabının son sayfalarına geldiğimizde Severin’in kadınlara olan yaklaşımının mazoşizmden yoğun bir sadizme dönüştüğünü görürüz. Gaddar bir erkeğin, yani Yunan’ın Wanda’yı tesiri altına alması, Severin’i hiç acımadan kırbaçlaması ve bunları Wanda’nın bizzat kendisinin istemesi Severin’in hislerinde oldukça katı değişimler yaratır. Severin, ilişkileri boyunca ilahlaştırdığı kadını birden şeytanlaştırır. Ve tahtı yüce Olimpos’ta olan tanrıça bir anda kendini Tartarus’ta, yani yeraltındaki karanlık cehennemde bulur. Severin’in ılık suları birden buz keser. Yumuşak tabiatı acımasızlaşır ve bu acımasızlaşmayı arkadaşına şu sözlerle açıklar: “Sadece iki seçenek var: Çekiç ya da örs olmak ve ben kendimi bir kadına köle yapan bir eşektim, anlıyor musun?”
YUNAN MİTOLOJİSİNDEN İZLER
‘Kürklü Venüs’ sadece erotizmden ya da erotik kurgunun başlıca ögelerinden beslenmez. O, aynı zamanda mitolojinin, özellikle de Yunan mitlerinin ve bu mitleri içine alan paganizmin en vurucu sahnelerinden de izler taşır.
Esere ilham ve isim kaynağı olan tanrıça Venüs; aşk, güzellik ve şehvet tanrıçasıdır. Venüs’ten öyle bir ışık yayılır ki parlaklığı ayı bile kıskandırır ve aşkın tanrıçası kendine o kadar güvenir ki bu özgüvenli tarafıyla tüm erkekleri ve âşıkları kendine hayran bırakır. Severin’in delice bir sevgiyle tutulduğu Wanda karakteri de Venüs’ün yeryüzündeki karşılığıdır. O da Venüs gibi tüm âşıkları kendine hayran bırakır. Aşkın tanrıçası kimseye tam anlamıyla âşık olmaz; çünkü o aşkın kendisine âşıktır. Wanda’da da bu kendini tüm sevgilerin üstünde tutma hali sıklıkla görülür. Wanda da Venüs gibi bir sevgilinin hayatında ne tam anlamıyla yer edinir ne de onu tamamen özgür bırakır. Bu konforsuz ve huzursuz bağlılık Severin için adeta bir müjde, bir mutluluktur.
Paganizmin öfkeli ve sadist tarafında duran Holofernes’in kafasını kesen ve halkını bu cani paganın zulmünden kurtaran Judith, ‘Kürklü Venüs’te adını sıkça duyduğumuz diğer paganistik karakterlerden biridir. Severin, Judith’e de en az Venüs’e olduğu kadar hayrandır. Kendi yaşamında da Judith’in, Holofernes’in kafasını kestiği gibi güzel ve kanlı bir son ister ve bu sonun hayatına ona acı çektirmek için girmiş kadınlardan birinin elinden gelmesini diler…
Wanda ile yaptığı sohbetlerin arasında küçüklük dönemlerine dair vurgular ve hatırlatmalar yapan Severin, dost olarak yanı başındaki insanları değil, Olimposlu Zeus’un güçlü oğulları Apollo, Herkül ve Lookoan’u benimsediğini söyler. Okları ve baltaları ile en tehlikeli düşmanları tek darbeyle bertaraf eden savaşçı amazon kadınlar da Severin’in aklında ve hayallerinde kendine sürekli yer edinir. Onların yayından çıkıp tam kalbine isabet eden bir okla yaralanmanın hissini merak eder. Yazar, tüm bu karakterler ve hikâyeler ile yine sonu acıya çıkan bir erotizm yaratmaya çalışır. Bu karakterlerin iyi yanlarına değil; yok etmeyi, öldürmeyi ya da karşısındakine vahşice işkence etmeyi arzulayan taraflarına derinden bir ilgi duyar. Gerçekte çıplaklığa ve cesur kahramanlık hikâyelerine dayanan paganizm, Leopold’un eserlerinde vahşileşen bir paganizm halini alır.
“Seni çözüp hiç kopmamacasına kendime bağlamak!” (Leopold von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs)
ACIYI SEVMEK OLUR MU?
Kendi yaşamındaki kapanamaz boşlukları, eserlerinde yarattığı karakterlere de yansıtan, acıya olan sevgisini okuyucusunun da sarsıcı biçimde hissetmesini isteyen Leopold, şimdilerde erotik kurgu deyince akla ilk gelen kitaplardan ve yapımlardan olan ‘Grinin Elli Tonu’ ve ‘365 Gün’ serilerine de hikâye ve karakter örgüsü olarak ilham veren ilk erotik kurgu eserlerinden biri olma özelliğini taşıyor.
Bu erotik tarzda yazılmış seriler ve yapımlar hayatımıza girdiği ilk günden beri birçok yazarın, psikiyatristin ve okuyucunun üzerinde durduğu tek bir soru var: Geçmişte çeşitli travmalar yaşayan kişiler gelecekte sapkın cinsel fantezilere ve BDSM’ye en yakın kişilere mi dönüşüyor?
Ben erotizmin fazla tehlikeli, müstehcen, tutkularla dolu yollara çıksa da herkesin bir şekilde deneyimlemek istediği çok özel bir yolculuk olduğunu düşünüyorum ve az önce satırlara döktüğüm o çok tartışılan sorunun cevabını da siz okuyucuların fantezilerine ve hayal dünyasına bırakıyorum…
“Fantezilerimizin bir bedeli olduğu kabul edilebilir bir durumdur ama bu bedel zekâmızı, bilgeliğimizi, toplumsal duruşumuzu, itibarımızı hükmen kaybetmemiz değildir. Aksine bu bedel içimizde bütün bu kimliklerimize yeterince yer olduğuna cesurca karar vermekte saklıdır. Ve o karara da mutlaka yer vardır.” (Melissa Febos, Erotik Kurgu Yazarı)