SPORDA ŞİDDETE KISA BİR BAKIŞ
-ANKARA-
Sporun tarihi insanoğlunun tarihi kadar eskidir. Yaşam başladığı o dakika itibariyle spor da başlamış oldu. Sporun müsabakalar halinde yapılmaya başlanması aynı zamanda kurumsallaşmasının ve bir endüstri olarak kabul görmesinin önünü açtı. Spor dallarıyla ilgili takımların kurulması liglerin oluşturulmasına zemin hazırladı. Bu liglerin organizasyonu devlet eliyle oluşturulan federasyonlara devredildi. Temel amaç, bireyin sağlığı baz alınarak toplumsal ve toplumlararası psikolojinin de iyileştirilmesiydi. Gelinen noktada sporun amacına ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Fair-play (adil oyun) ruhuna uygun olarak davranmak, centilmenlik, takım halinde hareket ederken bencil duygulardan arınmak ve kazanmak kadar kaybetmenin de bir erdem olduğuna inanmak; bütün mesele bu aslında. Başarı herkesin elde etmek istediği bir şeydir. Tanrıların dahi… Bakınız, dinler tarihine insanlık tarihi boyunca on binlerce tanrı tarih sahnesine çıkarılmıştır ancak günümüzde etkin olarak inanılanların sayısı üçü beşi geçmez… Bu açıdan bakıldığında dinler ve hatta tanrılar bile insanın hayal dünyasının bir yarışıdır.
Spor hiçbir zaman şiddeti doğurmaz, insan içindeki şiddeti uygun ortam bulduğunda dışarı yönlü harekete geçirir. Bunun adına haksızlığa karşı durmak diyebilirsiniz, haklılığını haykırmak diyebilirsiniz, hak edene hak ettiğini vermek diyebilirsiniz, adaleti kendi eliyle sağlamaya çalışmak diyebilirsiniz. Ne derseniz deyin şiddeti yaratan kişi ya da kişiler kesinlikle davranışlarını haksız görmezler. “Adaleti bana bırakın” ya da “Onu bize verin, cezasını biz verelim” durumudur bu. Tam bir hukuk tanımazlık, tam bir linç psikolojisidir. İşte, tam da bu nedenle toplumlar, hukuku kişilere değil, kurumlara bırakmanın şiddeti daha kontrol edilebilir, cezayı da daha adil ve uygulanabilir kılındığını düşündüler. Tarihte ilk yazılı hukuk kuralının M.Ö. 1760’da (3 bin 783 yıl önce) Babil Kralı Hammurabi tarafından tabletler şeklinde oluşturulduğu söylenir. İlk modern insanın 70 bin ila 100 bin yıl önce Afrika’da olduğu düşünülürse insanlık tarihi açısından hukukun yazılı hale getirilmesi çok ama çok geç bir vakti işaret eder.
XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Türk dilini öğretmek amacıyla yazdığı ‘Divanü Lü-gati’t Türk’ adlı eserinde, “tepük” adı verilen bir ayak topu oyunundan bahsedilmekte ve oyun aracı cismin yapım tekniği verilmektedir. İğ ağırşağı şeklinde dökülen kurşun üzerine keçi kılı sarılarak imal edilen ve çocukların ayakla teperek oynadıkları tepük, Türklerde futbol oyununun kökeni olarak bilinir. FIFA, futbola benzeyen ve bilimsel kanıtlara sahip olan ilk oyunun, M.Ö. 300-200 yıllarında (2 bin 323 yıl önce) Çin’de askeri eğitim amacıyla oynanan “cuju”ya dayandığını kabul eder. Geçen zaman içerisinde şekil değişse de öz olarak bunun bir spor olduğu ve amacının kişileri rahatlatmak, eğlenmek olduğu gerçeği değişmemiştir. Özü değişmeyen bir şeyin uygulamasında neden tahmin edilemez, bazen de kontrol edilemez değişiklikler olmuştur? Her şeyde olduğu gibi sporda da işin içine politika girmiştir. Politik çıkarların öncelenmesi sporu özünden uzaklaştırmış, kimi zaman bir propaganda aleti (savaş aleti) haline sokmuştur. Bunun en iyi örneklerini faşizmi iliklerine kadar yaşamış Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da ve özellikle de Latin Amerika ülkelerinde görebilirsiniz. İngiltere, Sanayi Devrimi’nin başladığı ülke olmasına rağmen bu anlamda toy kabul edilebilir: Demokrasinin kısmen daha etkin olduğu ülkelerde sivil toplum kuruluşları sporun özünden uzaklaştırılmasının önündeki en etkin bariyer olmuştur.
KAYSERİ-SİVAS MAÇI OLAYLARI: 1967
Bugünün olayı değil…
Osmanlı’da spor faaliyetleri tekkeler (spor kulüpleri) şeklinde vücut bulmuştur. Okçuluğun yanı sıra avcılık, dağcılık, atıcılık, binicilik, cirit, güreş, atletizm (ağırlık kaldırma, koşu sporları, yüksek ve uzun atlama), su sporları, topuz kaldırma ve kılıçla çarpışma gibi sportif faaliyetler yapılmaktaydı. Sıklıkla bireysel temastan uzak sporların olması ve tekkelerin (spor kulüplerinin) esnafın da desteğiyle gelişmesi sporun halkla olan bağını kuvvetlendirmiş, bu ise sporu şiddeti oluşturan ortamdan uzaklaştırmıştır. Takım halindeki (fiziksel temasın yoğunluklu olduğu) sporlarda şiddetin daha kolay dışa vurulduğu görülmüştür.
Cumhuriyet’in kurulması ile yüzünü her anlamda Batı’ya dönen bir anlayış etkin olmuştur. Spor da bundan doğal olarak nasibini almıştır. Anadolu insanı tarihsel akış içerisinde hiçbir zaman refahtan hak ettiği payı alamamıştır. Bu da spor kültürünün oluşmasını engelleyen en önemli faktörlerden birisi olarak su yüzüne çıkmıştır. Aynı yurtta yaşanmasına rağmen refahtan yeterince pay alamadığını düşünen bölgeler kısmen daha hızlı gelişen bölgelere karşı da öfke biriktirmişlerdir. Bu durumun adil olmadığının düşünülmesi insanlar arasındaki şiddet sarmalını beslemiş ve kişiler toplu olarak kolaylıkla kontrol dışına çıkarak şiddet eylemine katılmıştır. İşte, tam da bu noktada 1967 Kayseri-Sivas maçı bir örneklem olarak incelenebilir. Bugün hakem Halil Umut Meler’in suratına atılan yumruğun, karnına atılan tekmelerin köklerini buralarda aramak gerekir.
Amatör liglerde oynanan müsabakalarda bu iki şehrin taraftarları ufak ufak böyle elim bir olayın olacağına dair sinyaller vermişti. Şimdinin TFF 1. Lig’de bu iki şehrin maçından 2 gün önce Sivas milletvekillerinin Kayseri Valisini arayarak tedbir almasını istemesi aslında çıkması muhtemel olaylara dair bir sinyal vermişti. Ancak dönemin Kayseri Valisi uyarıları ciddiye almayarak maç günü köy ziyaretine gidecek kadar umursamaz davranmıştı. Sivasspor taraftarları 17 Eylül 1967 Pazar günü 40 otobüs ve trenlerle Kayseri’nin yolunu tutmuşlardı. Şehre gelen Sivasspor taraftarlarının lokantalarda yemek yiyip hesap ödemediği dedikoduları fısıltı gazetesince (şimdinin sosyal medyası) yayılmıştı. Kayseri’de biriken bu tepkisel enerji maç saatinde doruğa çıkacak, saat 16.00’da başlayan maçtan önce 20 bin taraftar stadı dolduracaktı. Sokaklardan toplanan taşlar ve sopalar statta her iki takım taraftarının birbirlerini öldüreceği bir suç aletine dönüşecekti. Aynı gün iki çocuğun statta çıkan arbedede yaralandığı haberi fısıltı gazetesince “İki çocuk öldürüldü”ye dönüşünce olayların fitili ateşlendi. Kayserispor taraftarlarının amigoları tarafından galeyana getirilmesiyle beraber Kayserililer bıçak, taş ve sopalarla Sivasspor taraftarlarının üzerine yürümeye başladı. Bunun üzerine Sivaslıların yer aldığı tribünde başlayan panik sonucu 41 Sivas taraftarı demir kapıların açılmaması ve stat çıkışındaki düzensizlikler yüzünden olay yerinde havasızlık ve sıkışmadan dolayı yaşamını yitirdi. 300’ü aşkın kişi de sopa, bıçak ve taş darbeleriyle yaralandı. Sivas kentinde duyulan bu olaylar nedeniyle Kayserili esnafın dükkânları zarar gördü. Bu kara günün sonunda iki takıma 17 maç saha kapatma cezası verildi, takımların 5 yıl boyunca aynı gruplarda futbol oynamaması kararı alındı. Olan ölene oldu, öldürenin yanına yine kâr kaldı.
Ne hakemlerimizin yüzüne atılan yumruk bugünün yumruğudur ne kara para aklayan kulüp başkanlarının varlığı bugündendir ne tarikatların kucağındaki futbolcuların oluşturduğu saadet zinciri bugünün zinciridir ne takım tutar gibi yazı yazan köşe yazarının varlığı bugündendir ne politikacının kapı kulu olan federasyon başkanları bugünün kuludur ne de sahaya taş atan taraftarın taşı bugünün taşıdır.