POLİTİKA 

SARAÇHANE BAHARI

19 Mart 2025 sabahı, Türkiye, siyasi tarihler kitabına geçecek bir güne uyandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, yalnızca bir kişinin özgürlüğünün gaspı değil, bir halkın geleceğine dair derin kaygılarla yoğrulmuş bir kırılma anıydı. Bu olay, uzun süredir yavaşça bastırılan demokratik seslerin bir patlamaya dönüşmesine neden oldu. Saraçhane’de toplanan kalabalık, bir isim etrafında birleşse de aslında çok daha fazlasını dile getiriyordu: İfade özgürlüğünü, hukukun üstünlüğünü, basın özgürlüğünü ve insan onurunu.

Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına sebep olarak gösterilen gerekçeler, geniş kamuoyunun gözünde inandırıcılığını yitirmiş durumdadır. Zira Türkiye’de yargının, özellikle son 10 yılda yürütmenin doğrudan ya da dolaylı müdahaleleriyle yönlendirildiğine dair pek çok örnek mevcut. Bu durum, yargının bağımsızlığı ilkesini yalnızca bir anayasa maddesi olarak değil, toplumun adalet duygusunun canlı bir göstergesi olarak sorgulatıyor.

Yargının siyasallaşması, toplumun devlet kurumlarına duyduğu güveni aşındırır. Saraçhane’den yükselen itiraz, bu aşınmaya karşı bir direniş çığlığıydı. Çünkü insanlar yalnızca İmamoğlu için değil, kendi geleceklerine yönelik bir tehdide karşı da ayağa kalktı.

Protestoların başladığı saatlerde, ana akım medyanın büyük bir bölümü sessizdi. Devlet destekli medya organları olayları ya görmezden geldi ya da manipülatif bir dille çarpıttı. Bu, Türkiye’deki medya özgürlüğünün ne denli dar bir alana sıkıştırıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Sosyal medya ise bir kez daha “gerçeğin hafızası” rolünü üstlendi; canlı yayınlarla, tanıklıklarla, sokaktan gelen çığlıklarla…

Medyanın sessizliği, aslında iktidarın korkularının en net yansımasıydı.

Saraçhane eylemleri, bir siyasi parti mitinginden çok daha fazlasıydı. Yaşlılar, gençler, işçiler, öğrenciler, sanatçılar, gazeteciler… Ellerinde yalnızca anayasal hakları, seslerinde yalnızca özgürlük özlemi vardı. Kadınlar öndeydi. Gençler cesurdu. Emekçiler kararlıydı.

Anadolu şehirlerinden dayanışma mesajları yağdı. Bu, merkezileşmiş bir rejime karşı yerelden yükselen bir dayanışma çağrısıydı. Direniş, tek bir şehirle sınırlı kalmadı; bir halk hareketine dönüştü.

Saraçhane eylemleri, iktidarın otoriter eğilimlerine karşı sivil direnişin sembolü haline geldi. Ancak bu direnişin sürdürülebilirliği, yalnızca anlık duygulara değil, örgütlü ve bilinçli bir muhalefet kültürüne bağlı. Türkiye’de baskı arttıkça, örgütlenme bilinci de gelişiyor. Bu da otoritenin en büyük korkusu…

Saraçhane’den yükselen ses, aynı zamanda bir çağrıdır: Korkmayın, vazgeçmeyin, yan yana durun. Çünkü otoritenin panzehri yalnızca eleştiri değil, aynı zamanda kolektif umut ve dayanışmadır.

Tarihin dönüm noktaları çoğu zaman sessizce gelir. Ancak bazı günler, bazı meydanlar tarihin tam da kendisidir. 19 Mart 2025 ve sonrasında Saraçhane, Türkiye’de demokrasinin yeniden tarif edildiği bir gün, bir süreç olabilir. Bu yalnızca bir başlangıçtır.

Söz uçar, meydan kalır. Şimdi mesele, bu kalabalığın yalnızca bir tepki değil, bir dönüşüm iradesi taşıyıp taşımadığıdır.

Bizim bahara inancımız tam.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar