ÖYKÜ 

KÜTLE

Bloch sanki gittikçe genişleyen çemberler halinde etrafına yayılıyordu.” – Peter Handke, ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi

Eskiden tanınmış bir basketbolcu olan Ahmet Blok’un, şimdilerde batma noktasına gelen spor mağazası bir haftadır kepenk indirmiş, kaldırımdan gelip geçenlerin kiminde hüzün kiminde merak uyandırarak öylece bekliyordu. Blok, içeriden muhasebecinin istediği bazı evrakları almak için kepengin kumandasına bastı, kepenk itaatkâr bir edayla kıvrılırken bir an evvel içeri girmek isteyip kafasını kepenge vurdu, yoldan geçen yaşlı bir kadın ona baktı, “Ayy!” dedi. Blok, başındaki zonklamaya aldırmadan hemen mağazanın arkasındaki küçük büroya geçip çekmeceleri karıştırmaya başladı. Masadaki çay bardağını gördü. Dibindeki çay kurumuş, sarı bir lekeye dönüşmüştü. Yanında boşaltılmamış bir kül tablası vardı. Gözüne masanın tam karşısındaki ünlü basketbolcunun posteri ilişti. Adam sanki havada asılı kalmış gibiydi, smaç basmaya hazırlanıyordu. Kasları pırıl pırıl parlıyor, bomboş basketbol sahasında her istediğini yapabilecek kadar güçlü görünüyordu. Blok, aradığını bulunca aceleyle çekmeceyi kapattı. Tuvalete gidip küçük su döktü, kokudan tiksindi. Kapalı kalmış olan menfezi açtı, ellerini çabucak yıkadı. Arkaya geçip depoya girdi. Depo neredeyse bomboştu. Kriz yüzünden bir aydır dükkâna mal girmiyordu. Boş telekler arasında dolaştı. Telefonu çaldı, bilmediği bir numaraydı. Açmadı. Biraz sonra tekrar çaldı. Bu sefer açtı. Muhasebeciden arıyorlardı, kız işe yeni başlamıştı. Bugün hemen gelmesi gerekiyordu. Blok, telefonu kapatıp deri çantasına attığı evrakı kontrol etti. Köşede bir örümcek ağ örmüştü. Pencereden zayıf bir ışık içeri giriyordu. Blok, kepengi kapatıp taksi beklemeye başladı. Elini kaldırdı ama bu sarıya boyalı hususi bir arabaydı. “Kim sarı bir araba satın alır ki?” diye sordu. Kendi dikkatsizliğine kızdı. Sonra gerçek bir taksi görünce elini havaya kaldırdı. Taksi onu geçip ileride durdu. Taksici pencereden çıkıp acele etmesi için bir hareket yaptı. Blok, “Bugün herkes aceleci!” diye düşündü. Taksiye binerken uzun boyunun da etkisiyle kafasını çarptı. Taksici dikkat etmesini söyledi. Blok, muhasebecinin adresini söylerken bulundukları yerden muhasebeciye kadar uzanan yolu kafasında canlandırmaya çalıştı. On dakikalık yolu iyi biliyordu. Gide gele yol adeta kafasında katılaşmış, donmuştu. Bu donmuş şeyin içinde hareket etmek ona tuhaf geldi. Atatürk heykelinin yanından geçtiler. İki sevgili ele ele tutuşmuş fotoğraf çektiriyorlardı. Taksiden korkan bir kumru bir toz tanesi gibi havalandı. Onu bir başkası izledi. Taksi kırmızı ışıkta durunca su satan bir çocuk yanaştı. Bir yandan da hayır duaları okuyordu. Blok onun güneşten yanmış yüzünü inceledi. Ufak tefekti, zayıfçaydı. Üflesen uçacak gibiydi. Taksici, “İstemez!” dedi. Çocuk arkadaki arabaya yöneldi. Sarı yanınca taksici kornaya bastı, sonra başka bir araba kornaya bastı. Arabalar sanki yerlerinde kalmak istiyor gibi ağır ağır kalktı. Biraz sonra bir başka kırmızı ışığa yakalandılar. Yanlarında kırmızı bir araba durdu. Camından yansıyan güneş Blok’un gözünü aldı. Blok, hızla başını öbür yana çevirdi ama o sırada bayan şoförün siluetini fark etmişti. Tekrar arabaya döndü. Fakat araba yanlarından geçip biraz ileride durdu. Blok taksiciye biraz daha ilerlemesini söylemek istedi ama bu tuhaf kaçacaktı. Kırmızı arabayı dikkatle inceledi ama şoförünü göremedi. Korna sesleri duyuldu, hareket başladı. Sanki koyu bir şey canlanmış, ağır havaya yayılıyordu. Blok, çantasını açıp ajandasını çıkardı. Birkaç satır okumuştu ki midesi bulandı. En son borsa kelimesini görmüştü. Tekrar bakmak istemedi. Taksi durdu, parayı verdi, üstünü almadı. Taksici aceleyle kalktı. Muhtemelen müşterisine giderken Blok’u aradan çıkarmıştı. Blok, çantasını omzuna geçirip iş hanına girdi. Muhasebeci birinci kattaydı, asansörü kullanmadı. Merdiveni ikişer üçer çıktı. Soluk soluğa kapıyı çaldı. Yeni başlayan kız kapıyı açtı. Kız kısa boylu bir şeydi. Blok’a sanki bir kulenin tepesine bakar gibi bakıyordu. Uzattığı evrakı alırken kendi eliyle kızın elini karşılaştırdı. Kız çay söyledi. Blok, çayı beklerken pencereden dışarı baktı. Dışarıdaki koşturmaca ona suniymiş gibi geldi. Herkes, her şey bir anda dursa hiçbir şey değişmezdi. Belki sadece bir kumru her şeyin dışına taşmak ister gibi havalanırdı. Çayını içti. Kızla havadan sudan konuştu. Kızın oldukça güzel olduğunu sonradan fark etti. Muhabbeti koyulaştırmak için bir çay daha söylettirdi. Aslında yapacak hiçbir işi yoktu. Akşama kadar burada oturabilirdi. Burada ya da başka bir yerde oturmak arasında hiçbir fark yoktu. Ayağa kalkıp yine pencereden dışarı baktı. Telefonu çaldı. Arayan, eski karısıydı. Fazla uzun konuşmadı. Telefonu diğer cebine soktu. Kız bu arada telefonda başka bir müşteriyle konuşmaya başlamıştı. Blok, onu rahatsız etmeden çıktı.

Aşağı inince derin bir nefes aldı. Çantasını açıp gözlüğünü çıkarttı. Bir süre gözlük elinde yürüdü. Caddeyi geçerken gözlüğünü taktı. Taksicinin biri ona korna çaldı. Sanki o kornaya cevap verir gibi çok uzaklardan bir korna sesi duydu. Sonra bir başkası daha yakından geldi. Blok, seslere kulak kesildi. Bir çocuk ağladı. Bir araba fren yaptı, satıcının biri bağırdı. Bütün bunlara son vermek ister gibi bir düdük işitildi.

Blok, markete girip bir şişe su, bir de yulaflı bisküvi aldı. Çantasına attı. Dışarı çıkınca canı soğuk sandviç çekti. Tekrar markete girdi. Reyondaki kız soğuk sandviç kalmadığını söyledi. Sabah bitmişti. Simitler yeni çıkmıştı. Blok, simit sevmediğini söyleyince kız ıspanaklı börek sevip sevmediğini sordu. İki tane ıspanaklı börek aldı. Kasada aldığına pişman oldu çünkü ıspanaklı börek sevmezdi. Severdi ama iki tane fazlaydı. Belki akşama dek ikisini yiyebilirdi. Sigara alıp almamak konusunda kararsız kaldı. Kasiyer kız ona hiç bakmadı. Blok, kızı dikkatle inceledi. Kumraldı, kolları pürüzsüzdü. Kredi kartını uzattı, kız aldı. Blok teşekkür edip çıkarken kız arkasından fişi unuttuğunu söyledi ama Blok duymazdan geldi. Yulaflı bisküviyi açıp bir tane ağzına attı. Sudan bir yudum aldı. Su midesine giderken yaydığı serinlik hoşuna gitti.

Bir büfenin önünde durdu. Spor dergilerini karıştırdı. Bir tanesini satın alacakken vazgeçti. Sonra sigara almaya karar verdi. Büfeciyi görmesi için bayağı eğilmesi gerekti. Eğilince bu sefer büfecinin yüzünü göremedi. Adamın elleri sanki kafası olmayan bir gövdeye aitmiş gibi hareket ediyordu. Yaşlı biri olmalıydı. Bir de çakmak istedi. Büfeci en ucuzunu verince Blok elini uzatıp istediği çakmağı gösterdi. Başsız gövde, her nasılsa bunu anladı, para üstünü uzattı.

Blok hemen bir tane sigara yaktı. Bir aydır içmiyordu. İşlerin bozulmasını mazeret bilip yeniden sigaraya başlamak onu rahatsız etti. Sigarayı çabucak bitirdi, izmariti başparmağıyla orta parmağı arasında sıkıştırıp kaldırıma fırlattı. Yoldan geçen bir adam hiçbir şey olmamış gibi izmarite bastı. Blok irkildi. Adam yanından umursamaz bir tavırla geçip gitti. Blok bir sigara daha yaktı. Bu sefer bir aktarın önünde durdu. Aktar içeride çene çalıyordu, Blok’u görünce yanındaki adamdan kurtulup Blok’la konuşmaya niyetlendi. Blok, gözlerini aktardan kaçırdı. Etrafına bakındı, ilerideki sinema afişlerine gözü takıldı. Tezgâha dönünce aktarın gelmiş olduğunu fark edip uzaklaştı. O sırada aktar, yaşlı bir kadına adaçayının faydalarını anlatmaya başladı.

Blok, film afişlerini okumadan sinemaya girdi. Afişteki resimlere baktı. Hâlâ filmlerin adını okumuyor olmasına şaştı. Birinci resimde yaşlı bir adam elinde bir silah tutmuştu, yanında genç ve güzel bir kadın vardı. İkinci filmde bir yanardağ birazdan patlayacakmış gibi duman salıyordu. Üçüncü afişte yeşil renkli sevimli bir yaratık ordusu dünyanın etrafını sarmıştı.

Gişeye yanaşan Blok, kızın telefonla oynadığını gördü. Onu fark eden kız, telefonunu saklayıp gülümsedi. Blok uzaklaşınca tekrar telefonunu çıkardı. Blok, sigarasını söndürecek bir yer aradı. Kız eliyle ona sigara içilen bölümdeki çöp kovasını gösterdi. Blok, elini hafifçe kaldırıp ona teşekkür etti. Gişeye geldi. Kız gitmişti. Biraz sonra elinde bir şişe suyla göründü. Blok, çantasından su şişesini çıkarıp bir yudum aldı. Kız da su içti. Blok, telefonunu çıkarıp bir yeri arıyor gibi yaptı. Kız güzel değildi ama sempatik bir havası vardı. Uzun boyluydu. Yaşlı adamın olduğu filme bilet almaya karar verdi. Kızın sesini duymak için iyice eğilmek zorunda kaldı. Sonra göğsü hizasındaki mikrofonu görüp utandı.

İçeride birkaç kişi vardı. Sevgililer en arka koltuğa geçmişlerdi. Blok yulaflı bisküvisinden birkaç tane yedi, filmin ortalarında uyudu. Arada da çıktı. Gişedeki kıza baktı. Telefonuyla oynamayı sürdürüyordu. Bir yudum su içti. Birkaç damla suyu yüzüne çarptı. Su ılımıştı. Dükkânı, muhasebeciyi düşündü. Sanki çok uzaklarda kalmışlardı.

Sinemanın yanındaki sokağa girip yürümeye başladı. Yanından bir simitçi geçti. Durdurup bir tane aldı. Isırdı. Simit çok tazeydi, susamlar yere döküldü. İleride bir çay ocağı gördü. Demli bir çay söyleyip tabureye oturunca dizleri neredeyse göğsüne değecek gibi oldu. Çay gelene kadar simidi bitirdi. Bir çay daha söyledi. Bir tane de şeker attı. Gözlüğünü çıkardı. Oturduğu yerde sıkıştığını, nefes alamadığını hissetti. Ayağa kalkıp tekrar oturdu. Çaycıdan bir sandalye istedi. Sandalyenin bir ayağı kırıktı. Blok, oturunca arkaya eğildi. Ayağıyla destek verip çayını içti, bir sigara yaktı. Çaycının kirli gömleğine baktı. Adamın sakal kaplı yüzü kırış kırıştı. Yeni gelen bir müşteriyi görünce yanına gitti. Çay bıraktı.

Blok’un aklına çaycıya yakın bir yerde kafeteryası olan arkadaşı geldi. Birlikte basketbol oynamışlıkları da vardı. Çocuğun adı Kemal’di. Blok, çayların parasını verip kalktı. Ağır adımlarla, sanki kendisine karşı koymak isteyen ağır bir kütleyi eze tepeleye yürüdü. Oysa hava güzeldi. Güneş yakıyordu. Gömleğini çıkardı. Rüzgâr esti, terlemişti, üşüdü.

Kemal dışarıdaki masalardan birinde oturuyordu. Blok’u görünce ayağa kalktı. Sarıldı. Garson kül tablası getirdi. Blok, sade kahve istedi. İçerideki açık kapıdan arkadaki mutfak görünüyordu. Kucağında küçük bir çocuk olan bir kadın, çocuğu uyutmak ister gibi mutfakta dolanıyordu. Rüzgâr esince kapı kapandı. Kemal kül tablasını Blok’un önüne itti. Blok, sandalyesini geri çekti. Bacağı Kemal’in bacağına değmişti. Kahvenin yanındaki güllü lokumu ağzına attı. Garson televizyonun sesini açtı. Müzik sesi duyuldu. Kemal meşrubat kamyonu gelince gitti, bir şeyler imzaladı. İçeriye geçti. Güneş gelince garson kumandaya basıp sundurmayı kapattı. Bir serçe içeride kalmıştı. Ne yapacağını bilemedi. Bir sağa bir sola uçtu. Sonra Blok’un yanından uçup gitti. Hayvan neredeyse yüzüne çarpacaktı.

Blok, gözlüğünü çıkarınca karşılaştığı aydınlık onu şaşırttı. Kafeteryanın karşısındaki apartman güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu. Sanki az önce oraya konmuş gibiydi. Yol simsiyahtı. Yanından geçen yaşlı kadının beyaz eteği olağanüstü beyazlıktaydı. Blok, kendini çaresiz hissetti. Gözlüğünü takmak, bütün bu ayrıntılardan uzaklaşmak istedi. Yeniden uykusu geldi. Gördüğü her şey, onu cezbetmek peşindeydi. Kafeteryanın kaldırımla arasındaki saksılarda sardunyalar vardı. Blok, onları görmek istemedi ama sardunyalar ışıktan ağırlaşmış gövdeleriyle zihnini yavaş yavaş işgal ettiler. Kırmızı ve beyaz mermer heykeller gibi bilincinin havuzuna çöktüler. Blok, doğruldu, garsondan bu kez bir çay istedi. Garsonun içeriye gidişini seyretti, kapı açıldı, kadın göründü. Kucağında çocuk yoktu, belki de yatırmıştı. Garsonun demliği kaldırdığını, çay bardağına demi koyduğunu, üstüne sıcak su koyduğunu hayal etmek istedi ama bunu imkânsız buldu. Her şey doğal akışını yitirmiş gibiydi. Garson elinde mis gibi kokan çayla yanında belirdiğinde şaşırdı. İnanmıyormuş gibi çaydan bir yudum aldı. Bir yudum su içti.

Kadın mutfaktan çıkıp televizyondaki kanalı değiştirdi. Bu, Kemal’in karısıydı. Blok, onu tanımayışına şaştı. Kadının saçını başka bir renge boyattığını fark etti. Kadın karşısına oturdu. Biraz sonra Kemal geldi. Kapı açıldı, garson dışarı çıktı. Televizyondaki kanalı değiştirince kadın sesini kısmasını söyledi. İçeriden beş-altı yaşlarında bir kız çocuğu çıkıp yanlarına geldi. Blok’a, “Ahmet Amca!” dedi. Blok, onu yanağından öptü. Sigarasını sakladı. Kız yere konan bir serçeyi görünce peşinden koştu. Serçe korkup kaçtı. Kız içeri gitti. Elinde bir bardak muzlu sütle geri geldi. Sütü babasına uzattı. Babası sütü geri götürdü. Garsona verdi. Kız ağlamaya başladı. Kadının telefonu çaldı. Kadın kalktı, arka tarafa gitti. Blok, hareketlerinden onun kız arkadaşlarından biriyle konuştuğunu anladı. Kadın kahkaha attı. Kemal geldi. Garsona kül tablasını değiştirmesini söyledi. Blok, bütün bu hareketliliğe şaştı. Arka planda apartmanlar, sundurma donmuş gibiydi ama burada her şey akıp gidiyordu. İkisi arasındaki tezat, Blok’u endişelendirdi. Mağazanın borçları aklına geldi. Banka hesabındaki para iki ay daha idare ederdi. Sonrasını düşünmek istemedi. Çakmağı yere düştü, eğilip alırken küçük kız geldi. Blok, çakmağı sakladı. Kızı kucağına aldı. Kız ondan masal anlatmasını istedi. Blok’un aklına bir şey gelmeyince kız, Çirkin Ördek Yavrusu’nu anlatmaya başladı. Kızın sesi, Blok’un zihnindeki kütleye değip değip uzaklaşıyor, onu sanki gıdıklıyordu. Annesi çağırınca kız masalı yarıda kesip içeri koştu. Genç bir kadın gelip Blok’un çaprazına sırtı dönük oturdu. Garson kül tablası getirdi. Kadın hemen bir sigara yaktı. Otuz – otuz beş yaşlarındaydı. Arkadan dumanı tüten bir bacaya benziyordu. Sigarasını hiç kıpırdamadan içiyordu. Kahve istedi, yanında da su.

Blok, biraz dolaşıp geri geldi. Kemal ortalarda yoktu. Çarşıda biraz işi varmış, birazdan dönerdi. Karısı gelip karşısına oturdu. Genç kadın gitmişti. Yanındaki masaya bir tane lise talebesi oturmuştu. Biraz sonra liseli bir kız kapıda görününce ayağa kalktı. Çocuk uzun boyluydu. Kızsa minyondu. Çocuk, onu öpmek için eğilmek zorunda kaldı. Kemal’in karısı içeri gidip kucağında çocukla geldi. Çocuk, kadın oturur oturmaz bir ağıt tutturdu. Kadın ona kapının önünde uyuklamakta olan kediyi gösterdi. Garson kediyi dürttü, kedi oralı olmadı.

Blok, nehir kenarına kadar yürüdü. Kafeteryaya dönmek istemedi. Martıları seyretti. Havada birkaç bulut vardı. Donmuş gibi gökyüzünün ortasında duruyorlardı. Korkuluklara yaslandı. Korkulukların arkasında çiçek tarhı vardı. Nehrin suları çekilmişti. Sadece incecik bir akıntı vardı. Burnuna yosun kokusu gelince içi bulandı. Derin nefes aldı. Adamın biri elinde oltayla geldi. Blok, şaşırdı. Adam yere bir sofra kurdu. Ekmek, peynir, karpuz çıkardı. Blok’u davet etti. Blok, nehir kenarı boyunca yürüdü. Birkaç adam kurumuş nehir yatağında geziniyordu. Ne yaptıklarını anlamaya çalıştı. Boş boş yürüyorlarmış gibi geldi. Hafif bir hareket, diye düşündü. Kendini şehrin üzerinde gezinen küçücük bir nokta gibi hayal etti. Bazen kanatlanıp uçacağını sanıyordu. Ayağı bir taşa takıldı. Az daha yere kapaklanıyordu.

Yolun kenarında iki tane güvenlik görevlisi oturmuş laflıyordu. Blok’u görünce ona döndüler. Blok, adımlarını hızlandırdı, çantasından bir tane yulaflı bisküvi çıkardı. Önünden hızla geçip giden bisikletli bir çocuğa laf attı. Çocuk misliyle karşılık verdi. Tekerleklerin sesinin kayboluşunu dinledi. Bir an her taraf sessizleşti. Ne bir böcek ne bir insan sesi. Blok, bunu ürkütücü buldu, hemen bir ses arandı. Sesin, önündeki kütleyi kavranabilir kıldığını düşündü. Arkadan bir kamyon sesi geldi. Ayağını yere sürttü. Çakmağını çıkarıp birkaç kez yaktı. Alçaktan geçen bir uçağın gürültüsü sanki bütün kütleyi bastırdı. Ses, her şeyin önüne geçti. Çantasını kucağına alıp çakmağı çantasına koydu. Çantasını eski yerine bıraktı. Çanta yavaşça yana yattı. Çantayı düzeltti, olmayınca yan yatırdı.

Kalkıp biraz daha yürüdü. Kayık kiralayanlar kayıkları temizliyorlardı. Onlarla biraz lafladı. Kayıkçı bir şeyler anlatırken telefon çalınca uzaklaştı. Telefona cevap verirken adamın hâlâ bir şeyler anlattığını duydu. Geri dönüp el sallayacaktı ki kayıkçının ortalarda olmadığını gördü. Arayan, yine eski karısıydı. Fazla konuşmadı. Markete girdi. Bir paket bademli çikolata aldı. Parasını ödemeden yarısını yedi. Tadı hoşuna gidince bir paket daha aldı. Onun da yarısını yedi. Kasiyer kız iki tane yarısı yenmiş çikolataya tuhaf tuhaf baktı. Mikrofondan kasaya destek istedi. Blok’un arkasında upuzun bir sıra oluşmuştu. Hemen arkasında yaşlı bir adam vardı. Kendi kendine konuşuyordu. Blok, kendisine seslendiğini düşünüp cevap verecek oldu ama adam onu umursamadı. Elindeki domatesi kasaya bıraktı.

Blok, marketten çıktı. Hava bulutlanmıştı. Gözlüğünü taktı. Kulaklığını telefonuna takıp radyo açtı. Ses kulağını doldurunca dışarıdaki şeyler ona azalmış gibi geldi. Denemek için kulaklığını çıkardı. Sanki dışarısı ona hücum etti. Hemen kulaklığını taktı. Gözlerini kapatıp yürüdü. Az daha park yerindeki arabaya çarpıyordu. Arabanın sahibi ters ters bakınca adamla ağız dalaşına girdi. Hemen ileride polisler vardı. Onlardan yana baktılar. Blok, uzatmadı. Giderken arabanın lastiğine vurdu. Adam camdan çıkıp arkasından bağırdı. Polislere onu işaret etti. Polisler arkalarını dönmüşlerdi.

Çimlerin ortasındaki bir çam ağacının altına oturdu. Serinledi. Öbek öbek gelincik ekilmişti. Çiçekler rüzgârda bir o yana bir bu yana salınıyorlardı. Blok, gözlerini kapatıp rüzgârı dinledi. Hafif bir ses, diye düşündü. On dakika kadar uyudu. Uyandığında yanına bir köpeğin gelmiş olduğunu gördü. Köpek de uyuyordu. Şişeden birkaç damla su alıp yüzüne serpti. Su bitince şişeyi çimlere doğru fırlattı. Rüzgâr şişeyi biraz sürükledi. Köpek başını kaldırıp ona baktı. Sonra tekrar uyudu. Sigarası bitince izmariti köpeğe doğru fırlattı ama rüzgâr izmariti sürükledi. Ayaklarını iyice uzatıp gerindi.

Parktaki yoldan şimdi bir grup öğrenci geçiyordu. Blok, bir süre onları seyretti. En öndeki erkek öğrenci hoplayıp zıplıyor ama arkadaşlarından hiçbiri ona katılmıyordu. Çocuk usanıp arkadaşları gibi sıraya girdi. Öğretmenleri koşa koşa onlara yetişti. Güneş gözlükleri olan kısa boylu bir kadındı. Elinde birkaç şişe su vardı. Çocukların yanına gelince su şişelerini dağıttı.

Bir tane sıska kedi çocukların peşinden gitti. Sonra sıkılıp Blok’a doğru gelmeye başladı ama köpeği görünce vazgeçti. Arkasını dönüp tam zıt yönde gitti. Blok, bir taş alıp ona doğru fırlattı. Taş, gelinciklerin ortasına düştü. Kedi geriye doğru şöyle bir bakıp esnedi. Kuyruğunu kıstırıp uzaklaştı.

Çam ağacının dalından aşağı iki tane serçe indi. Biri erkek biri dişiydi. Erkek, dişiyi kovaladı, dişinin ağzındaki beyaz şeyi almaya çalışıyordu. Blok, önce bunu bir böcek sandı, sonra bir simit parçası olduğunu anladı.

Kafeteryaya döndüğünde sadece garson kalmıştı. Aynı masaya oturdu. Çay söyledi. Mutfağın kapısı açılınca dışarı aşçı çıktı. Aşçıyı ilk kez görüyordu. Üstünde beyaz bir önlük vardı. Çayın yanına sucuklu kaşarlı tost istedi. Tost pişip geldiğinde aşçı daha mutfağa girmemişti. Demek ki tostu garson yapmıştı. Tostu iştahla yedi. Peyniri boldu. Bir kedi gelip ayağının dibinde miyavladı. Garson onu kovdu. Kapıda yatan kedi değildi bu. Kedi yeniden gelince Blok, ona bir parça sucuk uzattı. Hayvan iki ayağı üstünde ayağa kalkıp sucuğu kaptı. Yalanıp gitti. Blok, tostu bitirince sigara yaktı. Televizyon kapanmıştı. Bir an yine her şeyin sesi kesildi. Blok, ürktü. Ayağını yere sürttü, çakmağını çaktı. Dönüp apartmana baktı. Güneş gidince apartman sanki kararmış bir kütle gibi yolun kenarında duruyordu. Bir kadın pencereye çıktı, aşağı baktı, sonra içeri girdi. Biraz sonra aynı kadın bu kez balkona çıkıp sigara içti. Külünü aşağı silkti. Sesler yeniden başladı. Sokaktan bir pikap geçti. Egzozu patlamış gibi bağırıyordu. Bir kumru öttü. Aynı anda erik satan bir adam sokağın başında belirdi. Güneş alçalınca sokak gölgelere boğulmuştu. Blok, bir ses daha duymak istedi. Işık azalınca biraz rahatlamıştı. Serçeler cikledi. Mutfaktan mikserin sesi geldi. Blok, arkasına dönüp baktı. Masalar neredeyse dolmuştu. Masalardan birinden bir kahkaha yükseldi. Onu bir başkası takip etti. Ayaklarını uzatınca karşısındaki sandalyenin ayağına çarptı. Sandalye devrildi. Onu kaldırmak için aceleyle kalkınca oturduğu sandalye de devrildi. Kıpkırmızı oldu. Garson yetişip sandalyeleri kaldırdı. Gözlüğünü takıp sokaktan geçenleri seyre daldı.

Televizyon açıldı. Mutfak kapısı kapandı. Rüzgâr çıktı, altında oturduğu çam ağacı hışırdadı. Kül tablasını kendine çekti. Sonra geri itti. Çıkan sesi dinledi. Kocaman, karanlık bir şeyin hemen dibinden, kendi gövdesinin bittiği yerden başladığını hissediyordu. Önünde aşılmaz bir engel gibi duran bu şeyi hayal etmeye çalıştı, başaramadı. Serçelerin ondan ne kadar da kolay bir şekilde koptuğunu ve ona ne kadar anlaşılmaz bir şekilde geri döndüğünü düşündü. Ayağa kalktı, o şeyi görmek ister gibi iyice uzaklara baktı. Parmak uçlarında yükseldi. Sağ elini kaldırıp dokunmaya çalıştı. Potaya giden topu durdurmak ister gibi parmaklarını açtı. Hiçbir şey göremeyince yerine oturdu.

Çay söyledi.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar