KÜLTÜR-SANAT TOPLUM 

“SANAT” DEYİNCE!

Sanatın bugünkü görevi, düzene kaos getirmektir.[1]

İnsanı sanatçı yapan şey yalnızlıktır[2] türünden saptamaları ciddiye almayıp; “Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuz büyük” diyen Anna Seghers gibi düşünenlerdenim…

Sanat daha önce yapılmamış olanı ister” vurgusuyla Theodor Adorno’nun altını çizdiği gibi, “özgür olamayışın ortasında özgürlük benzeri bir şeyi dile getirir sanat”…

Ayrıca Gloria Steinem’in, “Sanat gibi, devrimler de var olanı daha önce hiç bulunmamış olanla birleştirmekten gelir”; Friedrich Nietzsche’nin, “Gerçekler yüzünden, ölmemizi önleyecek bir şey varsa o da sanattır”; Bertolt Brecht’in, “Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir” diye tarif ettiğidir o!

* * *

İlk uygarlıklardan beri dilsel ve görsel olarak gelişen sanat insanlığın yaşam serüveninde vazgeçilmeyen bir olgudur.

Sanat, insanın doğaya ve yaşama kattığı yaratıcı bir çabadır. Toplumsal gelişmeyle etkileşimi sanatın toplumsal bir çaba olmasını da getirir. Sanat, yoğunlaştırılmış ve seçilmiş yaşamların ve düşlemelerin estetikle yoğrulup imgelerle yeniden canlandırılması olarak insani boyutu yakalayıp yaratan bir eylemdir. [3]

Evet, sanat, yaşamın geleceğe aktarılması konusunda kendisini sürekli geliştirerek çok önemli görevler yerine getirirken; sanat yapıtının özünde insan ve yaşam gerçekliği bulunur. İnsan ve yaşam gerçekliği ise sürekli bir merak, arayış, sorgulama, boyun eğme / direnme, ilerleme / gerileme ve değişimle doludur. Aynı zamanda, sürekli bir yenilikle eskiliğin, aydınlıkla karanlığın, ezilenle ezenin, sömürülenle sömürenin savaşımı olan insanlık tarihindeki sanatın yeri, insan yaşamının birikimini geleceğe taşıyanların yanıdır.

Yaşamın sürekli gelişmesi ve gerçeğin devrimci olması nedeniyle sanatın görevi insanın arayışıyla çakışır. Güzelliğin bilimi olan, estetikle yüklü olması gereken sanatın yaşamla, insan gerçeğiyle buluşmuş, yoğunlaşmış, harmanlanmış özelliği, doğasına muhalifliği de ekler. Yani sanat ve sanatçı muhalif doğar.

Sanat, yaşama, içinde bulunulan düzene, düzenin insanın güzelleşmesine engel olan bozukluklarına karşı bir duruşla kendini var ederken, bu varoluşundaki başarıya göre de güçlenir, büyür, etkinleşir. Bunlar sanatın insan yaşamını etkilemesindeki payını çoğaltır.

Yaşamı etkileyen, daha doğru bir deyişle yaşamı etkilemesi gereken sanatın nelere karşı olup olmayacağını belirleyense içinde bulunulan düzenin gerçekleridir. [4]

Bu bağlamda sanat ve siyaset tarih boyunca iç içe geçmiş iki temel olgudur. Felsefi olarak insanın içsel ve dışsal çatışması bu iki olgunun en önemli dinamiğini oluşturmaktadır. Tarihinin her döneminde varlığını sürdüren sanat ve siyaset ilişkisi birbirlerini diyalektik olarak etkilemiştir. Sancılı politik süreçler toplumsal hafızada nasıl önemli bir etki yaratıyorsa, sanatın hafızasında da aynı etkileri bırakmıştır. Bu nedenle geçmişten günümüze pek çok politik imaj içeren eser kalmış ve bu eserler dönemin politik sorunlarını sanatın özgün ve estetik anlatımıyla silinmez hale getirmiştir…

Sanat, doğası gereği devrimcidir. Var olanı yıkar, yerine yeniyi önerir, sanatçı da hakikate ulaşmak için sanatın araçlarından, imgelerden yola çıkarak sözünü söyleyendir. Sanat, insanların hem duygularını hem de düşüncelerini soyut bir yolla değil, imgelerle belirtir. Sanatçı bir sanat emekçisi, yaratıcı bir üreticidir. Kapitalist sömürü düzeninde sanatın kendine özgü form ve değerleriyle sanat yaparken iktidar ve sermaye karşısında dik durabilendir. Piyasa çarkına kendisini kaptırmayan, kendisini rekabetçi ve faydacı bir kimliğe teslim etmeyendir.

Kapitalist sistemde sanat eserleri bir meta haline getirilmiştir. Sanat eserinin metalaştırılmasına ve piyasalaşmaya karşı çıkan sanatçı, kapitalist sistemin kuşatmalarına karşın toplumsal değerlere sahip, kolektif bilincin taşıyıcısı ve kendi eylemlerinin öznesi olmalıdır. Sanatçı kapitalist sömürü düzeninde kendi doğallığını ve doğasını koruyabilen, iktidarın dayatmalarına karşı sanatsal tavır üretendir.

Sanatçı kendisini siyasal ve toplumsal süreçlerden soyutlayamaz. Yoğun emek sömürüsünün yaşandığı kapitalist sistemde kültür endüstrisi ile kuşatılmış olması, sanatçıyı tarafsız olmaya değil, taraf olmaya zorlar. Sanatçı, siyasal ve toplumsal sorunlarda taraf olurken, üstü örtük kapitalist ilişkileri deşifre ederek gerçekleri açığa çıkarmaya çalışır. Tarafsızlık, kapitalist sömürü düzenine ses çıkartmamak ve onu onaylamak anlamına gelir.

Guernica’nın yaratıcısı Pablo Picasso, sanatçının politik tavrı için şöyle demişti: “Siz bir sanatçıyı ne sanıyorsunuz? Eğer bir ressamsa sadece gözleri olan, bir müzisyense sadece kulakları olan, bir şairse kalbinin her köşesinde sadece lir olan bir aptal mı? Tam tersine, dünyadaki ateşli, mutlu ya da korku verici olaylara karşı her an uyanık, bu gibi olayları yansıtmaya hep hazır siyasal bir varlıktır sanatçı. Tarafsız kalmak bahanesiyle, kendinizi yaşamdan nasıl koparabilirsiniz? Yaşantınıza böylesine çok şey katan diğer insanlarla ilgilenmemek nasıl mümkün olabilir? Hayır, resim, evleri süslemek için yapılmaz. Düşmana karşı bir saldırı ve savunma aracıdır resim.[5]

* * *

Sanatın, kapitalist bugündeki haline gelince; o bana Charles Bukowski’nin, “Eski Çin’e ait bir şey hatırladım: ‘Zengin olmayı mı yeğlersin, sanatçı olmayı mı?’ Zengin olmayı; çünkü sanatçılar sürekli zenginlerin ön kapılarında bekleşiyor[6] ironisini anımsatıyor.

Kolay mı?

Küreselleşmeyle biçimlendirilen “yeni” emperyalist kültür, bilinçlere, duyarlılıklara saldırırken sanatı sanat olmaktan çıkarıyor. Düzen, sanatın ve sanatçının temel işlevinden uzaklaşması doğrultusundaki politikalarında mevziler kazanıyor.

Dayatılan kültürün sanattaki ideolojisi postmodernizmin egemen kılınmasıyla sanat insanlardan uzaklaştırılıyor. İnsansız ve yaşamsız bir sanat için iletişim araçlarının gücü seferber ediliyor. Ruhsuz bedenlerin ve bedensiz ruhların gezindiği bir arenaya dönüştürülen sanattan insan ve yaşam gibi anlam da kovuluyor. [7]

Böylelikle de sanat, sanat olmaktan çık(artıl)ıyorken; sanatı var eden muhalif özelliği de yok ediliyor! Yani iktidarın muhalifi olması gereken sanat, iktidarın işbirlikçisi kılınıyor…

Tabir caiz ise iktidar(lar), sanat üzerinde de hegemonya kurarak onun özünde var olan muhalifliğini ortadan kaldırıyorlar.

Kapitalist bugünde birçok alanda olduğu gibi, sanat cephesinde de ciddi “değer” kayıplarının yaşandığı, “etik” kavramının anlamını yitirdiği bir süreçten geçiyoruz. Sanatçı diye sunulan magazin ünlülerini bir tarafa bırakırsak; onların dışındaki kimi sanatçılar da paraya veya ona dayalı çıkara teslim olarak, iktidar yalakalığına soyunup, el pençe durup diz çökebiliyor.

Gerçekten de Hülya Uçansu’nun, “Bu topraklarda sansür bitmez[8] vurgusuyla betimlediği coğrafyamızda Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik’in, bir zamanlar, “Milli, manevi duyguları pekiştirmek için hümanist vatan milliyetçisi sanatçılar olarak vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece yerli oyunlarla sahnelerimizi açıyoruz[9] sözleri de; “Sanatçılar için hazırlanan kara listeler[10] de hali pür melali yeterince net anlatıyor.

Rahmi Öğdül’ün, “İktidar, ‘Sanat varsa hayat vardır’ diyor; ama hayat diye bize yutturmaya çalıştığı, ölü ele geçirdiği bedenlerdir. İktidar hayatı değil, sadece natürmortları (ölüdoğa), ölü ele geçirdiği imgeleri seviyor[11] uyarısının altını çizerek ekleyelim: Kapitalist iktidar, sanata baskı oluşturup yeniden biçimlendirme peşinde… Bunun karşısında duran sanatçılar da dışlanıyor, hedef gösteriliyor ve cezalandırılıyor.

* * *

Aydın kimliğine halel getirmeyen sanatçı ve aydınları tenzih ederek söylemek gerekirse: Ne yazık ve acıdır ki kültür sanat camiasının bir kesimi buna teslim olmuş durumda. Sanat ve sanatçı aydın kimliğinden gelen muhalif bir karşı duruşu gösteremiyor ne yazık ki…

Ancak sanat söz konusu olduğunda, “muhalif” nitelemesine gerek yoktur; çünkü muhaliflik onun doğasında zaten vardır. Buna bağlı olarak sanatçının aydın sorumluluğu ve duruşu, toplumsal bilince yansır. Diğer bireylerce örnek alınır. Savunduğu değerler, daha çok geçerlilik kazanır, niteliksel gelişmelere öncülük eder, evrensel gidişi yönlendirir. Bu duruş sıkıntılı dönemlerde ayrı bir önem kazanır. Böyle bir ortamda gösterilecek tavır, etkin bir uyarıcı işlevi görür. Sanatın ticarileşmesinin bir nedeni de; sanatın üretim ilişkilerindeki rolünü sermaye, güç ve iktidardan yana koymasına ve yabancılaşmasına dayalıdır.

Aydın bilincine ermiş, okuyan, araştıran, kafa yoran, günün olaylarına ve geçmişe geniş bir perspektiften bakabilen, gelecek için yeni insansal değerler üreten ve doğrularını hayata geçirebilme sorumluluğu taşıyan kimlik, “aydın” kavramı için ortak bir payda oluşturabilir belki. Böyle bir yaklaşımda salt zihinsel etkinlik göstermek, bir diploma veya kariyer sahibi olmak elbette aydın kimliği için yeterli değildir. Sorun; iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt edebilme ve bunu hayatın her alanına sürme titizliği ve sorumluluğu gösterme sorunudur. Herkes gibi “aydın” için de “iyi” ya da “doğru” mutlak birer kavram değildir. Değişme ve gelişme en çok onun için geçerlidir. Ancak onu toplumun genelinden ayıran asıl özellik inandığı doğruyu söyleme, söyleyebilme “etik”idir. Kitlelerin suskunluğa itildiği dönemlerde bile sesini yükseltebilme sorumluluğudur.

Ernest Renan’ın deyişiyle, “aydın kişi ne kendi diline aittir, ne de uyruğuna; o, özgür ve etik sahibi olduğu için yalnız kendisine aittir”.

Bu kendine aitlik, aydının / sanatçının içsel özgürlüğü anlamındadır ve onun toplumsallığına ayak bağı oluşturmaz, halkla kucaklaşmasını engellemez. [12]

* * *

Sanatçının siyasi pratiğini yapıtına ya da yapıtını siyasi pratiğine indirgemekten kaçınmalıyız. Aralarındaki “göreli bağımsızlık” ilişkisini “es” geçmemeliyiz; tabii, “Sanatçı sanatçılığını yapsın[13] saptamasını abartmadan ve “Tek doğrunun olduğu yerde sanat büyümez![14] hakikatini unutmadan!

O halde tekrar pahasına yineleyelim: Sanat, insanın doğaya karşı mücadelesinden çıkıp gelişmiş ve şekillenmiştir. Sanat, insanın doğayla mücadelesinin, çalışmanın ürünüdür. Sanat, insanın doğaya karşı mücadelesinin ve toplumsal yürüyüşünün, bu yürüyüş içindeki evrelerinin, sınıfsal çatışmaların, ayaklanmaların, devrimlerin, ileri ve geri salınımların kaydını düştüğü devasa bir insanlık abidesidir. İlkel insan ritüelinden mağara resimlerine, Yunan’da doğanın insanlaştırılmasının bir ifadesi olan mitoloji ve buradan doğup gelen hayal gücü, bu gücün bir ifadesi olan heykel ve tragedyalara, insanın içsel dünyasını kıskıvrak yakalayan Rönesans’ın tutkulu yaratıcılığından günümüze değin sanat eserlerinde; insanın doğaya karşı mücadelesini, toplumsal çatışmaları, dönüşümleri, değişik dönemlerin ekonomik-politik yapısını ve bilinç biçimlerini görürüz.

Sanat; dünyayı derinlemesine anlamamızı, başka toplumların, kültürlerin, sosyal tabakaların farklılıklarını kavramamızı sağlar, insanı eğitir ve değiştirir. Yani sanat, insanın yaşam deneyimlerini ilerletmesi ve zenginleştirmesine hizmet eder. Sanat, insanın somut yaşamı içinde duyup yaşayamayacağı şeyleri duyup yaşamasını sağlar. Bu anlamda sanat, kişinin otobiyografisi çerçevesi içinde elde edemeyeceği şeyi, yabancı bir deneyimi, o kişinin deneyimi hâline getirmektedir. Kısacası, sanat insanın kendi deneyimlerinin sınırlılığını aşmasını sağlar, yaşamamış olduğumuz şeyleri, bizim kadar bütün çağdaşlarımız ile bizden sonrakilerin de yaşamasına olanak verir.

Özetle; bir toplumsal bilinç biçimidir sanat ve o biçimi belirleyen de insanın toplumsal varlık koşullarıdır. Toplumdaki diğer şeyler gibi sanat da kendi iç yasalarına bakılarak kavranamaz. Elbette sanatın karmaşık yapısı ekonomiye indirgenerek açıklanamaz. Böyle olmakla birlikte, son tahlilde, her dönemin bilinç biçimleri o dönemin ekonomik temeli üzerinde yükselir. Hiçbir şey havada boşlukta durmaz. Marx’ın vurguladığı üzere son tahlilde insan bilincini belirleyen, insanın ilişkili olduğu toplum ve bu toplumun üzerinde yükseldiği üretim tarzıdır, toplumun kendini üretme biçimidir. Ancak bir kez ekonomik temel üzerinde yükselen bilinç, onu belirleyen altyapıyla etkileşerek onun değişim ve dönüşümüne katkıda bulunmaya başlar. Tam da bundan ötürüdür ki, nesnel dünyayı yansıtan sanat, sadece onu yansıtmakla kalmaz, değişimine katkıda da bulunur.

Sanat, gerçekliğin bilinmesine, değerlendirilmesine ve insanın yeni bir zeminde hareket etmesine olanak sunar, hizmet eder. V. I. Lenin’in ifadesiyle, “insan bilinci nesnel dünyayı yalnızca yansıtmakla kalmaz, ama aynı zamanda onu yaratır da”. Verili gerçeklik ile insanın bu gerçekliğe müdahale ederek onu dönüştürmesi ve yeni temeller üzerinde yaratması arasındaki diyalektik ilişki, sanatta doğrudan ifadesini bulur.

Sanatçı, içinde yaşadığı nesnel dünyadan kaçıp kurtulamaz, bu nesnellik üzerinde hareket ederek eserini ortaya çıkartır. Sanat eserinin içeriğinden, maddi-tarihsel şartlara uyup uymadığından bağımsız olarak sanatçı, yarattığı sanat eseri üzerinden hangi tarafta olduğunu ortaya koymuş olur. Her ne şekilde üretilirse üretilsin, içinden çıktığı toplumun lekelerinin, sosyal ilişkilerinin ve sosyal psikolojisinin damgasını taşımayan bir sanat eseri olamaz. Çok açık ki, sınıflı bir toplumda, politika ya da sanat için tarafsızlık, yalnızca egemen sınıfın tarafında olmak anlamına gelir.

Kapitalist toplumda “tarafsız sanat”tan söz edilemez. Tersine, sosyal yaşamda bir ihtiyaç haline gelen, günlük hayatın bir parçası olan ve bundan ötürü de kitleleri doğrudan kavrayan sanat, kitle iletişim araçları vasıtasıyla da, geçmişe nazaran çok daha fazla, burjuvazi tarafından vurucu bir ideolojik silaha dönüştürülmüş bulunuyor.

Ve denilebilir ki V. I. Lenin, sanat için getirdiği “Gerçek, devrimcidir[15] ilkesiyle, yalnız geçmiş yüzyılların sanatını biçim ve içerik yönünden sağlıklı değerlendirme yönünde en güçlü manivelayı yaratmakla kalmamış, modern sanat eğilim ve akımlarına pergellerinin sabit ayağını gerçekte bulundurmaları uyarısını yapmıştır. [16]

Yani derin felsefi birikim ve çabasını sanata ilişkin saptamalarla zenginleştiren o; “Gerçek, devrimcidir” ilkesiyle, devrimci sanat için en kalıcı kök hücreyi göstermiştir.

Toparlayarak noktalarsak: Coşku, tutku ve bilinçle çağına taraf ve tanık olan sanat kopya etmez, ifade eder. Çünkü “Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı” vurgusuyla ekler Albert Camus: “Sanat, hem coşma, hem yadsıma işidir.

Ve olacak olanı sezip işaret eden sanat, emekten doğar, emek mücadeleleriyle gelişir; zulme, adaletsizliğe ve sıradanlığa başkaldırır.

Sanat gerçekçidir; ezilen büyük kitleler için yarar sağladığı oranda kalıcıdır. O, düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir; hayata renk verip, anlamlandırır.

Özgürlük tarafından beslenerek büyüyen sanat, ne bir oyun ne de bir eğlencedir; o, insan olmanın ve kalmanın biricik yoludur; hayat gibi, özgür olmalıdır. Çünkü düş gücü ve umuttur…

Sanat gerçeği söylemekle mükelleftir; bu onun asli göreviyken aynı zamanda ödünsüzdür…

İnsan(lık)a, yaşamın önemini öğreten “sanat, dünyayı yansıtan bir ayna değildir, dünyayı biçimlendireceğiniz bir çekiçtir”; Vladimir Mayakovski’nin işaret ettiği üzere…

Bize hakikati bildiren sanat, görüneni tekrarlamaz; görünür kılar. Aksi halde para peşinde koşarsa sanat olmaktan çıkıp metalaşır; yoksullardan uzaklaştıkça, marjinalleşir.

NOTLAR:

[1] Theodor Adorno.

[2] Derya Aydoğan, “Ali Murat İrat: ‘Yalnızlık’ Yetim Bir Kavramdır”, Birgün, 14 Aralık 2018, s.15.

[3] Öner Yağcı, “İnsan ve Sanat”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2019, s.13.

[4] Öner Yağcı, “Sanat ve ‘Muhalefet’…”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2019, s.13.

[5] Şaban İba, “Sanat ve Siyaset”, Yeni Yaşam, 18 Mayıs 2019, s.10.

[6] Charles Bukowski, ‘Büyük Zen Düğünü’, Çev: Avi Pardo, Metis Yay., 1993.

[7] Öner Yağcı, “Sanatın ve Edebiyatın Bugünü”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2019, s.13.

[8] Emrah Kolukısa, “Hülya Uçansu: ‘Bu Topraklarda Sansür Bitmez’”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2019, s.13.

[9]Sanat Yasaklarla Dolu”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2019, s.13.

[10] Orhan Bursalı, “Sanatçılara Kara Liste: Hükümette Tutuklamalar”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2019, s.6.

[11] Rahmi Öğdül, “İktidar Kültürü ve Sanatı Çok Seviyor”, Birgün, 5 Nisan 2019, s.15.

[12] Hicri İzgören, “Sanat ve İktidar Üzerine”, Yeni Yaşam, 19 Eylül 2019, s.11.

[13] Adnan Binyazar, “Sanatçı Sanatçılığını Yapsın!”, Cumhuriyet, 28 Haziran 2019, s.13.

[14] Necdet Saraç, “Tek Doğrunun Olduğu Yerde Sanat Büyümez!”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2019, s.2.

[15] Jean Freville, ‘V. I. Lenin Sanat ve Edebiyat’, çev: Şerif Hulüsi, Payel Yay., 1968.

[16]Komünist devrim, sanattan korkmaz… Sanat, gücünden ödün vermedikçe, kendisine ters gelen hiçbir buyruğa boyun eğmez; kendisine önerilen kadrolar içinde uysalca yer almaz.” (André Breton, Lev Troçki, Diego Rivera, “Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin”, Skopdergi, No:7, 30 Mart 2015… (https://www.e-skop.com/skopdergi/bagimsiz-ve-devrimci-bir-sanat-icin/2391)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar