EDEBİYAT 

HALKIN SIRADAN VE GARİBAN OZANI / AHMED ARİF

Bir şair: Ahmed Arif/ Toplar dağların rüzgârlarını/ Dağıtır çocuklara erken.” – Cemal SÜREYA

Sosyalist Türk şairi[1] tahrifatına karşın TKP’li, baba tarafından Kerküklü, ana tarafından Erbil Kürt’ü; şiirindeki derinlikle; dizelerinde hesap soran; öfkenin, inceliklerin şairidir o…

Yaşamı, düşlerine tıpatıp uygundu: Yalansız dolansız; dürüstçe dik durup diklenen; her daim haksızlığın karşısına çıkan; emek ve eşitlikten yana “deli-kanlı”lığı yaşam felsefine tahvil eden; sözünü esirgemeyendi şiirlerindeki gibi…

Yarattığı her dize yaşadıklarının izini taşırken; şiirinde adaletsizliğe, namussuzluğa, eşitsizliğe, haksızlığa karşı isyanı dillendiren direncin şairiydi. Sevgiliye bahar gülleri takmayı düşleyecek denli tutkunu ve “Ben şairim./ Namus işçisiyim yani/ Yürek işçisi.” haklılığıyla…

Ve en önemlisi de şu dizelerindeki ısrarla:

Öyle yıkma kendini/ Öyle mahzun, öyle garip./ Nerede olursan ol,/ İçerde, dışarda, derste, sırada,/ Yürü üstüne üstüne,/ Tükür yüzüne celladın,/ Fırsatçının, fesatçının, hayının/ Dayan kitap ile/ Dayan iş ile./ Tırnak ile, diş ile/ Umut ile, sevda ile, düş ile/ Dayan rüsva etme beni. // Gör, nasıl yeniden yaratılırım,/ Namuslu, genç ellerinle./ Kızlarım,/ Oğullarım var, gelecekte,/ Her biri vazgeçilmez cihan parçası./ Kaç bin yıllık hasretimin koncası,/ Gözlerinden,/ Gözlerinden öperim,/ Bir umudum sende,/ Anlıyor musun?

* * *

Umutsuzluk yasak”tır onun kitabında; Veysel Öngören ile söyleşisinde ifade ettiği üzere: “Umutsuzluğa düşmek bir devrimciye yasaktır… Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bir kural, bir ilkedir bu. Namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur.[2]

Onun şiiri emekçilerin, Kürt insan(lar)ının yaşamı iç içe iken; dizeleriyle zulme uğrayanların umudunu nasıl yeşertip direnme gücü verdiği herkesin (b)ilgisi dâhilindedir.

Ama”sız, “fakat”sız yalın dizeleriyle, unutturulmak istenen tarihin altını çizip toplumsal bilincin beslenmesine katkı sağlamıştır.

Şu örnekten üzere:

Öğretmen, ‘Bak Ahmed Abi, anamla ilgili bir anım var, sana onu anlatayım. Hapisten çıktık, bizim evde oturuyoruz… Hep birlikte hapis yatmışız… Anam, ‘Oğlum bırakın bu dedikoduları’ diyor, ‘Ev bark sahibi olun, bir işe girin’. Arkadaşlardan biri bir gün, ‘Bak teyze, sana bir şiir okuyayım’ dedi ve senin kitabını çıkardı. Başladı ‘Otuz Üç Kurşun’u okumaya… Anam ne dedi, biliyor musun? ‘Girin ulan, hepiniz hapse girin, ben hepinize bakarım…’ Anam ondan sonra bu olayın hikâyesini ayrıntılı olarak anlattı bize…’ der![3]

Bir şey daha: Hapishaneye götürülmek üzere elleri kelepçeli iki yanında iki jandarma trene biner kompartımana oturturlar. Ardından yanlarına öteki yolcular da gelip oturur. Yolculardan biri döner elleri kelepçeli Ahmed Arif’e bakarak sorar: “Suçun ne, neden gidiyorsun hapishaneye?” Yanıtlar: “Sevdadandır” diye.

1955’te sevdalandığı Leyla Erbil’e mektubunda da şöyle anlatır mücadelesini:

Yaptığımız ne ki, kimselerin karnında açlığı, ayağında yalınlığı ve sırtında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek. Hepsi bu.[4] ve “Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu?” sorusuyla asi Fırat’ı, Hamravat Suyu’nu, Mengene Dağı’nı serer gözlerimizin önüne…

Halkı, gözbebeğidir Ahmed Arif’in. Onların aşına, ekmeğine göz koyan “kapitalist ahlâksızlıklara” ve “burjuva üçkâğıtçılarına” öfkelidir. Halkını onlarla mücadele etmeye çağırır, “Tükür yüzüne celladın, fırsatçının, fesatçının, hayının” diye.

* * *

Burada durup sözü, Siverekli bir Kürt şaire, Hicri İzgören’e bırakalım:

Hayat dediğimiz koca bir kara kutudur. Tüm hikâyelerimiz orda saklıdır. Birey ya da toplum açısından fark etmez. Bazen tersten eser rüzgâr. İzlediğimiz her görüntü, dinlediğimiz ya da dillendirdiğimiz her söz anlamını yitirmiş gibi olur. Şarkımızı, şiirimizi, sevdamızı unutmuş gibi oluruz. Ancak en zor durumda bile bizi yalnız bırakmayan bir umut vardır… İnsan umutsuz edemez, günlerin getirdiği acı ve hüzün de olsa, yanı başımızda umut duyumsatıyorsa kendini, sorun da zorluk da bu hayata vız gelir. İnsanlık en çok ihtiyaç duyduğu zamanda uzanmış bir yardım eli gibidir ama bu el dışarıdan değil, kendi içimizden uzanan duygu yüklü bir eldir. İnsana dair duyuş ve düşünce biçimlerinin en güçlüsü, en görkemlisidir. Adı umuttur. Onun üzerine nice kitaplar yazılmış, şarkılar bestelenmiş, şiirler söylenmiştir. Bazen masamızın üstü gibi zihnimizin darmadağınık olduğu bir zamanda, aralık kalmış bir kapıdan sızan serin bir rüzgâr gibi gelir… Adı umuttur. Hoş gelmiştir. Bize düşen onu en güzel şekilde ağırlamak, konuk etmektir. Bize düşen artık onun adına uygun sevda ile bir şiir mırıldanmaktır Ahmed Arif gibi… Adı umuttur. Tarifi zordur ve hep en zor zamanda gelmeye meyillidir. Tüm yolların kesildiği anlarda, yöntemlerin çuvalladığı zamanlarda gelir. Ne duygularımızın ufuk çizgisi ne de aklımızın kısır döngüsü engelleyebilir onu. Gelir tıklatır kalbimizin kapısını. Adı umuttur.” [5]

* * *

Sonrası da onun “Terk etmedi sevdan beni” dedirten dizelerindedir! [6]

Seni, anlatabilmek seni./ İyi çocuklara, kahramanlara./ Seni, anlatabilmek seni,/ Namussuza, halden bilmez,/ Kahpe yalana.

Art-arda kaç zemheri,/ Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu./ Dışarda gürül-gürül akan bir dünya…/ Bir ben uyumadım,/ Kaç leylim bahar,/ Hasretinden prangalar eskittim./ Saçlarına kan gülleri takayım,/ Bir o yana,/ bir bu yana…

Seni, bağırabilsem seni,/ Dipsiz kuyulara,/ Akan yıldıza,/ Bir kibrit çöpüne varana,/ Okyanusun en ıssız dalgasına/ Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,/ Yitirmiş öpücükleri,/ Payı yok, apansız inen akşamdan,/ Bir kadeh, bir cıgara, bir dalıp gidene, seni, anlatabilsem seni…/ Yokluğun, cehennemin öbür adıdır/ Üşüyorum, kapama gözlerini…

“Bunlar,/ Engerekler ve çıyanlardır,/ Bunlar,/ Aşımıza, ekmeğimize/ Göz koyanlardır,/ Tanı bunları,/ Tanı da büyü…

Biz ki yarınıyız halkın,/ Umudu, yüz akıyız,/ Hıncı, namusu./ Şafakları,/ Ta şafakları/ Hey canım,/ Kalbim, dinamit kuyusu…

Nerede bir can ölse,/ oralı olur yüreğim./ Olmalı zaten./ Olmazsa insan olmaz yüreğim…

Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız,/ Bahçeleriniz bahar görmesin…

* * *

Özetin özeti: Hem mecazi hem somut anlamda “prangalar eskiten” toplumcu gerçekçi şiirin usta şairlerindendi. Özgün, tutkulu, müthiş ezgili dizeleri kaleme aldı; duru bir dille, “Üşüyorum, kapama gözlerini” dedi.

Şiir, bana sevinç, mutluluk vermiyor. İçinde boğulacağım acılar veriyor… Ama eğer şiirlerim, düşünceler ve yürekler arasında bir ilişki, bir bağ kuruyorsa, o zaman mutlu oluyorum” diye eklerken; yaşamının özü, “Vurun, ulan, vurun, ben kolay ölmem,” dizeleriydi…

Kolay mı? Refik Durbaş ile söyleşisinde, “Ben büyük değilim. Halkımın sıradan ve gariban bir ozanıyım. Lütfen bunu belirt. Buna inanıyorum ve onur duyuyorum. Bazı adamlar, ‘Son elli yılın en iyi kitabını ben yazdım,’ diyorlar. O kendi iddiası muhteremin. Nâzım Hikmet’in memleketinde böyle laflar edilir mi?[7] diyecek kadar mütevazı iken; dizeleriyle her gün yeniden doğan, büyük ve yüreğe dokunan şairdi; ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’, ‘Anadolu’, ‘Adiloş Bebenin Ninnisi’, ‘Otuz Üç Kurşun’ ve daha nicesiyle hayat(ları)mıza süzülen sesti o…

Ona dair son söz de yine kendi dizelerinden olsun:

Ömrümüz çelimsiz, kısa./ Çabamız korkunç ama…

NOTLAR:

[1] Okan Toygar, “Halka Adanmış Bir Yürek”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2021, s.2.

[2] aktaran: Lâtife Metli Türkyılmaz, “Anlatabilmek Seni”, Birgün, 3 Haziran 2021, s.15.

[3] Refik Durbaş, “Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu”, Cumhuriyet Kitap, 2. Baskı, 2009.

[4]Leylim Leylim / Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar’, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 10. Baskı, 2016, s.72-73.

[5] Hicri İzgören, “Adı Umuttur”, Yeni Yaşam, 24 Mart 2022, s.10.

[6] Ahmed Arif, ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’, Bilgi Yayınevi, 1968.

[7] https://www.cafrande.org/ahmed-arif-hasretinden-prangalar-eskittim-kitabının-yayınlanma-öyküsünü-anlatıyor/

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar