POPÜLİZM ÜZERİNE 7 TEZ
-BURSA-
Alman siyaset bilimci Jan-Werner Müller şimdiye kadar siyasal literatürde sıkça “oy avcılığı”, “halk dalkavukluğu” ya da “halk yardakçılığı” gibi ifadelerle tanımlanan popülizmi günümüzdeki örnek ve uygulamalara bakarak net bir bakış açısı ile değerlendiriyor, vardığı sonuçlarını ise daha çok bu siyaset sosyolojisi teriminin günümüzün gerçekliğinin ışığında yeniden sorgulandığı bir kitapta topluyor: ‘Popülizm Nedir?’ (Was Is Populismus?)
Jan-Werner Müller, başta siyasal İslam’ı (radikal İslamcılığı) liberalizme ciddi bir rakip olarak görmüyor (‘Popülizm Nedir?’, İletişim Yayınları, 3. Baskı, 2019, s.18). İslamofaşizm karşıtlarına göre bu karşıtlık ise Soğuk Savaş Dönemi’ndeki gibi safı netleştirme çabasından ibaret.
Çin modelinin ise (Devlet Kontrolündeki Kapitalizm) yeni bir meritokrasi (liyakatçılık) gibi göründüğünü, ancak bu meritokratik (liyakatçı) sistemde avantajlı konumda olduklarını düşündüklerini belirtir.
Jan-Werner Müller, popülist iktidarlara mahsus 3 ana özellik sayıyor: Birincisi bu tür iktidarların devlet aygıtını gasp ettiklerini belirtiyor. İkinci olarak yolsuzluk ve kayırmacılık yaptıklarını ifade ediyor. Popülistlerin “müşterileri” haline gelen yurttaşlara siyasi destek karşılığı maddi kazanç ve bürokratik avantajlar sunuluyor. Hemen akla gelen, “torpil” olsa gerek. Ve üçüncü özellik olarak da, sivil toplumun bastırılması için sistemli bir çaba gösterdiklerini belirtiyor. (s.16)
Jan-Werner Müller’e göre Chavez’in Bolivarcı Devrimi’nden yararlananlardan (Bolibourgeoisie) kendine sadık bir toplumsal tabaka yaratılmış. Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’nin sağladığı ekonomik kaynaklarla ortaya çıkan sadık kitle ile yaratılan orta sınıf ise Müller’in “Batılılaşmış” diye tanımladığı laik (seküler) seçkinlere ve Kürtlere karşı ideal dindar (mütedeyyin) Müslüman tasviri somutlaştırılıyordu. (s.65)
Sol-sosyal demokrat partilerin neoliberalizme alternatif olamamasının da sonucu olarak onların yerini, tıpkı Carl Schmitt’in 1920’lerde liberalizmi “tarihi geçmiş” bir ideoloji olarak niteleyip yerine halk iradesinin temsilcisinin homojenleşmiş (tektipçi) halk desteğini kazandığı lider (Mussolini gibi) tarafından temsil edilebileceğini savunduğu sözde sahici demokrasi biçimi almıştır.
Geleneksel İslam ahlakı savunucusu olan Erdoğan’ın kendini “muhafazakâr demokrat” olarak tanıttığını ve 2014’te yaptığı tartışma yaratan bir konuşmayla Macar lider Victor Orban’ın da “liberal olmayan devlet” projesini açığa vurduğunu anımsatıyor ve Orban’ın AKP liderinin “muhafazakâr demokrat” tanımlamasına karşılık kendisini “Hıristiyan ve milli” siyasal vizyonla tanımladığına dikkat çekiyordu Müller.
Sahne demokrasisi İtalyan tarihçi Emilio Gentile tarafından “yöneticilerin halkı sadece oy verme sırası gelince sahneye çıkardıkları demokrasi biçimi” diye tanımlanıyordu (Le Republica’da 14 Ekim 2016’da Gentile ile yapılan bir söyleşide söylenmişti). Siyasal popülistlerin seçimlerin hiç yapılmaması gibi tamamen otokratik eğilimlerden kaçınmalarının nedenini ise (Türkiye ve Macaristan örneğinden yola çıkarak), Mısır ve Tayland örneklerindeki gibi askeri-bürokratik diktatörlük olarak tanımlanıp itibar kaybına uğramaktan kaçınmaları şeklinde ifade ediyor. Fakat seçim kanununun değiştirilmesi, yandaş olmayan medya üzerinde baskı kurulması, sivil toplum örgütlerine dönük baskın, vergi ve denetim gibi uygulamalarla popülist iktidarın sınırları zorlanmaktadır da.
Carl Schmitt’in “yönetilenlerle yönetenin özdeşleşmesi” diye tanımladığı homojen (benzeşik) halk desteğinin ortaya çıkardığı diktatoryal ve Sezarcı usuller aynı zamanda demokratik öz ve gücün doğrudan ifadesi olmaktadır. (s.70) Marksistlerin burjuva demokrasisinin sunduğu yalancı (formal) siyasal özgürlük eleştirisine karşı 1920’lerde sağdan Carl Schmitt’in sunduğu alternatif buydu. Yani Schmitt otoriter bir yönetimin zorladığı yönetenle yönetilenin sözde özdeşleştiği (fikir birliğine vardığı) sözde bir özgürlükten bahsediyordu.
1920’lerde savaş ekonomisine doğru evrilen bu otoriteryen (faşist) ve şirketçi (korporatist) siyasi yaklaşımın da kısaca Avrupa’nın büyük tröstleri (dev şirketleri) tarafından desteklendiğini unutmayalım.
Hangi halk?
Elbette ki yanıtı Nazi (faşist) devleti hizmetindeki çokuluslu (uluslararası) sermaye idi.
Kitabının başında Bertolt Brecht’ten alıntılanmış bir epigrafta da bu soruyu sorar Müller:
“Bu yetki halktan gelir. Fakat nereye gider?”
Diğer epigraf ise Paul Valery’e aittir:
“Halk kelimesinden çıkarabildiğim tek anlam ‘bileşim’; ‘halk’ kelimesinin yerine ‘bileşim’ ve ‘sayı’ kelimelerini koyduğunuzda oldukça tuhaf terimler elde ediyorsunuz: ‘Egemen bileşim’, ‘bileşimin iradesi’ vb.”
Temsili demokrasinin sınırlarını zorlayan popülist rejimlerde “Biz halkız” söylemiyle tektipleştirilen halkın görüşleri dışındaki en ufak bir itiraz bile dışlanır. “Gezi” protestolarındaki ‘Duran Adam’ örneğini veren Müller, Erdem Gündüz’ün (sessiz protestocu) ajanlıkla suçlandığını da ifade eder. (s.92)
Popülistler çoğulculuğa da karşıdır.
Kitap şu soruyu da akla getirmiyor değil:
Peki, hırsız (halef) suçluysa kapıyı aralık bırakan ev sahiplerinin de (selefler) tek bir suçu dahi yok muydu?
Bolivya ve Türkiye siyasetini örnek vererek burjuva sağ siyasette daha önce dışlanmışların desteklenerek (Türkiye’de yoksul ve dindar Anadolular, Bolivya’daki yoksul yerliler örneği gösterilerek) var olan elitler (seçkinler) pratik ve sembolik adımlar atmış olsalardı, demokrasiye (kötü otoriter yöneticilerin) verdikleri zararın bir kısmı önlenebilirdi Müller’e göre. (s.104)
Müller’in sıraladığı ‘Popülizm Üzerine 7 Tez’ini şöyle özetleyebiliriz:
1- Popülistler, halkın gerçek (meşru) temsilcisinin kendisi olduğunda ısrarcıdırlar.
2- Popülistler, seçkinlerin yozlaşmış, halkın ise homojen (benzer) bir iradeye sahip olduğunu iddia ederler.
3- Popülistler, çoğunlukla halk iradesiyle ortaya çıktıklarını ve ortak iyiyi temsil ettiklerini beyan ederler.
4- Popülistler, basitçe hâlihazırda kendi belirlemiş oldukları “halkın iradesine” sıklıkla başvurdukları referandumla (halkoylaması) onaylatmak yoluyla siyasal katılımı sağlamış gibi görürler.
5- Popülistler, kayırmacılık, yozlaşma, devleti işgal, her türlü sivil (demokratik) toplum eleştirisini bastırmak gibi kendi usullerince partizancı eylemleri ile ne kadar siyasal destek ve ahlaki onay alır görünseler de sonuç er ya da geç bir çatışma olacaktır.
6- Popülistler, demokrasi için gerçek bir tehdit olmalarından dolayı onların dile getirdikleri problemler demokratik yollarla eleştirilebilir.
7- Müller, son olarak da, “Popülistlerin, liberal demokrasinin savunucularını temsil konusunda ve özellikle seçmenlerin (çıkar ve kimlik gibi nedenlerle dışlandığını iddia eden) endişelerinde özgür ve eşit yurttaşlık yaklaşımı ile ahlaki sorunları düşünmeye zorlamalıdır” diyor!
Burjuva siyaset ve hukuk sisteminin bir daha sorgulanması gereken sorunlarına da sanki anahtarmışçasına ayna tutan bir kitap olarak önümüzde duruyor Alman siyasetçi Jan-Werner Müller’in ‘Popülizm Nedir?’ kitabı. Ancak gerçekliği doğuran burjuva sisteme eleştiriden çok verilen örneklerden (lider) yola çıkılınca liberal-demokrasi ile popülizm karşıtlığı gibi de okunması gereken metni bu mevcut realiteler ışığında da değerlendirmek gerekiyor.