YAŞAM 

KEDİLER ÜZERİNE

17 Şubat, Dünya Kediler Günü’dür…Garfield’, ‘Tırmık’, ‘Tom ve Jerry’, ‘Pembe Panter’ ve daha niceleriyle, okuduğum kedi konulu mangalar vs. ile çocukken girmiş hayatımıza, onu dolduran şirinliklerinden vazgeçilmezlerimiz, günün birinde ortadan kayboluşlarıyla bizi üzen dostlarımız olmuşlar.

Öyle ki “Yüzyıllar boyunca kedilere tanrı gibi tapıldı ve kediler bunu hiç unutmadı” denmişti. Yarı tanrı olarak kabul edildiler; Antik Mısır’da kediyi bir firavun gibi yarı tanrı ilan eden Eski Mısırlılar tahıl depolarına dadanan kemirgenlere karşı mahsullerini korumak için yapmışlar bunu. Bir süre açık arazide çalıştım. Burada bir itfaiye istasyonu da vardı ve orada görevli erler bana özellikle kedi beslediklerini, böylelikle yılan gibi sürüngenleri binalarından uzaklaştırdıklarını söylemişlerdi…

İngiliz zoolog Desmond Morris, 1992’de ‘Kedinizle Tanışın’ adlı bir kitap yazmış, 2014’te kitap YKY tarafından yayınlanmıştı. Burada “Kedi niye tıslar?” sorusuna cevap olarak yılanları taklit ettiğini söylüyordu Desmond Morris ve kuyruk sallamasının da yine bunun belirtisi olduğunu ifade ediyordu.

Küçükken minik civcivleri de alır beslerdik. Gözümüz gibi baktığımız bu hayvanları sokağımızın kedileri kapıp götürünce çok üzülürdük, kızardık onlara. Sokaktaki bir kuşun peşindeki kedileri de bu yüzden kovalardık. Hâlbuki binlerce yıl içinde evcilleşmiş bu can dostlarımız hiç de vahşi ataları kadar avcı değillermiş, kuyruk sallayıp kuşları kaçırırlarmış sadece. Belki içgüdüyle yapılan bir avlanma oyunu…

Desmond Morris, kedinin asıl avının kuşlar değil kemirgenler olduğunu, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre kedilerin beslenme düzeninde kuşların sadece yüzde 4’ünü oluşturduğunu da yazıyordu. Araştırmada, çiftlikte bakılan kedilerin kemirgen nüfusunun artışını önlediği belirtiliyordu. Kimyasal ilaçlarla yılanların yok edilmesinin besin zincirinin dengesini bozarak nasıl zaman zaman zararlı kemirgen popülasyonunda artışa yol açtığını anımsayın. Bir belgeselde kedilerin tekrar vahşi yaşama karıştıktan sonra en çabuk ve en iyi adapte olabilen evcil hayvanlar olduklarını öğrenmiştim.

Mark Twain, “Tasmaya köle olmayacak tek bir canlı vardır: Kediler… Bir insan bir kediyle karışsaydı bu insanı geliştirirdi; ama kediyi bozardı” der. Günün yirmi dört saatini sokakta geçiren bir hayvan bu kadar parlak ve temiz görünme mucizesini nasıl gösteriyor, bu da büyük beceri doğrusu. Kediler, günde sekiz saatini kendini yalayarak geçiren bir hayvan. Bunu da bir yerlerde okumuştum. Günümüzden 4 bin yıl önce evcilleştirilmiş hem sosyal hem yabanıl davranışlar sergileyen kedi dostlarımızın benimsenip insanlarca sahiplenmelerine belki o yetenekleri de yol açıyordur.

Morris, üreme hızında endişe edilen sokak kedileri için İsrail’de uygulanan bir yöntemi de dile getirir: “Kedilere doğum kontrol hapı…

Ve kedi okşanmayı neden sever? Çünkü insanları “anne kediler” olarak görürler. Bir yavru kedi için anne kedi; “besleyen”, “temizleyen”, “koruyan” olarak neyse insanlardan da o sevgiyi sıcaklığı şefkati bekliyordu; tıpkı bir “evlat” gibi.

Yazarlar kedileri sever; çünkü kediler sessiz, sevilesi ve bilgedir. Ve kediler de yazarları sever; aynı sebeplerden…” demiş Robertson Davies. Peki, kediler sadece yazarları sever ve sevilir de ya başka? İki aile bireyini “kanser” illetinden kaybetmiş bir evlat, bir kardeş olarak yıllar önce okuduğum bir haberi nasıl unutabilirdim ki: Bir kanser hastası, kediyle arkadaş olup onu severek bu illet hastalığı yenmiş.

Bir haberde, “Oksitosin hormonu insanı hayata bağlıyor, hayvan seven insanlarda oksitosin hormonu salgılanıyor ve insanlar kendilerini hayvan severken huzurlu hissediyor” deniyordu. Charles Bukowski, “Moralim bozuk olduğunda yapmam gereken tek şey kedilerimi izlemektir ve cesaretim birden döner” diyordu.

Aynı gezegeni paylaştık; biz onları sevdik, onlar bizi sevdi. Sevmeyenlerden de hiç olmazsa incitmemelerini bekledik. Ve ne çok kitap yazıldı onlar için, ne çok kitap okuduk sayelerinde:

İsterdim olsun evimde:/ Bir kadın halden anlar,/ Kitaplar arasında bir kedi,/ Cümle dostlar her mevsimde/ Dilediğim yalnız bunlar.” (Çeviren: Oktay Akbal)

Salah Birsel, ‘Kediler’ adlı denemesini, Guillaume Apollinaire’in ‘Hayvan Öyküleri Kitabı’ndaki ‘Kedi’ başlıklı bu şiiriyle bitirir.

Kediler; ressamlar ve yazarlar arasında da kendilerine bir sürü dost yazmışlardır. Örneğin, Picasso’nun iki kedisi vardı. Petrarca kedisiyle gömülmüş, Hemingway evinde otuzu aşkın kedisiyle yaşardı.

Aldous Huxley, bu yüzden, kendisine yazar olmak için ne yapması gerektiğini soran bir gence, “Kedi edinin!” demiştir.

Bilge Karasu, iki kitabının başlığında kedileri kullanmıştır: ‘Ne Kitapsız Ne Kedisiz’ ve ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’.

Bir Hayvanla Yaşamak’ adlı denemesinde “Özellikle binlerce yıldan beri insanla öğür olmuş kedide, köpekte sevgiyi görememek, hiçbir şeyi görememe durumunda olmakla bir” demektedir Bilge Karasu.

Ve ‘Ne Kitapsız Ne Kedisiz’ kitabında şunları söylemektedir:

Besleriz; en ufak bir beklentimiz yerine gelmediğinde ‘nankör’ deriz ona.

O bizim dilimizi anlamasını bir parça öğrenir. Aynı şeyi biz niye yapmayalım?

Ortak bir ‘dilimiz’ olabilir; o dili kurabiliriz. (Kedinin ‘anne’ demesi gerekmez bu ortak dilin kurulması için.)

Bilge Karasu, ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’nde de, kediler hakkında şu notları düşüyor:

Burası göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesi’ydi bu.

Ağaçların arasına dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile bakmadım. Kedi geçti gitti. Açtı; yorgundu belki. Ölmüştür şimdi. Göçmüştür bu bahçede.

Aradığımın ‘mutluluk’ olmadığını, olamayacağını anladım geçen yıllar içerisinde; mutluluğun tanımı nasıl yapılırsa yapılsın… (Ya da küçücük bir umudun gerçekleşmesi ne getiriyorsa ona ‘mutluluk’ adını veririz, olur biter.)

Kedilere benzeyebilseydik keşke. (…) Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi.

Bizlerse, (…) bir dizi anın her birinin biricikliğini şuncacık olsun fark etmiyoruz. (…) Ama kedi sever gibi sevmemelisiniz sevdiklerinizi.

Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir.

Kediler için neler neler yazıldı ve daha neler yazılabilir, kim bilir…

* * *

Zaman gelecek, hayvanları öldüren kişiler insanları da öldürmeye başlayacaktır.” (Leonardo da Vinci)

Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Başkanı Av. Ahmet Kemal Şenpolat, 2015’te ‘111 Soruda Hayvan Hakları’ adlı bir kitap yayınlamış. Bu kitabın gelirleri de hayvan projelerine adanmış.

Hayvan sevgisi kadar hayvanlar konusunda da bilincin gelişimini amaçlayan kitap 111 soru ve yanıtla merak edilen konulara temas ediyor.

Kediler 10 bin yıldır hayatımızda. 2004 yılında ise Kıbrıs’ta bulunan kedi mezarı, kedilerin evcilleştirilmesinin en az 9 bin 500 yıl öncesine gittiğinin kanıtıdır. Eski Mısır’da kedi tanrıçası Bast’ın bir tapınağı bulunurdu; kedi öldürmenin cezası da idamdır, amaç kedilerin korunmasıdır.

Buna karşılık Orta Çağ’da kediler şeytan kabul edilip öldürülmüşlerdir. Büyük veba salgınında insanları bu hastalığa yol açan farelerden kurtaran da yine kediler olmuştur.

Evcilleştirilerek aslında hayvanların doğal yapılarını da bozmuş olduk. ‘111 Soruda Hayvan Hakları’ kitabında özellikle bu yüzden şu konuya özellikle vurgu yapılıyor:

‘Sokak hayvanı’ yerine ‘sokağımızın hayvanı’, ‘sokak hayvanı sorunu’ yerine ‘sokağımızın hayvanlarının sorunu’ ve ‘hayvan barınağı’ yerine ‘bakımevi’ ya da ‘rehabilitasyon merkezi ve bakımevi’ ifadelerinin kullanılması gerekmiyor mu? Sahipsiz hayvanlarla yaşamayı öğrenmemiz gerektiği gerçeğini kabul etmeliyiz. Çünkü bu canlılar ‘sokak hayvanı’ değil, ‘sokağımızın hayvanlarıdırlar’.

* * *

Derim ki ben/ Kedileri severken ağlayınız/ Beyaz değil aslında mahzundur kediler.” (İsmail Uyaroğlu)

Genellikle insanlar kedilerin evden bir süre uzaklaşıp sonra –hatta aylar sonra– geri dönme nedenlerini pek anlamazlar. Salah Birsel, bir hayvansever ve kedi tutkunu olan Paul Léautaud’tan bahsederken şöyle diyor: “Fransız yazarlarından Paul Léautaud’nun kedileri de sık sık evden uzaklaşır. Sonra gelirler, karınlarını doyurup yine ortalardan silinirler. ‘Çinli’ adlı kedisi de firar oyunu oynadığında hüngür hüngür ağlamıştır. Sonra da kendini Plessis-Piquet Sokağı’na atarak tartak martak etmiştir.

Desmond Morris, “Kediler neden önce dışarı çıkmak, sonra da tekrar içeri girmek için bağırır?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

Kediler kapılardan nefret eder. Kapıların kedi ailesinin evrimsel hikâyesinde hiçbir yeri yoktur çünkü. Kapılar; kolaçan etme faaliyetini sürekli engelledikleri yetmezmiş gibi, bir de kedilerin kendi yaşam alanlarını keşfe çıkıp sonra kendi güvenli merkez üslerine dönmelerini önlerler.

Bir kedi sizin dostunuz olur; ama köleniz asla” demiş Théophile Gautier de…

Kedileri sevelim… Yeter ki bizle beraber ara sıra kaçamakları olsa da yanı başımızda bulunsunlar.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar