ÖYKÜ 

AY DAMLIYORDU GECEYE

Neden?” diye sorar gibiydi gözleri.

Mecazi bir intihardı belki de” dedi adam. Soruyu gözlerinden çekip almanın cesaretiyle devam etti anlatmaya:

Beklediğim düşlerin imkânsızlığı ya da insanlıktan umudumu kesişti. Sadece bedenlerin ölmediğini kanıtlamak adına bir eylem de olabilir, bilemiyorum… Zaten hangimiz tamız ki?

Herkesin ölüşü farklıdır.” dedi kadın. “Ben de öldüm bir kez, benim de vazgeçmişliklerim oldu elbet. Seni yargılamak değil amacım. Ama insan üzülüyor işte.

Düzlemesine bir hayat yaşamanın sorgusu bitmişti. Sustular ve en çok da o ana yakışmıştı susmak. Ama ikisi de biliyordu. Kitaplar dolusu mutluluk vardı ellerinde. Geçmişe üzülmek yerine daha çok okumak, düşünmek… Sessizliği bozdu adam.

O zaman hüznü alıyorum ellerinden ve merakımdan soruyorum, ‘Anayurt Oteli’nde Zebercet’in yalnızlığına denk bir yalnızlık gördün mü hiç?” Kadın gülümsedi. Sevdiği bir soru oldu birdenbire bu cümle.

Sanmıyorum. O yalnızlığı kaldırabilmek de zor üstelik.

Ben gördüm. Hem de daha derinini.

Çok mu yakınındaydı o yalnızlık?

Sayılır. Hatta telefonumda ‘Zebercet’ diye kayıtlı.” Bu sefer daha büyük bir tebessüm belirdi kadının yüzünde.

Hayatı bir romana çevirmişsin sen.

Ne güzel bir cümleydi duyduğu. Uzun zamandır beyninde dönen ama tam anlamıyla tanımlayamadığı bir şeyi sese dökmüştü güzel sözlü kadın. Yıllardır duymak istediğiydi belki de. İçinden tekrarladı: “Hayatı bir romana çevirmişsin sen…

Keşke tamamı roman olsa hayatımızın… Bizi konuşturan ilahi bir anlatıcı olsa… Öyle bir kurgulasa ki hayatımızı sonsuz bir heyecan duysak o romanın sonunda.

Ve bizi okuyanlar da başucu kitabı yapsa anılarımızı.

Aynı dili konuşuyorlardı ve bu aynı dili konuşmanın verdiği anlaşılma hissini sımsıkı tutuyorlardı içlerinde. Her zaman, herkesle ya da her yerde yaşanabilecek bir şey değildi çünkü bu. Hava kararmak üzereydi. Yağmur yoktu ama yaz olmasına rağmen hava soğuk ve biraz da bulutluydu, gerçi sohbetin başındaki kadar değil.

Peki, sen ‘Mavi Tuna Kumral Ada’da Tuna’nın lakabı olan ‘Mabel’in gerçekte ne olduğunu biliyor musun?” Bu sefer adam gülümsedi.

Şu an bulabilir miyim bilmiyorum ama sana almak isterim o naneli sakızdan.

Bir çocuk kadar mutlu olurum inan. Üstündeki resimde kadın çok güzel ve huzurlu görünmüyor muydu?

Çok güzel baktılar. Bulutlar gidiverdi o an. Hava güzel bir yaz akşamına döndü. Fark etmemişlerdi ya da birden yerini almıştı ay tepede. Gökyüzünü aydınlatıyordu. Havaya baktılar aynı anda.

Ne güzel bir gökyüzü, değil mi?

Harika! Bazen kış ya da bahar, gece ya da gündüz fark etmeksizin penceremi açık bırakıyorum bilerek.

Neden?

Diyor ya zarif bıyıklı şair: ‘Pencereyi kapama gök dolabilir içeri…’ O satırları olduğumdan beri kapatmamaya çalışırım penceremi.

Gök dolmazsa kuş dolabilir içeri, bence de kapama.

Gülümsemeye devam ettiler. Geceye dönmüştü zaman, evet, ama öyle bildiğimiz gecelerden değil. Pasparlak bir gece. Hem zamanın bu kadar çabuk geçmesine şaşırdılar. Bunca cümle boyunca ayaktalardı. Ayaküstü sohbet denebilir miydi buna? Sanmam. Bu uzun bakışma garip bir sesle bölündü. Yan taraflarına bir şey düşmüştü. Önce yere baktılar. Açık sarı bir boya vardı yerde ışıl ışıl. Nereden geldi, nasıl döküldü, anlamadılar. Yukarı baktıklarında da sadece boşluk vardı. Şaşırdılar. Adam eğildi dokundu boya sandıkları şeye. Parmaklarından vücudunun her yerine bir his yayıldı.

Lütfen, sen de dokun. Çok ilginç bir şey.” Kadın da eğildi. Dokundu. Ona da yayıldı o his. Hem rahatlatıcı hem de insanın içini gıdıklayan bir yayılış bedene, sonra ruha karışan bir sıcaklık…

Ama bu… Çok farklı, çok…

Şaşkın ama bir o kadar huzurlu yürüdüler sokak boyunca. Gece daha da aydınlık oldu. Tatlı, sıcak ve hafif bir rüzgâr esiyordu.

Sesinde ne var biliyor musun? / Bir bahçenin ortası var / Mavi ipek kış çiçeği…” dedi adam, tanıdı kadın bu çiçeği. Şiirin diğer dizelerini sustu adam ve o anda kadının omzuna bir şeyler döküldü gökyüzünden yine. Adama da sıçradı o parlak şey. Yine o sapsarı, sıcacık… Ama boya değildi, biliyorlardı. İkisi de yukarı baktı. Tam tepelerindeydi ay ve yeryüzüne çok ama çok yaklaşmıştı. Tebessümleri güzel bir kafiye gibi duruyordu yüzlerinde.

Ay damlıyordu geceye…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar