TOPLUM YAŞAM 

NARLI YILAN

Uçsuz bucaksız bir nar bahçesindeyim. Boş plastik kasalara tek tek ağaçtan narları koparıp atıyorum. Çıkan ses değişiyor. Boş iken gürültülü bir ses, biraz dolmaya başladıktan sonra daha tok, yumuşak bir ses.

Muhteşem bir doğa… Biz kadınlar türküsüz narları topluyoruz. Sessizlik ve kasalara atılan narların değişken sesleri arasında, bir kadın “Yılan!” diye sesleniyor. Bağırmıyor, çığlık atmıyor. Dinliyorum. Erkekler gidiyor yılan olan ağacın yanına. Kürek soruyorlar, yok. Kalın bir sopa buluyorlar, duyduklarımdan. Ben hariç diğer kadınlar nar toplamaya devam ediyor. Yılanın akıbetini bekleyen ben dinliyorum sesleri. “Öldü mü?” diye soruyor başka bir sıradan çalışan. “Öldü” cümlesi geliyor.

Ölmek ne kadar kısa bir an!

Yılanı gören kadın da, ben de devam ediyoruz. Doğanın muhteşem sessizliğinde çalışıyoruz. Aslında ruhsal bir arınma olmalı bu güzel ortamda; lakin düşünceler sizinle birliktedir. Az önceki yılanın kısacık sürede ölümü… Günümüzün her anında neredeyse bir kadının darp edilişi, öldürülüşleri aklımda. Ölüm anı kısa; ya görülen darp ve şiddet zamanları?

Nar ağaçlarının dikenlerinin battığı yerlerim ayrı, yüreğim ayrı sızlıyor. Mantığım bir kilit halinde. Kadınları öldürüyorlar ve tutuksuz olarak tekrar hayata dönüyorlar. Bir başka kadına darp ve…

Eli kolu bağlı hissetmek ne fena… Oysaki yaşamımda her şeye bir çözüm için her zaman çabalayan ben, bu hisle durgun ama çok da kızgınım.

Bu nar bahçesinde bile dinliyorsunuz. Çalışan bir kadın boşanmış, kocası tehditlere başlamış. Neden diye ne ben soruyorum ne de siz soruyorsunuzdur. Biliyoruz. Hasta zihniyetler bunlar… Çözüm birey olarak kendi yaşamımızda ahlaklı kişiler olarak çevremize her zaman duyarlı, yardım içindeyiz. Lakin yetemiyoruz, eksiğiz, bilmiyoruz, aradığımız yollar sonuçsuz.

Devam ediyorum kocaman narları kasalara atmaya. Yanımdan yılan ile birlikte öldüren arkadaş geçiyor. Elinde kalın bir sopa… Diğer elinde yılan, ince bir dal gibi. Sanki dişi, narince sallanarak katilinin elinde geçiyorlar yanımdan. Desenli, gri siyah bir yılan… Sanırım çok genç daha. İlginç ki desenleri nara benziyor. Düşünüyorum, korksam da, sevmesem de acaba öldürebilir miydim? Düşünmek bile saçma, asla! O bir canlı. Belki bir kedi gibi beslemem ve yaklaşmam; ama asla zarar vermezdim. Kadın ve erkek ruhsal yapıları ne ilginç… Bir erkek hiç düşünmeden, öğrendiği gibi, hemen hiçbir rahatsızlık duymadan bir canlıyı öldürülebiliyor.

Gün ilerliyor. Gerçek mi, rüya mı; bilmiyorum anımsamamı. Farklı bir yer, başka bir zaman dilimi… Bir gecedeyim. Heybetli dağların tepesinde bir köydeyim. Aşağısı uçurum bir tarlanın içinden gece yarısı sesler geliyor. Kadınlar, çocuklar çığlık çığlığa. “Vurma!”, “Yapma!”, “Baba, yapma!”… Kadınlar ve kız çocukları ağlıyor. Bacaklarımı hissetmiyorum, vücudumun her tarafı titriyor. Düşünme yetimi yitiriyorum. İçgüdüsel olarak fırlıyorum dışarı. Kadınlar da sessizce fırlamış, dışarıdayız. Hepimiz aynı haldeyiz, korkuyoruz, seslerin yönünü ve nereden geldiğini kavramaya çalışıyoruz. İçimizden biri bizlerden daha cesur, fırlıyor seslerin oraya. Çığlıklar göklere yükseliyor, kadınların acıları o tarlanın kenarından uçurumdan aşağı gitmiyor, hepsi yüreklerimize sonsuza dek bizimle yaşamak üzere doluyor.

Dehşeti anımsama. Biz kadınlar hepimiz bir parçasıyız gecenin ve acıların. Asıl acı, dışarıya hiçbir erkeğin çıkmaması!

Sanki son bulmaz bu topraklarda kadınların acısı!

Küçük nar desenli yılanı hiç unutmayacağım. O geceyi de unutmayacağım gibi…

Bir kadın ve erkeğin sevgisinden oldum ben. Bir kadınım ben. Bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Anneleri, kız çocukları ve eşleri olan erkeklerin içsel vahşiliğini hiç anlamadım. Anlayamıyorum.

Öylesine işte, içimi yazdım, sevgimle.

“Bir gece kadınlar haykırdı,/ bir gündüz vakti, küçük bir yılan öldü./ Ben ağlamadım,/ taşa döndüm.”

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar