‘ANNEM’ FİLMİNİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI VE KADINLAR GÜNÜ
-MUĞLA-
İstanbul’dan sonra daha küçük bir kasabada bir yaşam seçince bazı sosyal faaliyetler de güncel şekilde takip edilemiyor. Bu çok sorun değil. Büyük bir şehrin hayatından sonra amaç da tam olarak daha sakin, daha yavaş tempolu bir hayattı.
Düşünmek için vakit çok. Böyle olunca insan kendini bu değişimde ele alıyor ve baştan sona tüm yaşamını, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını sorguluyor. Keşke demeyi hiç sevmedim ve demiyorum da. Bu sorgulamaları geleceğe ayna olarak aklımda tutuyorum. Geçmişe yapılabilecek bir müdahale olmasa da geleceği planlamada etkili bir durum oluşuyor.
Bazen bir kitap bazen de bir film ayna tutuyor sorguya. Düşünmeye, sorgulamaya korktuğunuz birçok noktayı burnunuzun dibine, “Yeter bu kadar sakinlik ve aylaklık, biraz da irdele bakalım geçmişi” diyor kimi zaman.
Bir film elçi oluyor bu satırlara. Sumru Yavrucuk’un ‘Annem’ filminde oynadığı anne karakteri…
Filmin ana konusu aslında anne-kız, annesinden ve yaşadığı kasabadan utanan, büyük şehre gitmeyi hedefleyen, giden ve birçok sorun sonrası annesine ve köyüne dönen bir kızın hikâyesi. Annenin hikâyesi ise, yaşamının en başında kendisini yokluklarda harmanlaması ve genç yaşlarında sahip olduğu tek mutluluğu olan kızı için tüm nefes aldığı her anı mücadele içinde geçirmesi.
Anneden ayrı büyümüş bir kız çocuğu olarak beni anne rolü alıyor, kalbine çekiyor. Ayrılıklar sonrası annemle ortak hayat yaşamamıza rağmen yaşamın başındaki eksik yıllar, hâlâ tökezler halinde önümde. Annenin kızı, filmin başında, “Annem için yaşama sebebiyim” dediğinde ise kendimin yerine annemi sorguluyorum. 14 yaşında evlenmiş ve 16 yaşında anne olmuş benim annem. Ben onun gerçekten hayata tutunma sebebi miydim? 16’sında bir çocuk… Bence sadece yaşamaya çalıştı. Yaşama ve ona yapılan seçimsiz hayatı kabullenme tercihi bile olmadan büyümeye çalıştı.
Kendim anne olduktan sonra annemi o küçücük hali ile anne olduğu zamanları düşündüm. Erzincan’ın bir köyünde dünyaya gelmiş, okula hiç gitmemiş, 14’ünde babasının imzası ile evlenip İstanbul’a gitmiş. Bu kısacık cümleleri kurarken güzelim annemin o küçücük halini düşündükçe içimdeki sızı hiç dinmiyor. Fantastik bir dünya olsa, uzanıversem annemin yanına, sımsıkı sarılsam ona, yanında olabilsem onun…
Bunların bana yansıması ise annesiz, halamın yanında büyümek. Halayı anne yerine koymak. Çok şanslı bir çocuktum. Çok sevildim.
(Sevgili halam, sen dünyanın en güzel insanıydın. Hiçbir hala senin gibi yeğenini sevemez. Seni her gün, günün her saatinde özlüyorum.)
Zaten tıpkı annem gibi benim de bir seçim yapma hakkım olmadı. Sunulanı kabullenmek değil de öğrenerek, tökezleyerek, korkarak, acıyarak büyüyor kız çocukları bu ülkede.
Sumru Yavrucuk filmde en baba duvara toslamalarında bile gülümsüyor, nefis bir trajikomik mizah sergiliyor. İçiniz kan ağlasa bile gülümsüyorsunuz. Hatırlıyorsunuz yaşadıklarınızı, kadın-anne olmanın verdiği farklı, çok kıymetli bir bakış açısı oluyor insanın. Kızınız ile birlikte karşınıza çıkan zorlukları sırf o daha az darbe alsın, yıpranmasın diye komediye sığınıyor, en acı anlarınızı gülümsemelere boyuyorsunuz.
Filmde anne, kızının beğendiği bir bebeği alacak parası olmadığı anda dikkatini öyle ustalıkla başka bir alana çevirtiyor ki hiç şaşırmıyorsunuz. Benim çok oyuncak bebeğim vardı. Annem yurt dışından gönderir, her geldiğinde de mutlaka yenilerini getirirdi. Hiçbir arkadaşımın benim gibi oyuncak bebekleri yoktu. Bizim dönemimizdeki arkadaşlarımın en fazla pazarlardan alınmış plastik bebekleri vardı.
Avrupa’dan gelmiş birçok bebeği olan çocuklar mı şanslı, yoksa plastik bebeği ve annesi yanında olan çocuklar mı? Bana sorulsa, tercih yapmam istense, hiç oyuncak bebeğim olmadan annemle birlikte büyümeyi tercih ederdim.
Kimse sormuyor böyle sorular!
Biz kadınların yaşamları birbirine adeta zincirle bağlanıyor. Mutlak annesizlik yaşam boyu travmalara açık bırakıyor sizi. Ve siz bunu çok ama çok yetişkin olana kadar anlamıyorsunuz. Sevgi bulmak adına ne çok yanlışları seviyoruz. Bu yanlış sevmelerin bedelini ne ağır ödüyoruz. Üstelik çocuklarımız da zincirleme olarak bu bedellerden payını alıyor.
Tabii ki bir yerlerde zincirler kırılıyor. Ben annemin yaşadıklarını asla yaşamamak için zorlu mücadeleler verdim. Kızıma miras olarak güçlü seçim haklarının olduğunu öğrettim. Benim kırdığım zincirlerin devamını ve çok fazlasını kızımın kıracağını biliyorum.
Olan, yaşanmış geçmiş hayatlara oldu. Olmaya devam edecek. Kadınlar üzülecek. Sevecek. Sevgi ile sonrasına ışık olacak.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne yetişmeyen yazım… Kutlu olsun günümüz.