TOPLUM 

ZAVALLI İNSANLIK

İnsanların “vahşi yaşam” söylemi yırtıcı hayvanlar ya da uygar(!) denilen, dünyadan kopuk, teknolojiden ve tarihsel süreçlerden uzak yaşamış klan topluluklar için kullanılır. Kastedilen; canlılara karşı hassasiyet duymayan, yaşamak için öldüren, öldürdüğü canlıyı parçalayıp yiyen ve bu şekilde hayatını sürdüren hayvanlardır. Hayvanlar âlemine insanlar da dâhildir. Çünkü insan da biyolojik sınıflandırma hiyerarşisine göre hayvandır. Ama insanlar bunu hakaret sayarlar. İnsanın kendini ayrıcalıklı saymasının temel nedeni duygusal zekâsıdır.

Oysa her hayvanın kendi sınıfında gelişmiş özellikleri vardır. Her hayvan kendine ayrıcalık atfedecek gelişmiş özelliklere sahiptir. Kimi hayvanların yüksek hareket kabiliyeti, kiminin gücü, kiminin inanılmaz isabetle yön bulma yeteneği diğerinden farklıdır. Bir devenin uzun bir çölü suya ve yiyeceğe ihtiyaç duymadan geçmesi küçümsenebilecek özellik mi?

Evrimin hayatta kalma dürtüsü ile geliştirilmiş olan bu özellikleri kendi yarattığı tanrının verdiği bir ayrıcalık sayması inanılmaz bir kibirdir. Öte yandan inandığı şeylerin absürtlüğü ve mükemmellik diye sunduğu özelliklere uymayan garipliğin kölesi olarak ömrünü sürdürmesi, övündüğü zekâ üstünlüğünü yadsımaktan ibaret bir körlüktür.

Diğer bir gariplik ise işte bu körlüğün yarattığı felaketler zincirine uyanmamasıdır; inançlarının resmi belgelerinde, yani kutsal kitaplarındaki vahşice emir ve örnekleri kavrayamayıp kendini hâlâ tekâmül etmiş üstün bir sınıf olarak görmesidir. Yırtıcı bir hayvan, beslenmek için veya kendi canını korumak için öldürürken; insanlar mükemmel tanrısı tarafından gönderildiğine inandığı kutsal kitapların emirleri gereği birbirlerini öldürmekte, aç bırakmakta ve hunharca sömürmektedir. Sonra da güçlü olanın tanrı tarafından ödüllendirildiğine inanmaktadır. Ancak bunlara rağmen tanrısını savunmak için onun merhametli olduğuna, sevginin kaynağı ve adaletli olduğuna kuşku duymadan inanmaktadır.

Tevrat ve Zebur’u okurken biraz olsun içinde iyilik doğruluk aradım. Tam bir hayal kırıklığı, aşırı kibirli, ırkçılığı son derece yüksek, bir kavmin kendine özgü yaratmış olduğu bir tanrının kavmi ile dönemin vahşiliğini yansıtan ilişki ve emirlerinden ibaret. Aynı tanrının diğer tek tanrılı dinlerin de tanrısı olarak kabul edilmesi aşırı cahilliktir.

Bütün bu hatırlatmaları yazmamın nedeni, çok üzüntü içinde izlediğim Afganistan’da on yıllar boyunca yaşanan sefaletin içimde oluşturduğu hüzündür. Kaynağının cehalet olmasından çok daha önemlisi, dinlerin sebep olduğu felaketlerin binlerce yıl içerisinde gerek katliamlar gerekse ekonomik sefaletin verdiği acıların kanıksanmasına yol açmasıdır.

Bu sefalet üstelik sadece Afganistan’a özgü değildir. Bu inançla beslenmiş zihinlerin yarattığı sefalet egemen olduğu bütün coğrafyalarda vardır. Acıdır, insanın zavallılığıdır.

Afganistan’da yaşananları anlatan 3 kitaptan bahsedeceğim.

Birincisi Naşide Gökbudak’ın ‘Miralayın Kızı Süreyya’ kitabı; ikinci ve üçüncü olarak Khaled Hosseini’nin ‘Uçurtma Avcısı’ ve ‘Bin Muhteşem Güneş’ kitapları.

Kitapların yazıldığı yıllara baktığımızda bu acının ne kadar uzun yıllar sürdüğünü görüp ibret almak gerektiğini düşünmek yerinde olur.

Kibirli aydınların ve milliyetçilerin söylediği gibi biz “bağışıklığı olan özel bir toplum” değiliz.

Gidişatın vahametini hâlâ kavramayan şovenlere ibret olmasını dilerim.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar