SAĞCILIK-SOLCULUK
-ÇANAKKALE-
Önsöz: “Sağ” ve “Sol” kavramları, zihinlerde doğru çağrışım yapmaması nedeniyle halen ülkece yaptığımız yanlış seçimlere bir örnek oluşturacak niteliktedir.
Günümüzün sıcak konularından biri olan “Sağcılık” ve “Solculuk”’un, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra anlamını yitirdiği iddia ediliyor. Oysa ne “Sağ”ın 70 yıldır ülkede estirdiği muhafazakârlık rüzgârı değişti, ne de “Sol” hakkında yoksul ve cahil kitleler üzerinde “Sağ” iktidarların oluşturduğu algı.
Görülmesi gereken gerçek; toplumun faşizmi bile uygar, emekten, hak ve hukuktan yana olan “Sol” dünya görüşüne tercih etmesidir.
“Halkın ferasetine güveniyoruz” gibi süslü laflardan önce sorunları doğru analiz etmeyen aydınların dönüp nerede hata yapıyoruz diye kendini sorgulaması gerekmiyor mu? Ama sayıları az olmayan bir grup, aydınlanma devrimini, bağlamından kopuk olarak 70-80 yıl sonra “Dersim – Tunceli” çekişmesi üzerinden vurmaya çalışıyor.
Aşağıdaki tanımlar, dünyada kabul gören literatürlerden alınmıştır. Tanımlara bakıldığında da görülecektir ki bu tanımlar “medeniyet” ve “gericilik” arasında bir seçim yapmakla eşdeğer bir ayrımdır.
Solculuk (Oxford): Kapitalist düzene karşı olan, siyasal ve ekonomik gücün halka yayılmasını savunan, bu alanlarda kökten değişiklik amaçlayan, toplumcu, ilerici akımların genel adı.
Solculuk (Wikipedia): Var olan sosyal hiyerarşiyi kaldırmak isteyen ve zenginliğin eşit dağılımını destekleyen politik hareketlere karşılık gelen terimdir. Emek-sermaye çelişkisinde emekten taraftır. İnsan merkezlidir, odağına din, ırk, milliyet, cinsiyet vb. kavramlar yerine insanı alır.
Sağcılık (Oxford): (1) Sağcı olma durumu, gericilik, tutuculuk. (2) Hiçbir yenileşmeden yana olmayan, kurulu düzenin olduğu gibi kalmasını isteyen, dinsel tutuculuğu da içine alan akımların genel adı.
Sağcılık (Wikipedia): Toplumsal hiyerarşiyi veya toplumsal eşitsizliği kabul eden veya destekleyen siyasal duruş veya etkinliktir.
KAVRAMLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
“Sağ” ve “Sol” isimli siyasal kavramlar, Fransız Devrimi (1789) zamanında, ayrı görüşteki siyasetçilerin Fransız parlamentosunun sağında veya solunda oturmalarından esinlenilerek oluşturulmuştur; parlamento başkanının sağındaki koltuklarda oturanlar, çoğunlukla Monarşi destekçilerinden oluşmuştur. Sol tarafta oturanlar ise hak, hukuk, adalet, özgürlük ve eşitlik talep edenlerdi.
GERİCİLİK NEDİR?
Akla ilk gelen; dinsel öğretilere bağımlı, sorgulamayı reddeden, kul olmayı vatandaş olmaya yeğleyen insan gelir. Ancak daha geniş anlamda; dogmatik düşünmeyi hak ve özgürlüklere yeğleyen, gelenekçi statükodan yana, kendinden başkasına özgür yaşama hakkı tanımayan, örf ve âdetlere körü körüne bağlı, zenginliğin ve yoksulluğun mevcut düzenin zorlayan koşullarından değil de kader olduğuna veya bireyin başarısızlığına dayandıran anlayıştır.
Oysa çalıştığım işyerlerinde mühendislerden ve diğer üniversite kariyerlilerinden daha nitelikli, gerici olmayan alt kademede çalışanların olduğunu gördüm.
Daha çok şey eklenebilir.
Gerici; insanı insan yapan temel özelliklerden biri olan “empati” ve “sempati” yoksunudur.
Kapitalizmin parasal güce dayalı yönetim anlayışı gereği bu kültür sisteminin doğal sonucudur. Eğitim sistemi de bu düzene uygun olarak oturtulmuştur, hukuk sistemi de. Bu düzenin mağdurları, bu eğitim sistemi gereği sorunlarının kendilerinde olduğuna ikna olmuşlardır. Bu nedenle zengin ve güçlü insanların kölesi olmaya boyun eğerler.
Hâlbuki 27-28 yüzyıl önce, yani MÖ 640-560’lı yıllarda antik Yunan’da Atinalı devlet adamı Solon adındaki lider, günümüzden daha insancıl bir düzen sağlayan kanunları getirerek toplumunun kaderini değiştirebilmiştir.
O dönemde bütün borçlar silinmiş, toprağı elinden alınan köylüye toprak dağıtılmıştır. Solon, yasaları yazdıktan sonra bir tiran olarak görülmemek için kendi isteğiyle 10 yıllık bir sürgüne gitmiştir.
Asillerin hükümranlığını sınırlamak için vatandaşlığı dört ayrı sınıfta belirlemiş, bu sınıflara girmeyi soya bağlı olmaktan çıkararak maddi varlığa bağlamıştır. Aristokrasinin doğumdan gelen hakları yerine, idarecilerin ürettikleri yıllık ürün miktarına göre belirlenmesi usulü getirilmiştir. Bu sayede toprağın ekilmesi ve üretimin teşviki sağlanmıştır.
Kapitalist sisteme karşı en büyük tehlike sınıfsal bilinçtir. Sınıfsal bilinç, seçimlerin sınıf çıkarlarına uygun yapılmasına neden olur. Yani Türkiye’de eğer sınıfsal bilinç olsaydı Bursa, Kocaeli, İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep gibi sanayi şehirlerinde “Sağ” partilerin kazanma şansı olmazdı. Öte yandan köylüler açısından bakıldığında da durum aynıdır. Ancak köy toplumu daha içe dönük ve muhafazakâr yapıdadır; dolayısıyla köy toplumunda tutucu kültürler ağır basmaktadır.
Sınıflar var oldukça bu kavramların var olması kaçınılmazdır.
Televizyon kanallarındaki oturumlarda eskinin bilinen “Sağcı” yazarları, “Sağcılık-Solculuk artık kalmadı” diyor. Sizce kalmadı mı? Yoksa bu adamlar cahil mi?
Bana göre bu kavramların günümüz dünya koşullarında artık yerinin olmadığını iddia etmek gülünçtür.
Öncelikle halledilmesi gereken, bu “aydın” kitlenin aydınlatılması ve toplumun bu eksiklerini vurgulayacak stratejiler geliştirilmesidir.
Sonsöz: 1950’den günümüze bunca yıl biz (ülke), gericiliği seçmişiz; ama ilerlemeyi bekliyoruz, bu nasıl bir çelişki? Demokrasi, özgür irade ile mümkündür. Şartlanmışlık altında on yıllarca “Sağcı”, muhafazakâr, gerici eğitim ve demokrasi hayali içinde avutulmuş bir toplum ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini ne zaman göreceğiz? Biz sadece, halkımızın bir gün “Sol” bir iktidarı seçebilmesi ihtimalini seviyoruz.