TOPLUM 

PSİKOPAT

Psikopati (Psikopatlık); çekici, manipülatif, duygusal yönden acımasız ve suç işleme potansiyeline sahip kişilik yapıları için kullanılır. Sosyopati (Sosyopatlık); suça yatkınlıktır ve asosyal kişilik bozukluğudur, kurallara ve kanunlara uyulmaması nedeniyle başka insanların yaşamları açısından tehlike unsuru oluşturur.

İnsan cinayetlerinin, kahramanlık ya da yiğitlik; katillerin de kahraman ya da yiğit olarak algılanması demokrasi bilincinin ve hukukun gelişmemiş olduğu ülkelerde ciddi bir paradigma sorunudur.

Bu paradigmaların kaynaklarından bir tanesi Tevrat’ın tanrısıdır. Tevrat’ın tanrısı, “kral olma” şartını, verdiği katliam emirlerinin yerine getirilmesine bağlamıştır. Daha önceki yazılarımda örnekleri vardı. İslamiyet’te Allah adına insan öldürmeyi meşru saymış ve teşvik etmiştir. 17’nci yüzyıla kadar olan İncil de öyle. 1517’te Martin Luther adlı rahibin öncülüğünde başlayan ayaklanmalardan sonra İncil, 17’nci yüzyılda “Rahipler Kurulu” tarafından yeniden düzenlenmiş, daha insancıl hale getirilmiştir.

Cinayetten hapis yatmış erkekler özellikle taşra ve kentlerin varoşlarında çoğunlukla adam öldürmeyi bir itibar olarak görür. Bu, tarihsel bilinçaltı mıdır; bilmiyorum.

Yıllar önce tanık olduğum iki diyalog, yaşadığımız çevrede tesadüfen hayatta kaldığımıza dair içimde bir ürperti, bir korku oluşturmuştu.

O yıllarda ‘Sen ki Bugüne Bugün 6 Leşi Olan Adamsın’ başlığıyla yazmıştım. Konu, 2009 Yerel Seçimleri’nde Adana’da Seyhan Belediye Başkanlığı için bağımsız aday olan B.Ö. ile ilgiliydi. O aslında bir kimya mühendisiydi ve iddiaya göre mafya yapılanması içinde Çukobirlik’e bozuk kimyevi maddeler satıyordu. Bu şaibe ile adaylığı da hep tartışıldı.

Konuşan kişi, böyle birinin önünde ezik kaldığı için eleştiriliyordu. Arkadaşı ona, “Sen ki bugüne bugün 6 leşi olan adamsın, onun karşısında ezik durmak sana yakışıyor muydu?” diyerek taltif ediyordu. “Leş” dediği, onun öldürdüğü insanlardı. Uzun bir konu, bu nedenle ayrıntılara değinmeyeceğim.

Diğer bir diyalogda da otobüs terminallerinde, dolmuşlarda, şehir içi halk otobüslerinde, siyasette sıra kapma ve hatta evsel atık toplama işinde bile mafyavari örgütlenmelerin olduğu söyleniyordu. Belinden silahı eksik etmeyen onlarca insanın, namlunun ucunda olan yüzlerce insanın yaşadığını duymak, çevremizde bilmediğiniz bir dünyanın olduğunu öğrenmek dehşet vericiydi. Üstelik her biri polis teşkilatında adamları olduğundan savcı karşısına dahi çıkmadan vahşi düzenlerini sürdürmekteydi. Öldürülen onlarca insan dışında, ayağına kurşun sıkıldığı için sakat kalanların da başına geleni kabullenmelerinin nedeni bu canilere ceza verilmeden serbest bırakılmalarıydı.

Örgütlenmiş katilliğin varlığı ancak ünlü kişilere silahlı saldırı olunca duyulmaktadır.

Bunlardan birisi, Adana’da 1975 yılında görev yaptığı dönemde hukuka aykırı yollardan elde edilen menfaatleri önlemeye çalıştığı için silahlı saldırıya uğrayan, saldırıdan yara alarak kurtulmuş olan Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur’dur. Bagatur, bu saldırıdan bir süre sonra hayatını kaybetmişti. Vuran kişiler, dönemin mafyavari kabadayıları iki kardeş, Süleyman Sırrı Prodan ve yol asfaltlama işiyle uğraştığı için ‘Asfalt Rıza’ diye tanınan Rıza Tekin Prodan’dı. Bu kardeşler müteahhitlik yapmakta, gazino çalıştırmakta ve Adana’da belediyeye ait çay bahçesini işletmekteydiler. Adana Belediye Başkanı Bagatur, sözleşme şartlarına uymadıkları için bu çay bahçesini ellerinden almak istiyordu.

1960’lı ve 70’li yılların ortalarına kadar kabadayılar hem korkulan hem saygı duyulan insanlardı. 1970’li yılların ortasından itibaren artan siyasi cinayetler bu saltanata son verdi. Onlar, fakirlerin dostu baba adamlardı. Yıllar geçti, erdemlilik yerini suiistimale, rüşvete, sahteciliğe, kayırmacılığa, liyakatsizliğe ve istismarların yükselişe geçmesiyle serseriliğe ve teröre bıraktı. Korku, insanları teslim alınca dalkavukluk, yalakalık, güce tapma toplumun bütün erdemlerini yok etti. Ortaya çıkan karaktersiz kitle, kendini zeki ve uyanık olarak tanımlamaya başlayınca erdemlilik “aptallık” olarak algılanmaya başlandı.

Size, 43 cinayet işlemiş ve hayatının 48 yılını hapiste geçirmiş bir insanın hikâyesinden söz edeceğim: ‘Gaziantep Canavarı Abdullah Dayı

Turhan Timuçin’in röportajıyla kaleme alınmış gerçek bir yaşamöyküsü.

Abdullah Palaz, kendi hayatını anlattığı kitabında şunları söylemişti:

Abdullah Dayı adını Türkiye’nin tüm cezaevlerinde herkes bilir. Bu ad, adalet demektir, haksızlıklara başkaldırmak demektir, haksızlıklara karşı Hz. Ali’nin kılıcı demektir. İnsanlığa kendini adamak demektir. Bu ad Allah’ın yeryüzündeki kötülüklerin üzerine gönderdiği gazabıdır. Ben Abdullah Dayı’yım, baba değilim. Ama herkese sorun, beni Türkiye’de bütün babalar bilir. Beni anlatsınlar size. Ama onlar neyi anlatabilirler? Onların hangisi benim yattığımın onda biri kadar yatmıştır? Onlardan hangisi beş-on seneyi devirebilmiştir ki? Onların hangisi bir kez idam yemiştir ki? O zaman Abdullah Dayı’yı en iyi gene ben anlatırım.

Abdullah Palaz’ın bu sözleri adam öldürmenin, hapis yatmanın bir gurur, bir onur abidesi olduğunu çok iyi anlatıyor.

O, ilki 12 yaşında iken olmak üzere 43 cinayete rağmen kendini doğruluk ve adalet timsali olarak görüyordu. 38 farklı cezaevinde geçirdiği 48 yılda, Nâzım Hikmet ile yolları kesişmiş ve aynı koğuşta kalmış.

Okurken bir yandan bir seri katilin bile kendini haklı görme, pişmanlık duymama haline şaşırıp böyle bir duygu durumunun tehlikesini sezeceksiniz. O her seferinde icbar edildiğini (zorunda bırakıldığını) söyleyerek haklılığını savunuyordu.

12 Eylül öncesi süreçte lisede psikopat/sosyopat bir seri katille aynı sınıfta okumuş bir insan olarak bu dehşeti çok yakınımda hissettim. O da, 28 kişinin katili bir ülkücüydü. Sınıf arkadaşını ve edebiyat öğretmenimizi de öldürdü. O günkü siyasi atmosferde korunduğu için çok büyük tehlike saçıyordu. O hapisteyken 12 Eylül Darbesi oldu ve destek bulup da dışarı çıkamamıştı. Hapiste elektriğe kapılarak can verdiği söylendi. Kimine göre bilinçli olarak öldürülmüştü.

Ben sıradan insanların, böyle insanların varlığından habersiz yaşarken iç dünyaları başkalarına tehdit oluşturan insanları da bilmelerinde fayda olduğunu düşünüyorum.

Günlük hayatımızda haberlerde gördüğümüz, gazetelerde okuduğumuz kadın katilleri, çocuk tacizcileri, “İnancım böyle emrediyor” diyerek kadın ve çocuklara hayatı karartan psikopatların “dinin emri” gerekçesi sadece bir bahanedir. Onlar gerçekte birer akıl hastasıdır.

Ülkemizde psikopatik ve sosyopatik kişilikteki insanların kullanıldığı 1980 öncesinin o eski IŞİDvari örgütleri o günlerde olduğu gibi bugünlerde de yine devleti yönetenlerin engin hoşgörüsüyle tehlike saçmayı sürdürmektedir. Birden ortaya çıkıp iktidarın muktedirlerinin sevmediği insanları dövmekte ve ölümle tehdit etmektedir.

E, nasıl olsa bütün dinlerde canilik kahramanlıkla eşdeğer olunca onları kutlamaktan başka toplumun yapacağı bir şey de kalmıyor.

Hukuk bugünlerde size yardımcı olmayabilir.

Aman dikkat, canınızı koruyun!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar