İZMİR DEPREMİ VE TÜRKİYE GERÇEĞİ
-ÇANAKKALE-
TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın ‘Türkiye’de Deprem Gerçeği’ raporuna göre; ülkemizde yalnızca son 5,5 yılda irili ufaklı 50 bin 942, yalnızca 2008 yılı içinde 11 bin 706; 1 Ocak 2009 ila 31 Temmuz 2009 tarihleri arasında ise 9 bin 272 deprem yaşanmıştır.
Bu verilere göre 1900–2009 yılları arasında Türkiye’de 223 büyük deprem meydana gelmiştir. Bu depremlerde resmi verilere göre 86 bin insanımız hayatını kaybetmiş, 549 bin yıkık veya ağır hasarlı konut tespit edilmiştir.
Toplamda ise 1900’lerden bugüne dek yaşanan ve ağır hasarlı bina ve can kaybı verileri bulunan 155 depremde 92 bin 463 kişi ölmüş, 554 bin 365 bina ağır hasar görmüştür.
Bu depremlerden gerek can kaybı gerekse ağır hasarlı bina açısından en büyük ikisi 1939 Erzincan Depremi ile Gölcük merkezli 1999 Marmara Depremi’dir. Erzincan Depremi’nde 116 bin 720 bina ağır hasar görmüş ve 32 bin 962 kişi hayatını kaybetmiştir. Marmara Depremi’nde ise 112 bin 724’ü yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 376 bin 479 konut ve işyerinde hasar saptanmış ve resmi verilere göre 17 bin 480 kişi yaşamını yitirmiştir.
2009’dan bugüne son yıllardaki depremlerde yaklaşık 800 can kaybı olmuştur.
Ülkemizde 110 yıllık bir süreçte küçük büyük 100 binlerce deprem meydana gelmiştir. Bu süreçte meydana gelen büyük depremlerde yaklaşık 94 bin kişi hayatını kaybetmiştir.
2020 yılı verilerine göre Türkiye dışında dünyada 6,5 ila 6,9 arası şiddette meydana gelen 12 depremdeki can kaybı 2 kişi (Filipinler 6,6), 7,0 ila 7,8 şiddette meydana gelen 8 depremde 11 kişi (Meksika 7,4; 10 kişi ve Papua Yeni Gine 7,0; 1 kişi) toplamda 13 can kaybı olmuştur.
4 Kasım 2020 tarihi itibariyle ülkemizde bu yıl meydan gelen iki büyük depremde (Elazığ 6,7; 41 kişi ve İzmir 6,9; 114 kişi) toplamda 155 can kaybı olmuştur.
Bu gerçekler ışığında bakıldığında 110 yıllık süreçten ders almamak bir yana, depremleri “Allah’ın bir cezalandırması” gibi gören ve insanların günahlarına ya da kaderlerine bağlayan cahil veya ilkelliği inanç zanneden insanlara, beyinleri algılayana kadar haykırmak gerekiyor.
Bunlar zannedildiği gibi sadece radikal unsurlar tarafından söylenmiyor. Dindarlık arttıkça daha fazla bu söylemi dillendiren ya da düşünen kitle var. İşte, ülkemizin en büyük sorunu budur.
Bu, hafife alınabilecek kadar basit bir sorun değildir.
Yolsuzluğu, hırsızlığı, rüşveti, sahtekârlığı, kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını içselleştirmiş bir toplumun bireyleri depremde Ayda Bebek’in annesini “Allah’ın cezalandırdığını” düşünürken; annesiz bıraktığı Ayda Bebek’in kurtulmasını “Allah’ın mucizesi” olarak görerek tekbir getirir. Bir de bebeğe çok uhrevi bir anlam yükleyerek onun “melek” olduğunu söyler.
Bu çelişkilerin farkında olmayan düşünme yetisini yitirmiş milyonlarca insana bütün bunları kim haykıracak?
Kim?