TOPLUM 

GÜVENİLMEK VE GÜVEN DUYMAK

Başka insanlar ne ölçüde önemser, bilmiyorum. Benim için güvenilmek ve güven duymak hayati bir konudur. Çünkü güven duymak ve güvenilmek, doğadaki en nitelikli motivasyondur. Güvenilmek değerler hiyerarşimin en başında gelir. Bana duyulan güvende bir erozyon meydana gelmişse eğer; bu, kendimi çok kötü hissetmeme neden olur. Her zaman güvenilmeye layık olmaya özen gösteren bir insan olarak güvenilmediğimi hissettiğim kişiyle olan ilişkimi sorgularım. Bu erozyona yol açan sebepleri irdeler, benden kaynaklanan durum var ise gidermeye çalışırım, olmadığını düşünüyorsam bu kişi ile arama bilinçli olmayan derin bir psikolojik soğukluk girer ve karşımdaki kişinin niyetini sorgularım.

Zira insanlar çoğu zaman sorumluluktan kaçmak için yaşadıkları ya da yaşattıkları bazı sorunların suçunu başkası üzerine yükleyerek kendini o suçluluk hissinden kurtarma yoluna başvurur. Aslında bu davranış başlangıçta bilinçli bir seçim iken, zaman içinde davranış alışkanlığına ve giderek de kişilik bozukluğuna dönüşür. Dominant olma niyetiyle karşısındaki insanla sürekli savaş halinde bilinçli bir kişiliksizleştirme çabasıdır bu tavır. Güvensizlik, çoğu zaman özgüven eksikliği sonucudur.

İş ortamlarında bu bir strateji olarak karşımıza çıkar. Çalışanların verimliliği ya da verimsizliğinden çok, tehdit algısını ortadan kaldırma, gücünü kanıtlama ve gösterme eylemidir. Özellikle de rekabette bir referans olan paralel departmanlar arasında bir savaşa dönüşür. Gerçek başarı bilgi birikimlerini, yetenekleri takdir etme, onu iş başarısı ve verimlilik için kullanarak gerçekleşmesi çok daha başarılı ve verimliliğe yol açacakken kişi kendi devamlılığına yönelik tehdit olarak gördüğü çalışanına ve diğer rakiplerine karşı yürüttüğü psikolojik savaşla sadece manipülatif başarı ile iktidarını sürdürür.

Bu tarz bir ilişki sonucu sürekli daha da şiddetlenen güven erozyonu, sonu gelmeyen stres ve sıkıntılı iletişime neden olur, ilişkilerde güven kaybı yerini bir çığ gibi büyüyen şüpheli davranış algısına bırakır. Artık her davranış altındaki niyet sorgulanmaya başlanır. En kötüsü de bu ilişki tarzında öz saygı ciddi yaralar alır ve birliktelikler ciddi stres yaratır. Öz saygısı zarar gören birey birlikteliğini sürdürmesi gerektiğini düşündüğü ortamda stres altında bu yaşamına devam etmeye çalışır, verimsizleşir ve mutsuzlaşır. İş beklentilerini karşılayamaz hale gelir. Bu durum sosyal yaşantıda da aynıdır. Çünkü hastalıklı egoyu ancak savaş galibiyeti mutlu ediyor.

Ülkenin sosyolojik yapısında genel kültür düzeyi düşük olup egosu yüksek olarak yetiştirilmiş bireyler, varlıklarını sürdürmeyi yetenekleri ile değil, savaş alanlarında baskın olma hedefine odaklanmış garip kişilikli insan tipleri ile şekillendiriyor. Türkiye’deki iş yerlerinin birçoğu bu tarz kişilik üzerinden oynanan oyunlara sahne olur. Yönetim tarzları, kendi egolarını tatmin etmek, üstünlük sağlamak, rekabette ezici üstünlük elde etmek çabası ile çalışan astların üzerinde psikolojik bir eziklik yaratma stratejisine dayanır. Yukarıda bahsettiğim savaş ile çalışan edilgen ve itaatkâr bir birey durumuna getirilir. Yönetici ise kahraman ve başarılı bir güç odağıdır.

Bu ilişki tarzı genellikle cahil ya da işini değil de ilişkilerini yönetmeye çalışan üst yöneticilerin yüzünden sürüp gider. Sorunlar dönem dönem krizlere neden olur, toplantılar yapılır, bu toplantılardan çıkan sonuç, süreci değiştirmez; çünkü manipülatif ilişkiler yine manipülatif gerekçelerle çözülmeye çalışılır, verimliliği yüksek çalışan işten çıkartılır ve “kifayetsiz muhteris” yönetici yine “kifayetsiz muhteris” üst yönetici sayesinde iktidarını sürdürür.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar