FELSEFE 

BUGÜNÜMÜZÜN DERİN GEÇMİŞİ (1)

Bu başlığı koymamın nedeni; bugün uğruna hayatımızı sıkıntıya soktuğumuz ve daha kim bilir nice yıllar sürecek olan katliamların savaşların işkencelerin yaşandığı inançları anlatmak, insanı böylesine körleştiren köleleştiren canavarlaştıran inançların günümüzde hâlâ ne kadar etkin olduğunu ortaya koymak ve bilinçaltımızda vazgeçilmezmiş gibi görünen güçlü etkisinin yarattığı gerçekliği vurgulamak içindir.

Koronavirüs salgınından başka hiçbir şeyin konuşulmadığı bugünlerde hayatın olmazsa olmazıymış gibi görünen şeyler hakkında bu yazdıklarım aslında bugün yaşadığımız gerçekleri destekleyecek niteliktedir.

Dindarlık, takıntılı bir nevroz halidir” diyor Sigmund Freud (1921).

Antik çağlarda kralların yönetim gücünün kaynağı dinsel inançlardı. Krallar, yönettikleri topluma bütün yetkilerini tanrıdan aldıklarına dair bir inanç yaymışlardı. Tevrat’ta Hz. İbrahim’den sonra gelen bütün krallar iktidara gelebilmek için tanrı tarafından mesh edilmekteydi (Yahudilikte, güzel kokulu bitki ve zeytinyağı ile yapılan abdest), bu işlem Tevrat’ta yazdığı gibi halkın bilgisi dâhilinde fakat gizlice yapılırdı. Bu işlemden sonra kral, tanrının yeryüzündeki temsilcisi kabul ediliyordu. Onlara karşı gelmek tanrıya karşı işlenmiş bir suç olarak kabul görüyordu. Ancak daha geriye gittiğinizde Sümerlerde ve Asurlularda da krallar halkı yönetme erkini Ay ve Güneş gibi gökyüzünde görünen cisimlerin üzerindeki tanrılardan aldıklarına inandırmışlardı. Tanrıların, insanları takip etmekle, buyruklarını, kurallarını uygulamakla kralların yetkilendirilmiş olduklarına dair halkı inandırmışlardı. Onlara itaat etmenin tanrı tarafından gözetildiğine, ödül ve cezalandırmanın tanrıdan aldıkları bu yetkiyle yapıldığı anlatılırdı. (Sümerlerde Dinsel İnançlar / Ali Narçın)

Bu uygulama büyük bir bölümü antik çağların bu geleneklerine dayanarak Tevrat’taki krallar tarafından da sıklıkla kullanılmıştır. Aslında Tevrat’ın büyük bir kısmı Sümer ve Babil tabletlerindeki hikâyelere dayanmaktadır. ‘Ortadoğu Uygarlık Mirası’ ve ‘İbrahim Peygamber’ kitaplarında Muazzez İlmiye Çığ’ın dayandığı kaynaklara göre, Tevrat’ta yer alan olayların çoğunun Sümer ve Hitit tabletlerindeki uydurma hikâyelere dayandığını örnekleriyle belirtmiştir. Hz. Musa’nın hikâyesi nehre bırakılan Akad Kralı I. Sargon ile çok benzerlik taşımaktadır.

I. Sargon’un Akad Kralı olarak hüküm sürdüğü yıllar M.Ö. 2270 ila M.Ö. 2215’tir. Yani Hz. Musa’dan yaklaşık 900 yıl önce.

Hikâyesi, Asur dönemine ait bir kil tablette geçmektedir.

Ben Agade’nin kralı Büyük Kral Sargon! Annem yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum. Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu. Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı. Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım. Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki’ye götürdü. Akki beni sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü.

Bu doğum efsanesi, halk arasında çok sükse yapmış olmalı ki, Karna, Oedipus ve Hz. Musa için de anlatılmıştır.

Tevrat’ı oluşturan beş kitaptan ikincisi olan ‘Mısır’dan Çıkış’ın ikinci bölümünde, Hz. Musa’nın doğumu anlatılır. Hz. Musa’nın doğum hikâyesinin I. Sargon’un doğum efsanesinden alıntı olabileceği iddiası çok güçlüdür.

Tevrat’ta geçen ve İsrailoğulları halkını Firavun’dan kurtararak Tanrı Yaheva’nın İsrail’e vaat ettiği kutsal vatana götürmesini anlatan ‘Mısır’dan Çıkış’ hikâyesinin efsaneye dayandığı ve gerçek olmadığı tezini de güçlendirmektedir.

Tevrat’ta İsrailoğullarının bütün kralların aile kökeni belirtilirken Hz. Musa’ya ait köken belirtilmemiştir. Sadece Tevrat’ta adı bile geçmeyen bir Levili kadının onu doğurduğunu ve Hz. Yusuf’un kehanetine göre 7 yıllık kıtlık sırasında doğacak olan Yahudi bir erkek çocuğun büyüyerek İsrailoğullarını kurtaracağını söylemiştir. Bunun üzerine Firavunlar İsrailoğullarının yeni doğan bütün erkek çocuklarının öldürülmesi emrinden korumak amacıyla gizlenen hamilelik sonrasında doğan erkek çocuğun (Hz. Musa) nehre bırakılarak Firavun’un kızı tarafından büyütülmesi yer almaktadır. Kıtlık döneminde Firavunlar tarafından depolanan gıda stoku Yahudilerin göç yolunda çektikleri açlık nedeniyle geri dönmek için Hz. Musa’ya karşı isyana sebep olmuştur. Domuz eti yasağı bu direnci kırmak için kullanılmıştır. Firavunlarda et için domuz üretimi yapılıyordu ve boldu.

Tevrat’ta Hz. Musa ile ilgili bilgiler şüphelidir. Hz. Musa’dan ne kral olarak ne de peygamber olarak söz edilmiştir. II. Ramses’in yaşadığı dönemden söz edilmesine karşın Hz. Musa ile II. Ramses’in yaşadığı dönemler çakışmamaktadır.

Ortaçağ, din ve mezhep savaşlarının sonucunda çürüyen cesetlerden yayılan mikroplarla toplu ölümlerin yaşandığı dönemdir. İnsanı böylesine değersizleştiren inançlar yine aynı yalanlarla insanı yücelttiğini anlatmıştır ve anlatmaktadır.

Tevrat; her bir kitabın giriş kısmında bir vahiy olmadığına dair kanıt sayılabilecek, nasıl yazıldığı açıklanmasına rağmen Müslümanlar tarafından tanrı kitabı olarak sunulmaktadır. Öyle ki Zebur’daki şiirsel övgü ve ağıtların açıkça ayinler ve dua için yazıldığı belirtilmektedir.

En büyük sorun söylentinin gerçek zannedilmesidir.

Hayata bakış açısı önemlidir. Sen hararetle ölüm saçan muktedirlere inanırken birileri senin hayatından daha fazla neyi çalabileceğini düşünerek neye inanacağını tasarlayıp sana sunuyor.

Yazılacak çok şey var; ama en azından bu bölümün hayatımızı seçimlerimizin belirlediğini anlatmaya yeteceğini düşünüyorum.

Tek yazıya sığdıramadım, yazı dizim 4 bölümden oluşuyor.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar